Share This Article
19 Haziran 2017, Alfama
Sevgili B.,
15 Haziran’da Lizbon’a geldiniz. Sevilla’dan Lizbon’a gelen yol bomboştu ve düşündüğünüzden erken vardınız. Bu arada saatinizi 1 saat daha geriye aldınız. Böylece Türkiye’yle aranızdaki fark 2 saat oldu.
Navigasyon programınız sayesinde ev sahibinizle buluşacağınız yeri, Fado Müzesi, kolayca buldunuz. Ve buraya gelirken Tejo nehri üzerindeki 25 Nisan Köprüsünden geçtiniz. San Francisco’daki Golden Gate Köprüsüne çok benziyor. Zaten aynı mühendisler inşa etmiş. Köprüden geçerken Lizbon’u İstanbul’a benzeteceksiniz. Fakat Boğaz kıyıları çok daha güzel… Ev sahibiniz size büyük bir iyilik yaparak arabayı park edecek bir yer gösterecek. Lizbon rüzgârlı. Hava sıcak ama biraz esiyor, burada azıcık nefes alacağız diye düşüneceksiniz önce. Akşam da pantolon giyecek kadar serinleyecek üstelik hava. Ama aldanmayın. Sonraki günlerde her şey değişecek. Biraz daha serin olur diye geldiğiniz Lizbon canınıza okuyacak.
Eviniz Alfama’da. Yani eski Lizbon’un göbeğindesiniz. (Böyle durumlarda arkadaşınız “heart of the heart of the city” diyor hep. Selanikli bir ev sahibinizin evinin konumunu tanımlarken kullandığı bir tabirdi bu.) Evin hemen altında çarşamba- cumartesi günleri fado söylenen bir lokanta var. Akşamları fado dinleyeceksiniz. Tabii denk geldiğiniz Lizbon Festivali’nin yaydığı korkunç müzikleri duymazdan gelmeye çalışarak… Bu festival temmuza dek sürüyormuş. Öte yandan 15 Haziran bir dini bayram; Corpus Christi. Eşyalarınızı bırakıp dışarı çıkıyorsunuz.
Lizbon’un en eski katedrali Santa Maria Maior yakınınızda. Dini bir tören var. Dışarıdaki koro ilahiler söylüyor. İçeriden türlü türlü giyinmiş insanlar çıkıyor. Katedralin yanındaki bir kafede oturup yemek yiyeceksiniz. Neyse ki yemekler de Sangria da güzel. Bu arada, şu kısacık turda, şaşırarak göreceksiniz ki herkes çok iyi İngilizce konuşuyor. Ve ne yazık ki her yer turist kaynıyor. Özellikle Amerikalı. 17 yıl önce buraya gelmiş arkadaşınızdan ve başka tanıdıklardan, Lizbon hakkında biraz daha farklı şeyler duymuştunuz. Mesela çok çok ucuz olduğunu. Ertesi gün Lizbon’un en eski kitapçısına gittiğinizde orada çalışan ve İstanbul’a bayılan bir adam (yolculuğunuz boyunca karşılaştığınız, dünyaya ilişkin bilgisi en iyi olan Avrupalı) yıllar içinde Lizbon’un çok turistik bir yer haline geldiğini ve fiyatların da durmadan yükseldiğini anlatacak size.
Sokaklar toplu bir sünnet töreni varmış gibi süslenmiş. Dışarıda mangallar kurulu. Yarı çıplak, hasır şapkalı adamlar balık sepetleri taşıyor. Akşama doğru müzik başlıyor. Alfama sokaklarına yerleştirilmiş hoparlörler yüzünden bu müzikten kaçmanız mümkün değil. Her yanı mangallardan tüten dumanlar sarmaya başladı. Biraz dinlenmek üzere eve dönerken Fado Kulübü adında bir lokanta görüp 17 Haziran için rezervasyon yaptıracaksınız.
Akşam serince. Dedim ya, oh be, diyeceksiniz. Ayağınızı denk alın fakat. Şehirde turluyorsunuz. Her yan yemek yiyen, içkileri ellerinde turistlerle dolu. Ve duvarlarda “pura poesia” yazısı çıkacak karşınıza sık sık: Saf şiir. Nehre doğru inerken bir dans gecesine denk gelip açık pencerelerden içeriyi izlemeye başlayacaksınız.
Ertesi gün sıcak sıcak sıcak… Kahvaltıyı evin hemen yanındaki küçük pastanede yapacaksınız. Bu sırada sokakta konuşan çöpçüleri duyup “acaba Ruslar mı?” diye düşüneceksiniz. Çok tuhaf! Portekizce! Emin olacaksınız; Portekizcenin sesleri Slav dillerininkine benziyor. Yazılı hali öyle değil. İspanyolcaya benziyor. Fakat konuştuklarında bambaşka bir şey çıkıyor ortaya.
Kahvaltıdan sonra Pessoa’nın izini sürmeye başlayacaksınız. Ama önce Fado Müzesi’ne gideceksiniz. İçeride bir sürü fado dinleyip uzunca zaman geçireceksiniz. Şarkıcılardan biri “şarkımda fado var” dediğinde fado’nun kelime anlamını düşüneceksiniz. Sonra öğreneceksiniz ki “kader, alınyazısı” gibi anlamları varmış. Fado’nun nasıl ortaya çıktığını biliyorsunuz değil mi?
Ardından nehir kıyısındaki Ticaret Meydanı’na gideceksiniz. Etrafı lokantalarla çevrili, geniş bir meydan burası. Lizbon’a geldiğinizde “dünyanın en seksi tuvaleti” yazılı bir tabela görmüştünüz bu meydandan geçerken. İlk iş oraya gideceksiniz. Giriş 1 euro. İçeriyi görünce hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Oysa neler ummuştunuz…
Kitapçıdan sonra Pessoa’nın işten sonra gittiği kafeyi bulacaksınız (Arkadaşınızın 17 yıllık hafızasına güvenerek). Yolda, sokakta yaşadığını sandığınız ve bir şeyler yazan, yazdıklarını yanında sergileyen ve şapkasında paralar olan bir genç adama rast geleceksiniz. Siz şapkasına para bıraktıktan sonra yazdıklarından birini verecek size. İngilizce. Kumdan Kale, başlıklı bir öykü. Bir yazarsın, yani diyeceksiniz. Evet, diye yanıtlayacak. Seni meşhur edeceğim, diyeceksiniz.
Kafe öyle turistik bir yer olmalı ki üç farklı fiyat var menüde. Bar tezgâhında, ayakta yiyip içerseniz ayrı; içeride oturursanız ayrı; dışarıda oturursanız ayrı… Masada oturup yemekle ayakta yemek arasındaki fiyat farkına İtalya’dan âşinasınız ama böylesini ilk defa görüyorsunuz. Bir şeyler yedikten sonra 28 numaralı tramvaya binip (tıpkı Pessoa gibi), Pessoa’nın evine gideceksiniz. Evde pek bir şey kalmamış görülecek. Yine de iyi ettiniz giderek. Sıcaktan ölmek üzeresiniz. Aynı tramvayla eve dönüyorsunuz. Arkadaşınız yarı baygın. Siz yemek yemek için dışarı çıkıp ilk gün gittiğiniz yere gideceksiniz. Gece yarısına doğru, doğum gününüzü 1 gece önceden kutlamaya başlama kararı alarak, dışarı çıkıp sesin geldiği yöne yürüyeceksiniz. Portekizlilerin pop şarkıları korkunç! Kalabalık fena. Piyanist şantör şarkı söyleyip duruyor. Siz de kalabalığa eklemlenip biraz kafa bulacaksınız. Saat tam 12’de birer birayı fondipleyip doğum gününüzü kutlamaya başlayacaksınız ve eve dönerken biraz kaybolacaksınız.
Ertesi gün o kadar o kadar o kadar sıcak ki… Hissedilen sıcaklık 44. Nem oranı yüksek. Kafelerde, evde klima yok. 4’e doğru açlıktan dışarı çıkıp, ölmemek için direnerek yemek yiyeceksiniz ve son gücünüzle eve döneceksiniz. Akşam 8.30’da yemek randevunuz var Fado Kulübü’nde. 7.30 sularında aklınıza esiyor ve internetteki yorumları okuyorsunuz. Pek de iyi şeyler yazılmamış. Vazgeçip altınızdaki lokantaya gitmeye karar veriyorsunuz. Garsonla arkadaşınız artık ahbap sayılırlar. Bir önceki gün arkadaşınız pencereden kafasını uzatıp, garsona, çok farklı yerlere çekilebilecek tuhaf hareketlerle, “Do you have a birthday cake with a candle?” diye sorduğundan ve garson afallayınca arkadaşınızın “okey okey” deyip içeri girmesinden ötürü olabilir…
İkiniz de çok afili giyinip yemeğe ineceksiniz. Sandaletli, çirkin kıyafetli, sıcaktan bunalmış turist kalabalığının içinde bir assolistsiniz siz! Üzerinizde sırtı açık, uzun, üzeri çiçekli, uçuşan bir beyaz elbise var. Arkadaşınızsa mavi gömleği ve fildişi pantolonuyla bir Fransızı andırıyor. “Aferin,” diyorsunuz ona, “çirkin görünenleri sevmem”.
3 farklı fado şarkıcısı var. En yaşlıları bulut gibi sarhoş. Süzülerek içeri giriyor, süzülerek çıkıyor. Sonra gelip cd’sini satıyor bize. Genç erkek şarkıcı daima elleri ceplerinde şakıyor. Genç kadınsa bir yandan fadosunu söyleyip bir yandan kendini gösteriyor. Bu geceden memnunsunuz. Bir ara sağanak başlıyor. Herkes içeri giriyor. Küçücük bir lokanta, kalabalık ve fado ve yağmur sesi. Ne güzel! Arkadaşınız sizden evvel eve çıkıp sürpriz hazırlıyor. Matrak bir manzara: Kapıda şampanya patlatıyor. Ve 31 tane kocaman mum evin ısısını 60 dereceye falan çıkarmış olmalı. Neredeyse burnunuz eriyecek! 31 mum evi yakmak üzereyken hemen duruma müdahale edip dünya barışını diliyor ve hepsine püf!lüyorsunuz.
Kazaklı doktorun bunları duyunca “yaaa, öyle kadın erkek arkadaş arkadaş dolaşır mıymış… Hem de romantik romantik anlar,” diyeceğinden eminsiniz. Aman doktor, cicim doktor galiba Mars’tan geliyor. Hediyeleriniz Matisse’in Jazz kitabı, Fado Müzesi’nden bir defter ve mendil. “Bu mendili kesip resimlerinde kullanırsın diye aldım,” diyor arkadaşınız. Sokaktan yayılan korkunç müzik belki de sabaha kadar devam ediyor… Ertesi sabah arkadaşınız “şampanya vereyim mi?” diye sormaya başlayacak ve siz bu satırları yazarken sıcaktan bir tuhaf hale gelmiş halde hâlâ “şampanya” diyecek, “Lizbon morgu ne güzel soğuktur şimdi,” diyecek, “Nikbinlik ne kadar zamanda bir çıkıyor?” diyecek. Sıcak bazılarını ne hallere getiriyor yarabbim!
En fenası ise sıcak Lizbon’da orman yangını çıkarıyor…
*
Aksamüzeri çıkıp yürüyecek ve görmediğiniz yerlerin birazını daha göreceksiniz. Etraf biraz daha tenha ve güzel sokaklardan geçiyorsunuz. Hava hâlâ sıcak, hâlâ çok nem var. Arkadaşınız yemekten sonra sokakta şarkı söylemeye son veriyor neyse ki.
Yarın sabah yola çıkıp Madrid’i geçmeyi ve Guadalajara’da kalmayı planlıyorsunuz. Yol 700 km. Hazırsınız. Dönüş başlıyor.
İçten kedi köpeklerimle,
B.