Share This Article
“Normal nedir?” sorusu zaman zaman hepimizin aklını meşgul ediyor. Yanıtlamaya uğraştıkça “normlara” ve “kurallara” doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Yaşamın hâl yoluna koyulması kadar insanın evcilleştirilmesini ve toplumsallaştırılmasını da sağlayan normlar, beri yandan kişinin davranışlarını denetleme aracına dönüştürülünce kural koyanlar ile kurala uyması gerekenler (ya da uyması beklenenler) arasında bir iktidar ilişkisi gelişiyor. Kalıplara, toplumsal mekanizmalara ve iktidara uyum ise “normalliğin” bam teli hâline geliyor.
Bugün “yeni normallerle” karşı karşıyayız. Daha doğrusu, “yeni normal” olan bireyciliğe ve konformizme maruz kalıyoruz. Bunların yan etkisi kaygı, tatminsizlik, öfke ve yüzeysellik de zamanımızın birer gerçeği olarak önümüzde duruyor.
Felsefeci Mark G. E. Kelly, Bugünün Normali’nde şimdilerin “normaller”i ile yakın geçmiştekiler arasındaki bağlantıyı incelerken günümüzün gerçeklerini eleştirmeye ve sorgulamaya çağırıyor bizi.
Bugünün Normali, Mark G. E. Kelly, Çeviren: Utku Özmakas, Kolektif Kitap, 216 s.
‘Sıradanlık’ yerine ‘mükemmellik performansı’
Olumsuz her şeyin paranteze alınıp mutluluğun duygusal norm hâline getirildiği zamanımızda Kelly, birbirine benzeyen ve sağlıklı kişilerin önüne koyduğu hedeflerle “yeni normal”i hem yarattığını hem de onun bağımlısı olduğunu söylüyor. Hatta normun zorbalığını olağan karşılama eğiliminin ağır bastığını hatırlatıyor:
Eskiden sadece kurallara riayet etmemiz, buna bağlı olarak da mutlak doğalarımızla ilişkili normlara uymamız bekleniyordu; şimdiyse doğamızı keşfetmemiz, bunu sadece açıkça dillendirmekle kalmayıp aynı zamanda gerçekleştirmemiz de bekleniyor. Eskiden otoriteye, hâliyle konformizme karşı çıkabiliyorken artık tam da kendimizden memnun olmak için aslında eski bir konformizmin kalıntılarını reddetmemizi talep etmekten öteye geçmeyen, görünmez bir konformizmin baskısı altındayız. Bu yeni konformizmi elimizin tersiyle itmek hiç kolay değil, zira teşhis etmek çok zor; özellikle de bu konformizmi yadsırken son nefesini vermiş eski biçimler yeniden hayata dönrüdülmek istenmiyorsa.
Kelly’nin kitap boyunca yaptığı şeylerden biri ve belki de en önemlisi, eski konformizmi yeni bireycilikle karşılaştırarak geçmişteki ve şimdiki “normali” kıyaslamak. Bu sıradaki yorumu da önemli:
Konformizmle bireyselliğin belki de temel ortak noktası, ikisinin de ciddi şekilde özcü olmasıdır; ne var ki eski konformizm, temelde insanların mutlak özlere, yeni bireyselcilikse her birimizin kendine has bireysel bir öze uymasını emreder.
Zamanımızın “normali”nde dayatmaları ve birbirine benzerlikleri aşan bir durum var; Kelly bunu “şahsi eğilimlerin ve kişisel zevklerin geliştirilme beklentisi” olarak tarif ediyor. Şimdilerde, geçmiştekinin aksine uyum için zorlama yok, gönüllü zorunluluk var; ilk bakışta anlamsız veya çelişkili gibi görünse de bunu bir zemine oturtuyor yazar:
Artık uyum sağlamaya alenen zorlanmıyoruz ancak varlığından bihaber olduğumuz ve tam manasıyla tespit edemediğimiz gerekliliklere uymadığımız takdirde incelikli ve göze kolayca görünmez yollarla dışlanıyoruz. Bizden ne beklendiğini bilmediğimiz hâlde o beklentiye göre davranmamızı gerektiren zalim bir oyun gibi bu. Açık olan tek şey, nihayetinde kendimiz olmakta özgür olduğumuz şeklindeki içten pazarlıklı mesaj.
Kelly’nin bahsettiği yeni uyumda, insanlardan hem kendisini hem de karşısındakini aşması isteniyor. Başka bir deyişle gerçekleşmesi mümkün değilse bile kişilerden mükemmel olması bekleniyor.
Batı Sydney Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde doçent olarak çalışan Mark G. E. Kelly, son dönemin en önemli Foucault uzmanları arasında sayılıyor.
Telkin çemberinden çıkmak
Kelly, “yeni normalin” ya da “zamanımızın normalinin” politikada, sağlıkta ve cinsellikte nasıl hayat bulduğunu veya ete kemiğe büründüğünü inceliyor. Meselenin cinsellik boyutunda yine bir karşılaştırmaya yöneliyor:
Günümüzde genel itibariyle cinsel tutumları yöneten tek bir norm var ve bu da hâlâ belli cinsel yönelimlerin ağırlıkla anormal kabul edilmesine kapı aralıyor. Gelgelelim bu norm, cinsellik alanında daha önceden geçerli olanlardan epey farklı. Eskiden normal kabul edilen, karşı cinsten biriyle tek eşli bir evlilik yapıp çoluk çocuk sahibi olmaktı. Bugünse cinsellikte norm hâline gelen, kişinin içsel yönelimini ifade etmesi. Dolayısıyla cinsel arzunun normal olup olmadığının ölçütü, artık cinsel arzu kabul edilip edilmediği. Böyle yaklaşınca ise tarafların arzusunun hilafına olmayan cinsel ilişkiler normal kabul edilir. Yani bugün normalliğin ölçütü, cinsel ilişkideki salt rıza olmuştur. Artık standart, her türlü cinsel faaliyetin tarafların arzularına uygun olmasıdır.
Kelly, cinsel perhizin yanı sıra özgürleşme ve rıza arasındaki gerilimin, “yeni normalliğe” dâhil olduğunu hatırlatırken sosyal medya mecralarında ve sanal alanlarda, cinselliğin yaşanamamasından kaynaklanan bir şiddet türediğini not ediyor.
Yazar, bir başka duruma; “anormal” olduğu kadar “normal” kabul edilen kaygıya atıf yaparak konuyu genişletiyor: Normların tetiklediği kaygının, yine aynı normlar tarafından “anormalleştirilmesinin” zamanımızın bir paradoksu hâline geldiğini anımsatıyor.
Kelly, “normalliğin” dönüşümüne dair düştüğü notla bahsi geçen paradoksun bir başka yönüne dikkat çekiyor:
Normalliğin son elli yılda geçirdiği değişimi ve aldığı paradoksal biçimi özetleyen bir şey varsa o da tam olarak şudur: Herkes mutlak farklılık içerecek şekilde mutlaka aynı yani mutlak şekilde birey olmalıdır. Hepimiz, birbirimizden çok da önemsenmeyecek ölçülerde farklı ve her birimiz birey olduğundan bu norma uymaya teşne bir zeminde dururuz her daim.
Kelly, Bugünün Normali’nde kapıldığımız normatif girdabı betimlerken buradan çıkış için toplumsal ve politik bir değişim gerektiğini söylüyor. Bu değişimi geciktirmek, mükemmellik arayışımızın ve doyumsuzluğunun sürmesine neden olacak, yarattığımız ekolojik tahribatı daha da derinleştirecek. Öte yandan, yazarın bahsettiği dönüşümün gerçekleşmemesi durumunda enikonu artacak bir şey daha var:
Sadece mükemmellik uğrunda çabalamıyor, aynı zamanda normatif açıdan her şeyin kusursuz şekilde işlemesi gerektiğine de inanıyoruz. Mükemmelliğin yokluğu, bizi öfkelendirmeye yetiyor.
Uzun lafın kısası; dünyanın yalnızca belli şekilde işlediğini ve işleyebileceğini düşünmekten vazgeçme umudunu korumak, bunun için çabalamak gerektiğini söylüyor Kelly. Zamanımızdaki kategorileştirmelerin, hem bugün hem de gelecek için sağlıklı olmayabileceği uyarısında bulunurken toplumsal hayatı belirleyen ve ondan etkilenen normların, “birbirine benzerler için farklı ol” diyerek herkese aynı telkinde bulunmasının yarattığı açmaza da dikkat çekiyor. Asıl farklılığın ise bu tekdüzeliği aşma gayretiyle hayat bulacağını belirtiyor.