Share This Article
Götz Wienold | Çeviren: Ahmet Cemal
Avusturyalı yazar, filozof Hermann Broch, Vergilius’un Ölümü‘nde Romalı şairi, yaşamının son gününde, Yunanistan’dan Brundisium’a varışından ölüme ve ölümden sonrasına kadar süren bir yolculuğa çıkarır. Geçici olmayı başaran Ben, bu son günü algılayışın boyutunu ölmekte olan insanoğlunun bilinç düzeyinde ele alır. Bu boyutun köktenciliğinin ve tutarlılığının Broch’tan önceki edebiyatta eşi yoktur.
Gustav Aschenbach (1), ölümün yaklaşmasını sembolik figürler aracılığıyla sezinler, geçiş evresini Tadzio’nun ufuk çizgisine karışması olgusuyla yaşar, izleyici, olup bitenlerin dışında yer alır. Richard Beer-Hofmann, Georg’un Ölümü‘nde (Der Tod Georgs, 1900) bir insanın bir başka insanın ölümü aracılığıyla nasıl bir şey yaşadığını, bu ölümün başkalarının yaşamında nasıl yaşayanların ölümün ötesindeki mistik beraberlikleri niteliğiyle etkin olduğunu gösterir; Georg’un ölümü, başlı başına konu olmaktan uzaktır.
Franz Werfel‘in (2) Küçük Burjuvanın Ölümü (Der Tod des Kleinbürgers, 1927), eski kapıcı Fiala’nın artık çürümeye başlamış bedenindeki tüyler ürpertici can çekişmeyi, bir iradenin hastalığın çoktan dikte etmiş olduğu ölüme karşı, bütün klinik son belirtilere karşın direnişini sergiler; Fiala’nın bilincinde okurun karşısında ölümün kendisi değil, ama ölüme karşı direniş somutlaşır; yazarın yorumlayıcı bakış açısı, öznenin ölüm yaşantısının dışında kalır. Wolfgang Koeppen‘in (3) Venedik’te Ölüm‘e bir karşılık olarak kaleme aldığı Roma’da Ölüm‘de (De Tod in Rom, 1954), canlılarla ölülerin zaaf karmaşaları, övgüye değer yanı olmayan, kötü bir ölüm örneği aracılığıyla sergilenir.
Burada da obje, ölmekte olanın ölüm yaşantısı değil, yaşamın kargaşası içersindeki ölümdür. Ölümü öznenin yaşantısının bakış açısından dile getiren ilk eser, Samuel Beckett‘in Vergilius’un Ölümü‘nden on yıl sonra kaleme aldığı Malone Ölüyor (Malone Meurt, 1955) adlı romanıdır. Bu eserde ölüm olayı, çevrenin yitirilmesi olgusu içersinde yansıtılır. (…) Ancak ölüm yaşantısının kendisi açıklanmadan kalır; kimin izlediği ve kaleme aldığı da belirsiz kalır. Yalnızca Vergilius’un Ölümü’nde ölmekte olanın kişiliği, aynı zamanda hem izleyici özne, hem de yaşantının özü niteliğindedir.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Vergilius’un ölmesi, batı edebiyatında tehlikeli bir tutkudur
Buradaki Ben, anlatımdaki bakış açısının birlik ve bütünlüğünü sağlar, romanın zamansal yapısını belirler; öğelerin ve öbeklerin bir araya getirilmesi, bu özgün “makam” olmaksızın düşünülemez. Vergilius’un Ölümü‘nde öngörülen, kendini ölüme hazırlayan ve ölümün eşiğinde bulunan bireyin en uç noktadaki coşkusunu ve iç dünyasının en derin noktalarından yükselen önsezisini, bilinç yüzeyinin ölümün ön yaşantılarının etkisiyle parçalanışını, yaşayan Ben’in her şeyi aşan, her şeyin taşıyıcısı direncini estetik bir forma sokmaktır. Broch, bunu yaparken, disiplinli bir kompozisyonu, Joyce’un dışında romanda hiç rastlanmadık bir biçimde neredeyse akıl almaz bir dil dağınıklığıyla birleştirmesini başarmıştır.
Bu arada ele alınan temanın karmaşık yapısını göz önünde bulundurmak gerekir. Vergilius’un ölmesi, öyle gelişigüzel bir roman konusu olmayıp, batı edebiyatında neredeyse yüce ve tehlikeli bir tutkudur. Sıradan bir insan olan Leopold Bloom‘un sıradan bir gününün romanı Ulysses‘dan farklı olarak, Mrs. Dalloway’in yazınsal bir günü niteliğindeki o sıradan günden de farklı olarak Vergilius’un son günü, bütün dünyayı kapsamına alan bir gündür. Burada evren, tin’in sahnesine dönüşür.
Ressam Angelica Kauffmann’ın 1788 yılında, Antik Roma tarihindeki bir efsaneyi resmettiği eseri: İmparator Augustus’un kız kardeşi Octavia, Virgil’in oğlunun erken ölümünü haber veren dizeleri duyunca fenalaşıyor.
Ben’in bütünlüğü, dünyanın bütünselliğini yansıtır; bu, Broch’un roman kuramının öncüllerinden biridir. Broch’un Vergilius’ta zaman açısından derinleşerek örneklediği sorunsal, başka deyişle çağdaş sanatın sorunsalı, bakışları içinde yaşanılan çağa yöneltir. Tarihsel bakış açısı da buna eklenir. Vergilius’un Ölümü, bir tarihi roman değildir, ancak tarihsel, dünya tarihini kapsamına alan bir boyutu vardır. Broch, bu konudaki kuramını Kitle Psikolojisi (Massenpsychologie) adlı eserinde dile getirmiştir. Örnek niteliğindeki Ben, bu bağlamda aynı zamanda bir genellik boyutu kazanmış olmaktadır. (…)
Uzamsal ve zamansal bir gerilim
Broch’un Vergilius’un Ölümü‘ndeki cümlelerinin temel figürü harekettir, hareketin çeşitli yönlerde gerçekleşmesi, denetim altına alınması, durması, sonra titreşimlerle yayılıp yeniden bir akışın başlamasıdır, tıpkı gemi’nin romanın temel görünümlerinden biri olması gibi.
Adriyatik Denizi’nin hafif, neredeyse belli belirsiz bir karşı rüzgârla kabarmış, çelik mavisi ve yumuşak dalgaları, İmparatorluk filosu Calabria kıyılarının ağırdan yaklaşan alçak tepelerini solunda bırakarak Brindisi Limanı’na dümen kırdığında, gemilerden yana köpüklenmişti ve şimdi, denizin güneşli, ama onca ölüm çağrışımlarıyla dolu yalnızlığı yerini insandan kaynaklanan çabaların huzurlu sevincine bırakırken, şimdi, insanların ve onların yoksul yaşamlarının yakınlığı nedeniyle pırıltısını hafiften yitirmiş akıntılar, bazıları filo gibi limana yönelen, bazıları da limandan çıkmış türlü tekneyle dolarken, kahverengi yelkenleriyle balıkçı kayıkları, akşamın bereketine açılmak üzere, beyaz köpüklerin okşadığı kıyılar boyunca uzanan sayısız köyün ve başkaca yerleşme alanlarının küçük balıkçı barınaklarından ayrılırken, şimdi su neredeyse ayna gibi oluvermişti; gökyüzü, sedef renkli bir istiridye kabuğu gibi bu suların üzerine açılmıştı, akşam basmaktaydı ve rüzgâr yaşamın ezgilerini, bir çekiç vuruşunu ya da çağrıyı topraktan suya doğru kanatlandırdığında, ocaklardaki odun ateşinin koku- sunu da beraberinde getiriyordu.
Noktalı virgül, yukarıdaki cümleyi “A” ve “B” diyebileceğimiz, farklı büyüklüklerde iki parçaya ayırmaktadır. Birinci parçada uzamsal ve zamansal bir gerilim egemendir. Uzamsal açıdan cümlenin akışını filonun kıyıya doğru hareketi, denizin karşı akıntısı, rüzgâr ve karşıdan gelen gemiler belirler.
Zamansal açıdan ise cümle geriye, henüz geçmiş bir ana bakmaktadır; amaç, bu anı bir defa daha bilinç düzeyine yükseltmek ve içinde yaşanılmakta olan anın karşısına koymaktır; içinde bulunulan an da kendi içersinde gerilim ve hareketi yaşamaktadır: “Ve şimdi, denizin güneşli, ama onca ölüm çağrışımlarıyla dolu yalnızlığı yerini insandan kaynaklanan çabaların huzurlu sevincine bırakırkeni.” Bu değişme anı, şimdidir; bu an şimdinin birkaç defa yinelenmesiyle belirlenmişliğinin doruğuna varır.
Ölümden söz eden şairin kendisidir
Cümlenin ikinci yarısı (B), zamansal ve uzamsal gerilimleri eritmez, fakat yeryüzünün esneklik sağlayıcı biçimde yukarı açılışıyla birleştirir; değişim sürer (“akşam basmaktaydı”). Andan ana geçiş, artık tek başına ele alınmayıp, birden fazla hareketi içersine alabilecek biçimde genelleştirilir.
Yazar, şair, denemeci ve düşünür Hermann Broch, hayat, sanat ve eylem arasındaki mutlak bağın, düşündüğü çeşitli bilgi kategorileri arasındaki sürekli bir gerilim yarattığını ifade ediyordu.
(…)
Romanda zamanın akışının betimlenmesinde son derece yalın bir yol izlenmiştir; olup bitenler tam bir sıra içersinde anlatılır; buradaki tutarlılık da hemen hemen eşsizdir. Broch’un buradaki başarısının nedeni, doğrudan doğruya insan ile zaman arasındaki ilişkiyi konu almış oluşudur. Ölmekte olan, ölümden söz eden şairin kendisidir ve bu ölümden söz etmektedir.
…artık boşlukta bile dalgalanmayan, hiçbir elin tutmadığı Vergilius, evet o, hâlâ var mıydı? Vardı, çünkü bakıyordu, vardı, çünkü beklemekteydi, ama bakışı ışığa karışmıştı, kendi kendisinin kristalize olmuş biçimiydi…
“Vardı, çünkü bakıyordu”; bakış, Vergilius’tan kalmış olan tek şeydir. Bu, Ludwig Wittgenstein‘ın özne’yi “dünyanın sınırı” diye nitelendiren görüşüne de uymaktadır.
Ölmekte olan Vergilius’un anlatının hem nesnesi, hem de öznesi olduğunu savunmuştuk. Bu romanda insanoğlu kendi temellerine dönmeye, ölüme yargılı olmayan son parçasını, din bilimde adı ruh olan bütünü bulabilmek için kendi kendisinin derinliklerine inmeye zorlanmış olmaktadır. Broch’un, Ben’in bir deneyimi olarak ölüm deneyimini konu alan romanını asıl oluşturan öğe, ölümü doğrudan kendi kişiliğinde yaşayan izleyicinin de sahneye sokulmasıdır.
Dipnot:
1) Thomas Mann’ın Venedik’te Ölümünün kahramanı.
2) Franz Werfel (1890-1945): Avusturyalı şair ve yazar.
3) Wolfgang Koeppen (1906); Alman oyun ve roman yazarı.