Share This Article
Ben ancak sadeliğe güvenirim.
Hiç şüphesiz, en basit bir şey, ister eşya veya fikir, isterse atom veya aksiyom olsun, uygunsuz bir şekilde hücuma uğrarsa, daima patlayabilir. İşte bir dershane ve dershanenin kara tahtasının bir desimetre karesi…
Kara diyorsak bu, sözün gelişidir. Gerçekten kara değildir. Daha ziyade mavimtırak kurşunî renkte, yer beyazlaşmış, şurası çizilmiş, burası kabarmış, ötesi yenmiş, aşınmış… Hemen susmalıyım, yoksa zapt edemeyeceğim kendimi.
Bu çeşit tarifin nerelere kadar gidebileceğini pek iyi bilirim: Yirmi yıldan beri öğretmen olarak, çocuklara gerçeği gözleme sanatını göstermek için bu tarifi kullanmaktayım çünkü. On dakikalık bir çaba ile derhal öğrenirler. Sonra hızlarını kesmek gerekir: Aksi halde, teferruatın çokluğu içinde, şaşırmaları işten değildir.
Kabul ediyorum ki, bir yazar kendine amaç olarak –bir mücadele amacı – okuyucularını bu şekilde, maddenin sonsuzluğu içinde boğmayı seçebilir. Zannedersem, Giono’nun Chant du monde (Dünyanın Şarkısı) adlı eserinde şöyle bir pasaj vardır: “Yazar, okuyucusunu bazı merdiven tırabzanlarının alt ucunu süsleyen basit bir bakır küre önüne koyar ve o şekilde teferruatlı bir tarifine girişir ki okuyucu âdeta sihre kapılır, olmayacak şeyleri hayal etmeye başlar; küre yavaş yavaş, yaklaşan bakışların altında büyür, değişir, evreni kaplar, evrenin kendisi olur ve yutulan, emilen okuyucu da sonunda bu evrenin içinde kaybolduğunu hisseder.” Görülüyor ki, burada tarifin teferruatlı oluşu başlı başına bir amaç değildir, bize ölçek değiştirtmek, dünya düzeyi değiştirtmek ve sonunda, panteist bir şairin arzuladığı şekilde insanla doğayı birbirine karıştırmak, bir tüm haline getirmekte kullanılan bir araçtır sadece.
Enerjimizi gerçekten harekete geçiren sentezdir
Giono için sihirli bir araç olan bu usul, öğrencilerim için görme, işitme yeteneklerini keskinleştirmeye yarar. Şuraya da dikkat etmemiz gerekir ki, duyuların keskinliği faydalı olmakla beraber, gerçeğin varlığı yerine kelimeleri koymaya çalışanlar için elzem değildir. Orada esas olan, önem taşıyan analiz değil, telkin yeteneğidir.
Telkin ise ancak imtiyazlı yönler bulunarak yapılabilen bir şeydir. Mahalli renk, aşk, güzellik: Halk tarafından tutulan şarkıların bu gibi şeyleri bize nasıl tek kelimeyle telkin ettiklerine, öğrettiklerine bakın.
Bu şarkılarda belki her zaman yüksek bir zevk yoktur ama yazarı, tesir eden, anlam taşıyan, mutlu yönü bulmayı, yakalamayı bilmiştir: Seçme sanatının da toplu bir bakıştan, sentez yeteneğinden çıktığı, analiz yeteneğiyle teferruatlı tarifin, dakikliğin burada ilgisi bulunmadığı açıktır.
Böylece çok sevdiğim sadeliğe dönmüş bulunuyorum. Evet, analiz kolay, işleri kolaylaştırmak basit bir şeydir. Zor olan, en hareketli zihin kuvvetlerine ihtiyaç gösteren, enerjimizi gerçekten harekete geçiren sentezdir; sentez, sadece tümün pasif bir kabullenişini gerektirmez, aynı zamanda bu tümün elemanlarının hesaplı bir dağıtımına ve plân dahilinde organize edilmesine, iradeye, değerlendirme yeteneğine de ihtiyaç gösterir.
Büyük generallerin savaş alanlarına attıkları ünlü kartal bakışı hiç şüphesiz basit bir göz atmayı geçer da ama analizi ve teferruatın ele alınmasını aşar ve sadece birkaç esas çizgiyi çizer, kitleleri faal bir şekilde dağıtır, bazısını kaldırır bazılarının altını çizer ve nihayet savaş alanına anlaşılabilir ve manalı bir veçhe kazandırır. Generalin kartal bakışı, sanatkârın kısa göz atışından ancak menfaatler yönünden ayrılık gösterir.
Düşünülmüş ayıklama olmaksızın, sanat da olamaz
Zekâca geri olanların dışındakiler için sadelik gerçekte daima bir basitleştirmedir ister bir eşya, isterse bir düşünceyle ilgili olsun. Bir hamleyle yaratılmış bir eserin gösterdiği mutlu görünüş, kesin ve münakaşa götürmez nitelik her zaman büyük bir çalışma ürünü değilse bile, kesin bir irade kararı, hareketi teşkil eder.
Hiç şüphesiz bütün evren bir eser, zihnime soktuğum ve değişmiş şekilde tekrar çıkarttığıma göre de benim eserimdir.
Kum taneciklerinin bu birikişinde bir kum yığını görmeye karar veriyorum. Bu kara tahtanın kara olduğuna karar veriyorum. Bu ağacı anlatmak isterken, tarifimi basit bir sıfata inhisar ettirmeye veya sadece bir noktaya kadar götürmeye, ileri gitmemeye karar veriyorum.
Düşünülmüş ayıklama olmaksızın, sanat da olamaz, “Belirli sınırlar içinde kalmasını bilmeyen yazmayı da asla öğrenmemiş demektir” ve Proust’un bu kuralın dışında kalışı da, temiz tabiatının yankısı olan eserinin insanı ancak zayıflığı içinde tanıyışından ve bu sebeple ne seçme cesaretini, ne de feda etme cömertliğini gösterebilen bir alçak sanatı gerektirişinden ileri gelmektedir.
Yeni olduğunu sanan romana gelince… Yukarıda yirmi yıldan beri on yaşındaki çocukların bu işle uğraştıklarından bahsetmiş olduğuma göre, gerektiğinden fazla haşin olmak istemiyorum.
Daha fazla teferruat edinmek isteyenlere, J.B. Barrère’in dikkate değer küçük kitabını, La Cure d’amaigrissement du roman’ını (Romanın zayıflama kürü) tavsiye ederim (1). Zira, saçma, abuk sabuk her şeyi anlatan roman, bütün yağının altında, zayıftır: Kaslarını yemiş, yitirmiştir ve açlığın yarattığı su kabarcıkları yüzünden toplu görünmektedir.
Sunilik kadar nefret ettiğim şey yoktur
Aziz sadelik! Roman, bir şeyler söylemek isteyen bir hikâyedir. Bilinmeyen toprakların araştırılmasında istenildiği kadar ileri gidilsin, gene de temeli çok iyi bilinen bu toprak üzerinde kalınacaktır. Oldukça ağır çeken, fakat çok yoğun bir roman okudum son zamanlarda:
Yves Sandre’ın “Marchands de participes Gra mer tâcirleri” (2). Konu: Çağlar boyunca öğretmenler, ağır ilerleyişleri, gelişmeleri… Yazar gösterişli teferruata sapmıyor. Anlatıyor ve sayfalar ve sayfalar ayırmıyor; kara tahtada, biz takip ediyoruz. Bir kara tahtanın tarifine sadece bize öğretmeni anlatmak için oradadır ve biz, öğretmen vasıtasıyla kendimizi de öğrenmiş, anlamış oluyoruz.
Yazıda (ve her yerde) sunilik kadar nefret ettiğim şey yoktur. Euthymon, söyleyecek bir şeyiniz mi var? Söyleyin. Mümkün olan azami söz ekonomisiyle ve becerebilirseniz sadelikle cesaret edebilirseniz saflıkla söyleyin. Bir ders hanenin tebeşir ve mürekkep kokusunu, öğrenci önlüklerinin mayhoş ter kokusunu mu canlandırmak istiyorsunuz ve…
Kısacası, bütün çocukluk mu sizi düşündürüyor? Size mutlaka belirtilmesi gerekir gibi gözüken binlerce teferruatı biriktirdiğiniz, gerçekten mutlak söylenmesi gereken teferruat içinde boğulmağa başladığınız zaman durun. Kendi kendinize, basit “kara tahta” kelimesinin kendi başına yeterli bir sihir olarak tesir edip etmediğini, etki yaratıp yaratmadığını sorun.
Her şey birbirine karıştırılırsa, bir şey elde edilemez
Her nasıl olursa olsun, gerçeği hiçbir zaman yitiremezsiniz, değil mi? O halde, duracağınız düzeyi seçin: Eğer iyi seçerseniz kazandınız demektir. Kara tahta, biz, insanlar için kara bir tahtadır. Diyelim ki, bir karınca için ayın yüzeyine benzer bir yüzeydir. Daha aşağıya bakteri, molekül ölçeğine de inmek mümkündür. Yahut aksine, kozmik yüksekliğe çıkılabilir.
Giono gibi düzey değişmesi dahi kullanılabilir. Fakat ne yaptığını ve ne seçtiğini bilmek gerektir. Her şey birbirine karıştırılırsa, bir şey elde edilemez.
İstenilen bütün dolambaçlara saptıktan sonra nihayet insan düzeyine erişilemiyorsa, kanaatimce bir şey başarılmış sayılamaz.
Çeviren: Nihal Önol
Dipnot
(1) Albin Michel!!
(2) Le Seuil.