Share This Article
Mehmet Korkmaz ve Yiğit Tornacı’nın sahneye taşıdığı Pesüs adına can veren Edip Cansever gibi İkinci Yenilerin şiir geleneğinde gittiği yeniliği takip ederek caz/çağdaş ses arayışlarında yeni ve edebi bir tını sunuyor. Grup üyeleriyle edebiyatla ilişkilenmelerini, müzikal söylem yaratma biçimlerini ve imge kullanımlarıyla oluşturdukları hayali manzaraları konuştuk.
‘Bir şiiri açıklayan yazarı değil, yine şiirin kendisidir’
Pesüs’ü, Adalar’da Caz etkinliği kapsamında Heybeliada’da dinleme şansına sahip olanlardanım ve o akşam kaybolmaya yüz tutmuş tılsımlı bir beraberliğe eşlik ettiğinizi dile getirmek istiyor, bunun için teşekkür ediyorum. Albümlerinizden haberdardım ancak parçalarınızın hikâyeleri konusunda bir fikrim yoktu. Sahnede Pesüs’e adını veren Edip Cansever’den bir hayli bahsedildi. Mehmet Korkmaz ve Yiğit Tornacı’nın bir araya getirdiği Pesüs’ün ilk albümü “Balkonda Deniz” de yine Cansever’in “Güneş’in Yazdığı” şiirinden. İlhan Berk’in tabiriyle “şiiri sokağa çıkaran” şairlerden biri olan Edip Cansever’in İkinci Yeni akımında yaptığını yapıp cazı sokağa çıkardınız. Pesüs’ün şiirle, sokakla, mekanla ilişkisinden başlamak isterim, şiirin caz hali diyebilir miyiz onun için?
Mehmet Korkmaz: Bahsettiğiniz gibi İkinci Yeni şiir akımından bir hayli etkilendik. Özellikle Edip Cansever, İlhan Berk ve Cemal Süreya başlıca şairler. Bu şairlerin ustaca imge kullanımı ve soyutlamaları bize hayali manzaralar ve mekanlar olarak yansıdı. Bu sebeple de oluşan bu hayali manzara ve mekanlara bir müzikal söylem yaratma arayışına girdik. İlk albümümüz “Balkonda Deniz”in kapağında bulunan mekan, bu hayali yerin bir temsili oldu aslında. Pesüs, acısıyla tatlısıyla bu hayatta var olmayı, denize, güneşe ve tabiata ilk defa bakıyormuş gibi heyecan ve hüzün duyma hislerini müziğinde aradı hep. Bu hisleri de bize yaşatan ismi geçen şairlerdi. Pesüs bizim için anlatısı gereği aslında içinde bulunduğumuz karanlık dünyadan bir kaçış; tanrının çocuklarıymışçasına sevildiğimiz, huzur bulduğumuz bir ütopyanın manifestosu. Pesüs’ün şiirle ilişkisi bu şekilde, şiirle var olmuş bir müzik, ve bu unutulmaya yüz tutmuş zamansız kelime sanatının da bir hatırlatıcısı gibi. Bu anlatıları da içimizden geldiğince caz müzikle işlemeye gayret ediyoruz.

Pesüs, yer yer izlenimci, yer yer dışavurumcu, caz ve elektronik müziğin aynı potada eritildiği müziğiyle şehrin en taze oluşumlarından.
Yiğit Tornacı: Pesüs’ü tanımlama çabasına girmeden önce belki de Edip Cansever’in sözünü anımsamakta fayda var: “Bir şiiri açıklayan yazarı değil, yine şiirin kendisidir,” Bu müziği üretirken de hem yaşadıklarımızı ortaya koymak istiyor hem de ortaya koyduğumuz şeyin bizimle konuşmasını istiyorduk. Aslında böyle de oldu. Bir yansımamız gibi bize anlattıkları üzerinden kendimizi yeniden keşfetmeye koyulduk. Pesüs’ün daha ziyade cazın bu kısmıyla ilgilendiğini düşünüyorum. Dinleyici de kendinden bir şeyler buluyorsa ne mutlu.
‘Bütün müziğin ritmik akışını satırlara uydurmaya çalışıyoruz’
Hem cazın hem de İkinci Yeniler’in ortak yanları çok fazla sanırım. Cazın doğaçlaması ve şiirin ritmi arasında güçlü bir bağ var gibi. Ornette Coleman, John Coltrane (özellikle geç dönemi) ve Sun Ra, cazın geleneksel melodi, ritim ve form anlayışını bilinçli olarak kıran, dönüştüren sanatçıları. İkinci Yeniler degeleneğe karşı bir kırılma ve yeni bir söylem yaratma çabasındaydı. Bundan dolayı ikisinin de ifadede benzer estetik biçimi benimsediklerini söyleyebiliriz bence. Yapının bilinçli olarak parçalanması ve kendi iç mantığının kurulmasının nihai hedef olduğunu düşünürsek müzisyenlerin bozup parçaladığı ritmi şairler sözcükleri anlamlarının dışına çıkarıp imgesel çağrışımda bulunarak yaptı denebilir. Peki Pesüs’ün kimliğinde daha çok hangi estetik anlayışlar benimsendi ve cazın hangi unsurlarından etkilenildi?
M.K.: Caz müzik ve İkinci Yeniler gerçekten de çok fazla ortak yönlere sahip. Özellikle yapı bozumcu tarafları, formlara meydan okumaları, imgeyi öne çıkarmaları açısından. Bildiğim kadarıyla İkinci Yenilerin en büyük ilham kaynaklarından biri kübist ressamlar olmuş. Aynı zamanda Post-modernizmle de bir akrabalığı var diyebiliriz. Pesüs’ün müziğine salt caz demek doğru olur mu bilmiyorum. Pesüs, art rock, elektronik müzik ve yer yer de minimalist müziklerin cazla karışmış hali gibi bizim için. Bir sonraki albümümüz daha çok caz unsurları içeriyor fakat bu eklektik yapısı hâlâ devam etmekte. Caz için konuşacak olursak, Pesüs’e sound olarak en çok ECM cazı, ilham oldu bizce.
Y.T.: Cazın, bütünü kendi içinde yeniden üretme fikri İkinci Yeni’yle ortak yanı olarak hep içimizde oldu sanırım. Bir yolun yalnızca yürüyücüsü değil, onun bir parçasıymış gibi icra etmeye çalışıyoruz. Yani kastımız “caz” üretmekten ziyade bir anlatıyı yaşatmak. Bunu da İlhan Berk’in poetikasına benzetebiliriz:
Bir şiiri okumak, bir resme bakmak gibidir.
İkinci albümünüzde Cemal Süreya’nın “Hüznün Kuşları”na ve İlhan Berk’ten “Siz Ne Güzeldiniz Benimle Bilmezsiniz”e yer verdiniz. Şiir’in besteye dönüşümünü sormam elzem bir soru haline geldi bence, belki de en başta bunu sormalıydım bilmiyorum. Bir şiiri bestelemeden önce onun sizde uyandırdığı duygular mı ağır basan yoksa ritmik yapısı mıdır merkeze alınan?
M.K.: Evet, ikinci albümümüzü de 2026’nın ilk aylarında çıkarmış olacağız bu arada. Duygulardan ziyade imgeler diyebiliriz şiirin besteye dönüşüm sürecindeki en önemli faktör olarak. İmgeler bazen duygular anlatıyor, bazen hayali mekanlar, bazen dünyaya yabancı olup ilk kez tanışma halini. Bu hislerle müzik yapınca şiir besteye dönüşüyor bizim için. Bunların dışında, bir şiiri prozodik olarak bestelerken elbette ritmi en önemli özelliği oluyor ve bütün müziğin ritmik akışını satırlara uydurmaya çalışıyoruz.

‘Melodiler ve ses kütleleri sözlerin ötesinde var olanları anlatıyor’
Şiirlerdeki boşluklar ve geçişler kimi zaman söze dökülemeyeni ve anlatılamayanı sezgilerle duyumsatabilme amacındadır. Sizin bu boşluklarla ilişkiniz nasıl peki, bazı sözsüz parçalarınız da bu anlamlandırılamayanı aktarabilme tarafında mı?
M.K.: Müzik yapma edimini her zaman direkt sebep sonuç ilişkileriyle açıklayamayabiliyoruz, zaten onu gizemli ve büyüleyici kılan en önemli özelliği de bu olsa gerek. Melodiler ve ses kütleleri elbette sözlerin ötesinde var olanları anlatıyor. Fakat bunu kasıtlı olarak kurgulamaya çalışmadık hiç. Genel bir anlatının müzikteki yansımasını oluşturup kendi içimizde oyun oynuyoruz diyebiliriz. Bu oyunun sonucunda da heyecanlandığımız bir şey oluşursa bir parçaya dönüşüyor.
Y.T.: Müziği oluşturan öğeler çeşitli ve boşluk da bunlardan biri olabilir. Ancak, şiirdeki boşluk ile müzikteki boşluk aynı hissiyatı paylaşmak zorunda değil. Kimi zaman noise da bir anlatının olduğu kadar anlatılamayanla ilgili olabilir. Bir duygunun birden fazla “duyumsanma” formu ya da alanı olabilir diye düşünüyoruz. Elimizden geldiğince söylemek ve paylaşmak istediğimiz hikâyeleri zoraki bir adanmışlık dışında aktarmaya çalışıyoruz.
F. Scott Fitzgerald’ın “Caz Çağı Öyküleri” vardır mesela. Karakterlerinin bir bocalamada olduğu, herhangi bir sınıfa dahil olamadığı, kapitalizmin silmeye ant içtiği “kendilik” hallerindedirler. Şehirde bir parıltı söz konusuyken ve bir özgürleştirme vaadi varken bu kendiliklerde daha çok yalnızlık ve içsel çatışma söz konusu olur. Bir buhran vardır ve bu buhranın ağırlığının giderilmesi için hep bir birliktelik arayışı söz konusu olur. Pesüs’ün genel olarak albüm tınılarına baktığımda bu melankolinin havasını taşıdığını hissediyorum. Özellikle “Eşik” ve “Sarnıçta” parçalarında o geçiş dönemlerini çağrıştırıyor gibisiniz. Eşik kelime anlamıyla da ne olacağını bilememe ya da bir şeyi arkada bırakmaya meyilli olma anlamı taşırken şimdiki zamanın bekleyişine hitap ettiğinizi söyleyebilir miyim?
M.K.: Çok güzel bir soru sormuşsun, hiç bu açıdan düşünmemiştim desem yeridir. Eşik bizim için hem bir geçişi hem de bir duraksama halini anlatıyor. Eski ismi de ‘’Conviction’’ dört aşamalı bir – kendi tarafınca- hüküm giyme hikâyesiydi, içinde kendini suçlama, pişmanlık, reddediş ve kabullenişten oluşuyordu. Bütün bunları daha soyut bir bağlama oturtmak istedik sanırım. Yani parça çoktan bitmişti ismini değiştirdiğimizde. Sanırım Eşik ismi bu hüküm giyme hikâyesini çok daha soyut bir yerden karşıladı. Bu dört aşamanın bir Eşik oluşuydu yani.
Balkonda Deniz’in ilk parçası Sarnıçta da, gerçeküstü bir mekan içinde huzur bulma anlatısını içeriyordu bizim için.
‘3. Adalar’da Caz’ etkinliği, 19-21 Eylül tarihleri arasında Büyükada Taş Mektep, Atatürk Meydanı, Heybeliada ve Paşabahçe Vapuru gibi farklı mekânlarda gerçekleşti.

Y.T.: Kesinlikle bir içe döndükten sonra yeniden dünyaya dönme havası var Pesüs’te. Bu müziğin beklemediğimiz karşılaşmaları, ne yapacağını bilememe halini, kendiyle yüzleştikten sonra başkalarıyla bir araya gelme isteğini anımsattığını düşünüyorum. Uzun zamandır bir kurtarıcı beklediğini fark eden birinin ilk tepkisi gibi.
‘Hayallere ağırlık verdik’
Bir de Amerikan folk parçasından esinlendiğinizi dile getirmiştiniz. Şendoğa olarak çevirdiğiniz Shenendoah’ nın hikâyesi nedir?
Amerika yeni keşfedildiği zamanlarda, Shenendoah isimli bir nehirde ticaret yapan beyaz bir tüccar ile bir Kızılderili Reis’inin kızı arasındaki aşk hikâyesinin bir gemici şarkısına dönüşmesi sonucu Shenendoah şarkısı ölümsüzleşmiş. Bu hikâyenin gerçekliğini insan sorguluyor tabi, yerlilere yapılan soykırımı düşününce. Bu konuya da aslında ütopik bir yerden bakıyoruz sanırım. Sömürgecilik, soykırım sanki hiç yaşanmamış gibi, ya da yaşanmasaydı ne güzel olurdu gibi bir yerden. Bir beyazla bir yerli kızının yaşadığı aşk günün sonunda gemici şarkısı oluyor ve günümüzde tabi bu şarkı Amerika’da hemen herkesin bildiği bir halk şarkısı. İsmini Şendoğa olarak çevirdiğimizde sözleri ile birlikte aslında yeni bir bağlam buldu kendine. Doğaya yazılmış bir güzelleme ve özlem gibi oldu bizim için.
Kendine dair bir şeyi istemenin zor olduğu dönemlerde hayal kurmanın kurtarıcılığı oluyor. Pesüs’ün de “başka bir yere” götürdüğünü, hayal kurdurabildiği ve böylelikle müziğin o kurtarıcı rolünü sahiplenebildiğini düşünüyorum. Bestelerinizde daha çok hayallerin yerine mi ağırlık verdiniz ya da bu soru çok hayalperest birine mi ait oldu?
M.K.: Kesinlikle hayallere ağırlık verdik, Pesüs tamamen bir ütopyanın ürünü. Hayatı, güneşe, denize, ormana bakıp acısıyla tatlısıyla var olduğumuz, içine deniz taşmış büyük sütunlu bir yapıda yüzdüğümüz, onun merdivenlerinden havlularımızla çıktığımızı hayal ettiğimiz bir hal Pesüs.
Y.T.: Bence, Pesüs de müziğin bu rolüne sığındı. Bu yüzden de insanlarla paylaşacağı şeyler var.

Son olarak; Pesüs’ün hangi şairlerle yola çıktığını görmüşken hangi müzisyenlerle bir araya gelmek ister (yaşayan ya da yaşamayan) ya da sahne almak isterdi?
M.K.: Sanırım izlenimci müziğin pirlerine müziğimizi verseydik bizim yapımızın üstüne doğaçlasalardı neler çıkardı diye çok düşündük. Açık armonik yapıları ustuca icra eden Bill Evans, Jim Hall, Bill Frisell, zamanı su gibi yaşayan Brian Blade, bu liste uzar gider. Onlar çalsın biz dinleyelim çok isterdik, bu müzikleri bu hislerle.
Y.T.: Bilerek ya da bilmeyerek ilham aldığımız pek çok müzisyen vardır ve bu liste çok uzun. Hatta bu listeye yazarları, şairleri de dahil edebiliriz: Gabriel Garcia Marquez, Kavafis…

S

