Share This Article
John Berger, kaleme aldığı hemen her metninde, çizdiği her eskizde ve resimde gören göz ile görülen ilişkisini anlatmaya çalışmıştı. Sanat eserlerine tüketim için değil, onları anlama ve anlamlandırma amacıyla bakan yazarın uzun sessizliklerinin de az sözle çok şey anlatmasının nedeni de anlama ve yorumlama arzusuydu.
Berger, geçmişin mirasının ve tanıklara yönelmenin unutkanlığa karşı önemli bir tedbir olduğunu söylemişti. Sanatla kurulacak sağlıklı ilişkinin hatırlamayı kolaylaştıracağını ve hafızayı diri tutacağını belirtirken insanı sanat eseri yaratmaya iten şey(ler)i anlamaya uğraşıyor ve bunu bulduğunu düşünüyordu: Sunulan dünya resmine karşı yeni bir dünya koyma isteği…
Berger, tarihin haritasını hatırlamak ve onu zihninde yeniden çizmek için resimlere bakarken sanat eserinin (özellikle de resimlerin), hikâyesiyle beraber nisyanı engellediğini savunuyordu.

Hatırlama ise Berger’a göre sanatın hayata, hayatın da sanata karışmasıyla güçlü bir eylem hâline geliyor. Resimlerin anlattığı ve bazen de gözlediği hikâyeler, bu edimin ayaklarının yere daha sağlam basmasını sağlıyor. Hikâye ise bizi yoruma götürüyor. Şöyle demişti Berger Manzaralar’da:
Hikâye yorum yapmaya teşvik eder, hatta sessizliğin bile yorum olduğu düşünülürse yorumu meydana getirir. Yorumlar, kötü niyetle ve bağnazca yapılabilir ama öyle bile olsa kendileri de birer hikâyeye dönüşür ve böylece yapılacak yeni yorumların öznesi hâline gelir.
Oğlu Yves’le sanat-hikâye-yorum üzerine konuşmalarının bir benzeri olan Uykuya Yatmak’ta, bu kez kızı Katya’yla resimlerden hareketle sanat-hayat-hikâye ilişkisini, yine bakma-görme-yorumlama bağlantısıyla inceliyor.
‘Hafıza ve nisyan karşıt değil’
Katya ve John Berger, Mantua’daki San Giorgio Kalesi’nde yer alan Gelin Odası’nın duvar resimlerine bakarak bir sohbete başlıyor. Baba ve kız, uyku için inşa edilmiş bu odadan hareketle resimlerin anlattığı ve ardına gizlenen hikâyelere dair konuşurken unutma, hatırlama ve yorumlamanın ağırlığına doğru bir yolculuğa çıkıyor.
Katya ve John, Gelin Odası’na bakıp renklerin, desenlerin, figürlerin hikâyesini görmeye uğraştıkça duygular ve eylemler ile resimler arasında bağlantı kurmaya, daha doğrusu çağrışımlara doğru bir seyahate başlıyor. İlk durakları ise hayatî iki mesele: Nisyan ve hiçlik. Dairesel ve renksiz nisyan ile şekilsiz hiçliği karşılaştırıyorlar; hayatta kalan ressamın hayata bırakıp gittiği resimlere bakıyorlar. Kalenin odasında uyku ile unutma arasındaki ilişkiye dair ipuçları bulmaya çalışıyorlar:
Her şey bütünüyle sadece nisyan içinde kavranabilir. Bu nedenledir ki nisyan, unutkanlığın aksine, kendine has bir kesinliğe sahiptir. Nisyan, hayatta kalmanın bir yoludur. Nisyan, uykunun uyanıklığa ödünç verdiği bir meleke midir? Hayır, nisyan uykudan ödünç alınmış değildir. Uyku yaratıcıdır; nisyan kemikleri ezer, onlara nüfuz eder, muhafaza eder, toprağa karıştırır. Belki de nisyan seçmeyi değil, nedenselliği silip yok ediyor. Biz de çoğu zaman seçimlerimizden çok nedenlerimizle ilgili yanılırız. (…) Hafıza ve nisyan karşıt değildir; ikisi bir bütün oluşturur.
Katya’nın ve John’un incelediği oda, kimilerinin küçük ölüm, kimilerinin geçici unutkanlık dediği uyku için hazırlanmış. Andre Mantegna’nın resimleri ise kale içindeki mahrem odanın tamamlayıcısı. Belki de asıl hikâyesi. Hepsi, başka başka hikâeyelere açılacak birer göz âdeta; “her şey tamamen temsil”: “Burada her resimlerle temsil ediliyor ve resimler arasına gizleniyor.” Dolayısıyla kendini gösterenler dışında saklayan hikâyeler de var.

Okülus, Andrea Mantegna (1431–1506). Düklük Sarayı, Mantua.
Katya ve John bir sorunun yanıtının peşinde: “Böyle resimli bir odanın yapılmasındaki amaç nedir? Bizi nasıl şaşırtmayı düşünüyor?” Uyumaya yatan birinin gözünden açık ve gizli hikâyelerin görülmesini istemiş olabilir Mantegna. Belki de uykunun kendisine anlattığı hikâyeleri resmetmiş olabilir. Burada her şeye tepeden bakan bir ressam söz konusu. Dolayısıyla herkese tepeden bakan resimler de…
Katya ve John, Mantegna’nın insan bedenine ve geçen zamana odaklandığını düşünüyor. Daha doğrusu, bunları takıntı hâline getirdiğini… Tarih ve hatırlama kaygısına, unutma endişesi ve zamanın geçiciliğine dair bir buhranın yanı sıra yaşlanan ve yıpranan insanın tasviriyle birlikte, mutlak uykuya giden yolun bir anlatımı var resimlerde:
Zamanın bir yüzde bıraktığı izler, yaptığı çok sayıda portrenin herhangi birinde görüleceği gibi nadiren onun yaptığı kadar şevkle resmedilmemiştir. Öteki ressamlar eğer resmin konusu ‘yaşlılık’ ise ancak o zaman, bunu eserlerine yansıtmıştır. Oysa Mantegna yağlıboya yüzlerde öznenin yaşı ne olursa olsun zamanın izini görmemizi sağlar.
Semavi ve medenî öğeler
Ressam Mantegna’nın gözünden resimlere ve odaya bakan Katya ve John, onun Antikçağ ve Rönesans bağlantısını nasıl kurduğunu, daha doğrusu nasıl hatırlattığını tartışıyor. Yüzleri, gövdeyi ve hatta heykelleri oluşturmadaki incelikleri ve bunların ardındaki hikâyeleri keşfetmeye uğraşıyorlar. Bu yolda onu başka ressamlarla (örneğin Giovanni Bellini’yle) karşılaştırıyorlar.
Katya ve John, Mantegna’nın resimlerindeki yüzlerin ifadelerini, insanların jestlerini, mimiklerini, hareketlerini ve hareketsizliğini çözümlerken her bir ayrıntının denk geldiği veya içerdiği anlam üzerine kafa yoruyor. Bazen bütünden parçaya bazen de parçadan bütüne giderek semavi ve medeni öğeleri ayrıştırıp yorum yapıyorlar:
Antikçağ’a olan tutkusu, geçmişi şimdinin ve geleceğin önüne koymasına yol açtı çoğu zaman -resimlerinin arka planında yer alan tüm binalar geleceği simgeliyordu. Nesnelerin alışılagelmiş düzenini altüst etmekten hoşlanırdı. Tepetaklak etmeyi.
Uykuya çağıran odada, geçmişten bugüne seslenen resimleriyle hem mekânın hem de Mantegna’nın anlattığı ve gizlediği hikâyelerin peşine düşüyor Katya ve John. Mekânın ise insanı hayatın tüm katmanlarıyla uzlaşıya çağırdığını düşünüyorlar.
“Ölü Mesih Üzerine Ağıt” Andrea Mantegna; 1483.

Katya ve John, Mantegna’nın çizdiği resimlerle akıp giden zamanı en azından bir anlığına durdurduğu ya da askıya aldığı kanısında. Hayat kadar ölümden de bir şeyler buluyorlar bu odada:
İçinde uyumak üzere bezenmiş bu odada, Ölüm’den bir şey var. Bu şey ne katı ne de marazi. Bu, dünyayı oluşturan sonsuz sayıdaki hadiseyi ve durumu gözlemleyebilmek için kendini yiğitçe, evet yiğitçe nasıl dışarıda bırakacağını bilen bir ressamın emsal oluşturması. Mantegna onları hesaplar, titizlikle toplayıp bir araya getirir, bir bütün elde eder. Bir genel toplam. Nasıl çözüleceğini de bilmektedir bu toplamın. Kendini eritecek olan kendisidir; bizleri de doğanın içinde eritir.
Kayta ve John, Mantegna’nın resimlerine bakarken hem hayattan ve zamandan parçalara hem de onların dışında başka şeylere rastlıyor. Örneğin hikâyeleri ve onların tarihî ve metafizik göndermeler içeren ayrıntılarına. Bunların tamamı ise yaşam ve ölüm, hatırlama ve unutma gibi önemli noktalara denk geliyor. İkili, bunları görmeye ve göstermeye çalışıyor.
Uykuya Yatmak, Katya Berger ve John Berger, Çeviren: Beril Eyüboğlu, Metis Yayınları, 72 s.
