Share This Article
1931’de Ernest Hemingway’in şöyle bir iddiası vardı: “Gazeteler için yazdıklarım, eserlerimin dışında kalır. Gazeteci olarak ekmeğinizi kazanır, yazarken saatle yarışır, kalıcı eserler yerine yalnız aktüel konuları ele alırsınız. Bunları özene bezene yazdıklarınızla bir tutmamalısınız.”
Ernst Hemingway’in 1920-1956 arası röportajlarını bir araya getiren kitap Fransızcaya En Ligne ile çevrildi. Bunların öykülerine pek benzediği hemen fark ediliyor. Kişilerle dolu, diyaloglarla canlandırılmış… Onun, yabancısı olmadığımız felsefesi ve mizahı, nihilist bir burukluk katılmış olarak röportajlarına yansıyor. Bunlarda Hemingway’i bize sevdiren her şeyi bulabilirsiniz. O halde, onun yukarıdaki iddiası yanlış bir yargıdan başka bir şey değil.
Boşuna hayır diyor; Hemingway röportajcılıkla yazarlığı bir araya getirme çığırı açan adamdır. Yunanistan üzerine yazdığı iki öykü Toronto Daily Star gazetesinde röportaj olarak çıkmıştı. Avusturya’da kayak sporunu konu alan röportajı Noel Öyküsü diye adlandırmıştır. İtalya’dan, İspanya’dan yolladığı yazılar da öyküleri arasında yer almaktadır. Köprü Yakınındaki Yaşlı Adam bile buralardan çıkmıştır.
Bunların dışında, gazetecinin gördükleri, yazarın eserini beslemekten geri kalmamıştır. 1917-1918’de Birleşik Devletler’in önde gelen gazetelerinden Kansas City Star‘a muhabir olarak giren Hemingway, röportajcılık için 107 maddelik bir kurallar dizini çıkartmayı ihmal etmemişti. Bunlar arasında en başta şunlar gelmekteydi:
Cümleler kısa olacak ve sağlam bir kelime ve üslupla yazacaksınız. Olumsuz anlatımların değil, olumlu anlatımın yolu tutacaksınız…
İtalyan cephesinde ilkyardım servislerinde çalıştı, birçok yaralar aldı. Ülkesine, Orta Batı’ya döndü, “kalbur gibi delik deşik” Toronto Star Weekly‘de, Toronto Star Daily‘de çalıştı. 1921’de de bu ikisinin muhabiri olarak Avrupa’ya geçip yerleşti. Belli bir aylığı yoktu, 1925’e doğru muhabirliği bıraktı, kendini edebiyata verdi. Fakat böylece, Hemingway’in ilk gazeteciliği sona ermiş oluyordu.
Ernest Hemingway’in senaryosunu yazdığı, Joris Ivens’in yönetmenliğini üstlendiği ve anlatımını Orson Welles’in yaptığı 1937 yapımı “The Spanish Earth” İspanya İç Savaşı’nda topraksız köylünün hikâyesini anlatıyor.
Yaşamak sevinciyle kanatlı
1933’ten başlayarak, o sıralarda yeni kurulmuş olan Esquire‘a her ay bir “mektup” yolladı. Key West’te oturdu; balıktan, kara avından, Küba’dan, kendi kendisinden söz etti, savaşı, Alman enflasyonunu, işsiz güçsüz eski savaşçıların savaş madalyalarını satmak için boş yere çırpınışlarını gördü. Bir soğuma dönemi geçirdi; kendi içine kapanma politikasının vaizcisi oldu:
Hiçbir Avrupa ülkesi bizim dostumuz değildir. Kendimizden başkaları için dövüşmeye değmez.
1930’ların Hemingway’i güneş altında, ekonomik bunalımdan uzakta yaşamaktaydı. Zamanın Playboy‘u sayılacak bir dergide yazıyordu. Bir tek problemi var gibiydi: Kılıçbalığı olta ile yakalanır mı, yakalanmaz mı? Herkes şaşırmıştı. Büyük eleştirmeci Edmund Wilson, Hemingway’in artık çekilmez olduğunu bile yazdı.
Sonra, İspanya İç Savaşı… Hemingway uyanıyor. Beşinci Kol romanındaki kahramanının sözlerini benimsiyor:
Elli yıl sürecek, ilân edilmemiş savaşlar… Ben bu savaşların, aralıksız, gönüllüsüyüm.
İspanya savaşı üzerine yazdığı röportajları North American Newspaper Alliance‘a yolladı. Madrid Bombalar Altında, Ebre Kıyıları Savaşı, onun yalnız gazetecilik alanındaki en güzel sayfaları değil, bütün eserlerinin de en değerlileri arasındadır.
Hemingway, 1941’de de gazeteci, bu kez Asya’da… Çan-Kay-Şek, Çinli’nin baş döndürücü bir tablosunu verdi, Pearl Harbor’un habercisi de yine odur. Normandiya çıkarmasında, Paris savaşında, Siegfried hattında da yine Hemingway vardır.
Savaş sonrası – daha doğrusu yazılarında savaşlar sonrası – yeniden balıkçılığa, kara avına ve kendi kendisine döndü. En zengin röportaj konusu kendi başından geçenlerdi. 1945 Ocak ayında aynı gün üst üste atlattığı iki uçak kazası, Afrika’da! Ölüm haberi bir anda bütün dünya radyolarında yankılanmıştı. Gazeteler onun için kaleme alınmış yazılarla doluydu. Kısacası, Hemingway, ölümü üzerine yazılanları okumuş, söylenenleri duymuş tek adamdı ve bu durumu şöyle: anlatıyordu:
Öldüm sanılarak hakkımda yazılanların hemen hepsini okudum. Benim için çok kötü oldu bu. Uyumlu ve dengeli yaşamak yolunda bu yüzden önüme engeller çıktı. Herkes, döndürüp dolaştırıp, benim zaten ölümü arayan bir adam olduğum sonucuna varıyordu. Bu olacak şey miydi? Bütün yaşamınca ölümü aramış bir kimse onu elli dört yaşından çok önce bulamaz mıydı? Ölüme yakın olmak başka, ölümün ne olduğunu bilmek başka, ölümü aramaksa bambaşka şeylerdir.
Ernest Hemingway’in ABD’nin Florida eyaletine bağlı Key West adasındaki evi müze olarak korunuyor.
Evet, Hemingway artık elinde olmayarak, ölümü arayacaktı. Şimdi, yine, o başlangıçtaki gazeteci Hemingway’e dönelim; yazıları yaşamak sevinciyle kanatlıydı:
Dünyayı gezip görmenin, her şeye burnunu sokabilmenin, dünya büyükleriyle konuşabilmenin, yaşamdan bütün renkleriyle yararlanmanın verdiği sevinçle; ayaklarının dibine her şey serilen genç röportajcı çılgınca mutluydu.
Beyaz tozluklu soytarı
Toronto Star‘ın özel muhabirinin yapmadığı kalmadı: Kuaför okulu çıraklarının usturalarına boynunu uzattı. 1922’de Cenevre konferansında, Litvinov’un iki güzel sekreterine birden âşık oldu. Aynı yıl, Hemingway, Paris-Strasbourg havayolunun başta gelen yolcularındandı. Lozan’da Mussolini’yi gördü, onu “Avrupa’nın en kocaman blöfü” diye adlandırdı:
Bir adam, bir soytarı bile olsa, değil mi ki beyaz tozluklar ve siyah gömlek giyiyor, onun muhakkak iyi işlemeyen bir yanı vardır.
Mussolini, gazetecileri kabul ettiği zaman okumaya dalmış gibi yaptı. Hemingway, yavaşça Mussolini’nin arkasına geçti, daldığı kitabın ters tutulmuş bir Fransızca-İngilizce sözlük olduğunu gördü. Hemingway’i büyüleyecek bu renkli derlemede usta işi birçok parçalar var. Örneğin, Paris’i bir Noel akşamı karlar altında, genç Amerikalı gazeteci ve kız arkadaşı ile Jacob sokağındaki gösterişsiz bir lokantada akşam yemeği yerler. Hemingway, yediği hindinin ülkesindekine benzemediğini düşünürken, aniden genç kız sorar: “Acaba, bir gün gelecek, tanınmış birer sanatçı olacak mıyız?” Ve ağlamaya başlayarak ekler:
Paris’in böyle olduğunu bilmezdim; keyifli, güzel, ışıklı bir kent sanırdım…
Çeviren: Tahsin Yaşamak