Share This Article
24 Mayıs 2017, Hotel Campanile
(Sergüzeştimde azıcık geriye gidiyorum zira size Lyon’u anlatmamışım. Yetmezmiş gibi Lyon’u atladığımı sanmışım. Granada’yı azıcık öteliyor ve makaron cenneti Lyon’a dönüyorum.)
B.,
Uzun fakat çok da yorucu olmayan bir yoldan sonra Lyon Part-Dieu’deki otelinize ulaştınız. (Bir bilgi: Almanya’da yollar bedava fakat Fransa öteki ülkeler gibi. Vinyet almanıza gerek yok ama yolda karşınıza sık sık gişeler çıkacak.) La Part- Dieu garı otelin hemen karşısında, yani merkezi bir yerdesiniz. Akşam yemeğini otelin altındaki lokantada yiyeceksiniz. Farkında olmadan yengeç ve jambonlu olduğunu tahmin ettiğiniz bir kek yiyeceksiniz. Ama artık böyle şeyleri büyütmüyorsunuz. Yemekten sonra bir kavganın ortasında kalacaksınız.
*
Sırtınızı otele verip dümdüz ilerlerseniz Rhône nehrine ulaşacaksınız. Garın içinden geçerken ellerinde tüfekleriyle askerleri göreceksiniz. Ohal nedeniyle olmalı. Nehrin kıyısında biraz dinlenip, öğle yemeklerini yiyen insanları izleyeceksiniz. Bu arada arkadaşınızla aranızda biraz soğuk rüzgârlar esmiş olabilir. Zira o haritaya bakıp koştur koştur nehri bulmaya çalışmıştır, sizse “istersen ayrılalım, ben kaybolarak ve sakince dolaşmak istiyorum,” demişsinizdir.
Nehir sizi sakinleştirecek. Bir köprüden geçip yarımadaya ulaşacaksınız. Sokaklarda başıboş dolaşınız. Opera binasını, Güzel Sanatlar Müzesi’ni gezebilirsiniz mesela. Görecek pek çok şey var. Ardından başka bir köprüyle şehrin öte yanına geçeceksiniz. Karşınıza ilk çıkan binanın Adalet Sarayı olduğunu başta anlamayıp -size bir kilise gibi gelmişti çünkü- doğrudan içeri girip kapıda bekleyen güvenlik görevlileriyle konuşmaya çalışacaksınız: “Bonjour! Burası ne böyle?” Bir kadın size açıklamaya çalışacak ama akıcı biçimde İngilizce konuşan bir Fransıza nadiren denk geldiniz. En sonunda “ziyarete açık değil,” diyebilecek. Sonra dışarı çıkıp binaya dikkatle bakınca Palais de Justice yazısını göreceksiniz. Siz görevlilerle konuşmaya çalışırken arkadaşınız binanın içinde isimleri yazılı olan, İkinci Dünya Savaşı sırasında ölmüş hukukçuların isimlerini görüp olaya çoktan aymış olacak.
Neyse, dolaşmaya devam edin. Dar sokaklar, minik dükkânlar, iştah açan lokantalar, fırınlar (Lyon bir gastronomi kenti), St-Georges Kilisesi, taa tepelere tırmanıp, gül bahçelerinden geçip, kiraz ağaçlarından kiraz yiyip ulaştığınız Notre Dame de Fourviére Bazilikası… Dönüşte güzel çikolatalar yiyebileceğiniz dükkânlar göreceksiniz. Bu arada, garda gördüğünüz askerler zaman zaman karşınıza çıkacak. Fakat şu çok belli: Varlıklarıyla kimseyi taciz etmiyorlar. Onlar Adalet Sarayının önünde dikilirken kimisi sarayın merdivenlerinde oturmuş bir şeyler yiyip içiyor, kimi gitar çalıyor… Silahlı insanlar görmek yine de rahatsız edecek ama sizi.
Şimdi, yarımadaya geri döndünüz. “Makaron yemem gerek,” dediniz ve bingo! Karşınıza çok güzel bir dükkân çıktı. Buradakiler de güler yüzlü (bu bahse birazdan geleceğiz) ve ağzınızdan sular akarak makaronlarınızı seçeceksiniz. Bu arada İstanbul’da en güzel makaronu nerenin yaptığını anlatacaksınız arkadaşınıza (Baylan Pastanesi). Dükkândan çıkıp biraz yürüyünce Bellecour Meydanı’na varacaksınız. Meydana bakan kahvelerden birine oturup, şanslısınız sallanan sandalyelerde yer buldunuz, çayınızı alıp makaronları yemeye başlayacaksınız ve çok obursunuz yahu! Meydan gepgeniş… Paten, kaykay kayanlar… Bisiklete binenler… Koşanlar… Spor yapanlar… Almanya’nın ne kadar sıkıcı olduğundan bahsedip burada yaşayabileceğinizi düşüneceksiniz. Arkadaşınız “bir İspanyol bulmaya ne dersin?” diyecek. Siz “üç de yetmez beş tane,” karşılığını vereceksiniz.
Daha lezzetlisini bir daha yemedim.
Dönüşte bir sandviççiye gireceksiniz ve işte güler yüz bahsine geldik! Çok fazla yiyecek seçiyorsunuz ve Lyon’da gittiğiniz her yerde size yardımcı olmaya çalıştılar. Fransa’nın güneyi ve kuzeyi birbirinden farklı geliyor size. Güneyden şimdiye dek memnun ayrıldınız. Belki sadece Nice’e ilişkin çok iyi şeyler hissetmiyorsunuz ama şundan eminsiniz: Parisli garsonlar çekilmez! Pek çok kişi suratsız ve ukala! Fikriniz hiç değişmedi. Yaşasın güney, diyoruz!
Fransız ürünleri kullanıyorsanız hemen bir eczaneye girip güneş kreminizi, nemlendiricinizi ve daha neleri neleri, alınız. Zira Türkiye’dekinin en az iki katı ucuz her şey.
Yorgunluktan ölecek misiniz? Otele dönen yol ne çok uzadı şimdi… Yaklaşık 10 saattir dışarıdaydınız ve en az 6 saat durmadan yürüdünüz. Burada bir astronomi dükkânı bile gördünüz; içeride kocaman teleskoplar vardı… Arkadaşınız “bugün pis kokan üç adama denk geldim,” diyecek bu arada. Neyse ki size denk gelmediler. Terden, ağız kokusundan nefret edersiniz. Şehir hakkındaki fikrinizi değiştirebilecek kadar hem de…
*
Ertesi gün Bordeaux için yola çıkacaksınız. Yolculuğun Lyon- Bordeaux- San Sebastian bölümü arkadaşınızın ağabeyi AA ve sevgilisinin Lyon’da size katılmaları nedeniyle biçimlendi. Bu gastronomik bir rota ve dönüşte şunu söylemeyi kuruyor AA: “Gezdim, gördüm, yedim! Benim kadar iyi yemek yapanına denk gelmedim!”
*
Güzel bir şey görünce heyecanlanınız.
Sizin,
B.