Share This Article
Patrick Sisson | Çeviren: Taylan Alpagut
Oxford Üniversitesi profesörlerinden Alexander Vasudevan, Autonomous City: A History of Urban Squatting (Otonom Şehir: Bir Kentsel İşgal Evi Hareketi Tarihi; Verso Books) adlı kitabını kaleme alırken, dünya genelinde konut piyasalarını etkileyen barınma krizleri ile 20. yüzyıl boyunca farklı dönemlerde pek çok şehirde ortaya çıkan işgal evi hareketleri arasında doğrudan bağlantılar kuruyor. Bu tür pratiklerin giderek daha fazla bözlenmeye başlanması ve kentsel gayrimenkullerin hızla değer kazanması nedeniyle, ABD’de işgal evlerinin yeniden yaygın bir hareket haline gelmesi pek süpriz görünmüyor.
Ancak, barınma güvencesizliğiyle karşı karşıya kalan insanların sayısının artmasıyla birlikte, bu istisnai barınma eylemleri tarihine dönüp bakmak, kenti geri kazanma çabalarının günümüz tartışmalarına nasıl yansıyabileceğini görmek açısından anlamlı bir zaman olabilir.
Vasudevan, “İnsanlar bu arzuyu taşıyor ve barınmayı yeniden sahiplenmeye, bir miktar kontrol kazanmaya ihtiyaç duyuyorlar. Günümüzde yaşadığımız barınma güvencesizliğinin zirveye ulaşmasıyla birlikte bazı hareketlerin yeniden canlanmasını bekliyorum,” diyor.
Barınma güvencesizliği ve alım krizlerinin, konutları geri kazanma ve sahiplenme hareketleriyle nasıl iç içe geçtiğini inceleyen Vasudevan’ın kitabı, işgal evi hareketi ve radikal barınma eylemlerinin tarihine derinlemesine bir bakış sunuyor.

‘Kentsel mirasın koruyucuları’
İşgalcilik yaygın bir toplumsal kabul görmeden önce, özellikle New York gibi büyük metropollerde, işgal evciler, terk edilmiş ve kullanılmayan alanlara yerleştikleri için “öncüler” olarak adlandırılıyordu. Vasudevan bu konuda şunları söylüyor:
Bazı açılardan işgal evcilerin geldiği yerlerde ardından soylulaştırma süreci başlıyordu. Harap ve tehlikeli binaları ele geçiriyor, bir yaşam alanı kuruyor ve sosyal sermaye oluşturuyorlardı. Bu da nihayetinde daha fazla yatırım ve sermayeyi beraberinde getiriyordu,
İşgal evciler, sıklıkla kentsel dönüşümde söz edilen ‘yaratıcı sınıf’ anlatısına uyarlar; fakat zamanla, karşı durdukları piyasa güçleri ve tahliye süreçleri tarafından yerlerinden edilirler. 1980’ler ve 90’ların başında büyük bir işgal evci topluluğunu kendine çeken New York’un Aşağı Doğu Yakası, bu sürecin çarpıcı örneklerinden biridir. Vasudevan’a göre, her işgal evci sanatçı değildi. Birçoğu kolektif yaşam ve ucuz barınma yolları arıyordu. Ancak tamamı, kentsel peyzaj ve şehir binalarıyla yaratıcı bir etkileşim içerisindeydi.
İşgal evciler bu mahallelerden çoktan gitmiş olsalar da, geride uzun ömürlü bir “işgal evci estetiği” bıraktılar. Punk rock’tan esinlenen endüstriyel aydınlatmalar, “kendin yap” (DIY) raflar ve oturma alanlarıyla eklektik ve sade süslemeler, bu estetiğin belirleyici unsurlarındandı.
Vasudevan, topluluk bahçeleri hareketiyle birlikte işgal evcileri, sadece yaşadıkları ve çalıştıkları yerlere yeni bir enerji kazandırmakla kalmayıp, aynı zamanda kent dokusuna ve eski yapılara gösterdikleri özenle “kentsel mirasın koruyucuları” olarak tanımlıyordu. Ona göre, şaşırtıcı sayıda işgal evci mimar ya da şehir plancısıydı ve bu durum, işgal ettikleri ve onardıkları mekânlara yansıyordu.

Alman işgalcilerin 1981’de çıkardığı bir dergiden bir alıntı.
Berlin’den New York’a uzanan eylem pratiği
Bu duruma dair kanıtlar, işgal evciler tarafından 60’lar ve 70’lerde yayımlanan; kendin yap ipuçlarıyla dolu gazete ve dergilerde bulunabilir. Eski yer döşemelerinin nasıl onarılacağından, kapatılmış gaz hatlarının güvenli bir şekilde nasıl yeniden açılacağına kadar pek çok bilgi, bu yayınlar aracılığıyla paylaşılmıştır.
“Batı Berlin’deki işgal evlerinden biri, bir atölyeye sahipti ve diğerlerine dairelerini nasıl tamir edeceklerini öğretmek için çözüm toplantılarına ev sahipliği yapıyordu” diyen Vasudevan şunları ekliyordu:
Bu dergilerde, adım adım onarım kılavuzları yer alıyor ve çoğu zaman farklı mimari tarzlara duyulan saygıyla örtüşüyordu,
Berlin ve New York gibi önemli işgal evi topluluklarının bulunduğu şehirlerde, eski işgal evciler kiracıların mülkiyet hakkı mücadelesinde önemli roller üstlenmişti. Örneğin New York’ta, Latin ve Afro-Amerikan eylemcilerin Manhattan’ın Yukarı Batı Yakası’ndaki daireleri işgal ettiği Operation Move-In (Taşın Operasyonu) gibi kampanyalar, kiracı haklarının kamuoyuna duyurulmasına katkı sağlamış, uzun soluklu protestolar aracılığıyla yerel barınma yasalarının değişmesine zemin hazırlamıştı. Vasudevan, “Bu kolektif hafıza, yaşam pratikleri ve gündelik deneyimler, bu şehirlerin kurumsal belleğinin önemli bir parçasını oluşturdu,” diye ekliyordu.

Yerelin özgün dinamiği
ABD’de, New York ve Detroit gibi şehirlerde işgal evi hareketlerinin yeniden canlanması pek mümkün görünmese de, İspanya’daki gelişmeler bu alanda dikkat çekici örnekler sunuyor.
Plataforma de Afectados por la Hipoteca (PAH – Konut Rehinlerinden Etkilenmiş Halk Platformu) adlı taban örgütü, 2009’daki ekonomik durgunluk sonrası ortaya çıktı ve konut krizine karşı mücadelede işgal evciliği temel taktiklerden biri olarak benimsedi. Hareketin başarısının ardında, kiracılar ve ev sahipleri dahil olmak üzere barınma sorunlarından etkilenen farklı grupları bir araya getirebilmesi yatıyordu. Dönemin Barselona belediye başkanı olan Ada Colau da hareketin kurucu üyelerindendi.
Vasudevan, İspanya’daki bu güncel hareket hakkında şunları söylüyor:
Coğrafya çok önemli. İspanya’daki barınma yapısı, ABD’nin banliyö merkezli ev sahipliği modelinden oldukça farklı. Evler birbirine bu kadar yakın olmasaydı, bu tür bir tepki muhtemelen ortaya çıkmazdı.
Bu yazı, curbed.com‘da yayımlanan “A history of squatting” başlıklı yazıdan derlenmiştir.
