Share This Article
Dünya tarihinin en yıkıcı savaşı olan II. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’nın bir daha Fransa’ya saldırmaması için başta bu iki ülke olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin sıkı sıkıya ekonomik bağlarla birbirine bağlanması, ortak bir refah bölge yaratılması amacıyla kurulan Avrupa Birliği belki de tarihinin en büyük tehlikesiyle karşı karşıya: Aşırı sağ.
Macaristan, “Say no to Brussel” sloganıyla seçimi kazanan sağcı Viktor Orban tarafından yönetiliyor. Hollanda seçimin galibi aşırı sağcı Geert Wilders, İskandinav ülkeleri sağ ve aşırı sağa teslim olmuş durumda. Fransa’da Le Pen’in partisi büyük bir zafer kazandı.
Avrupa Parlamentosu seçimlerine aşırı sağ damga vurdu. Genel olarak bakıldığında Avrupa’da aşırı sağ ya iktidar, ya ana muhalefet, ya da hükümeti dışardan destekleyen bir güce sahip. Avrupa Birliği’nin en büyük lokomitifi olan Almanya’da ise aşırı sağ yüzünü AfD ile gösteriyor.
Almanya, Nazi geçmişi sebebiyle konu aşırı sağ ve İsrail olduğunda aniden görünmez bir kasvetli bulut kümesinin çöktüğü bir ülke. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Alman müesses nizamı, bu iki tabulaşmış konuda asla çizilen sınırların dışına çıkmayan bir iklim yaratıyor.
Eğer konu İsrail-Filistin çatışmaları ise uluslararası hukuk, savaş kuralları; bunlar önemli değil. İsrail haklıdır ve haklılığını tartışmak antisemitizmdir. Berlin’de “Free Palestina” diye bağırırsanız geçmiş olsun, siz bir Yahudi düşmanısınız. Almanya merkez sağı, Almanya merkez solu, Alman ana akım medyası asla bu söylemin dışında bir kalıp üretmez. Grilerin çok az görüldüğü, kasvetli atmosferi her an hissettiğiniz bir iklim.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Uzlaşmanın söz konusu bile olmadığı Alman siyaseti
Konu aşırı sağ olduğunda Alman müesses nizamı sadece mücadele eder. Siyasi partiler, yargı kurumları, ekonomik düzen tamamen aşırı sağın karşısındadır. Almanya’da SDP, Yeşiller, Hür Demokratlar, CDU/CSU; sağ ve soldan tüm büyük partiler AfD ile eyalet parlamentolarında ortaklaşmama kararı aldı.
Parlamentodaki oturma düzeni dahil, AfD tüm komisyonlarda, tüm süreçlerde yalnızlığa mahkum edilmiş durumda. Hatta şöyle bir gerçeklik de var: Almanya-Türkiye ortaklığında gerçekleştirilen bir programın İstanbul’da düzenlenecek yemeğine biri AfD milletvekili olmak üzere 12 vekil geldi. Uçakta, Yeşiller Partisi milletvekili, koltuğunun AfD milletvekilininkinin yanında olduğunu görünce hostesi çağırıp, “Ben bu adamla yan yana oturmam” dedi.
Peki bugünkü durum nedir? AfD, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 16 oy alarak ikinci sıraya yerleşti. İlk sırada şu an ana muhalefette bulunan CDU/CSU var. Şansölye Scholz’un sosyal demokrat partisi ise üçüncü sırada. AfD, Doğu Almanya’nın tamamında gövde gösterisi yaptı. Yani artık Almanya’da da Fransa gibi sağın rakibi aşırı sağ. Almanya’da onlarca siyasetçi, onlarca gazeteci AfD’nin neden yükseldiğini anlayamıyor. Kafalarında mantıklı bir sebep bulamıyor. Aptal olduklarından değil, gerçekten kafalarında bir kişinin AfD’yi desteklemesini gerekçelendiremiyorlar.
Bu hikaye size tanıdık geldi değil mi? Türkiye’nin yarısı diğer yarısının neden “AKP’ye” ya da “CHP’ye” oy verdiğini anlamlandıramıyor. Türkiye bu yollardan geçti. AKP’nin iktidara gelişi ve iktidarda köklenişinin hikâyesi belleklerimizde hâlâ taze.
Yıllarca ciddiye alınmadı, oy oranı çok düşük bir siyasi görüşün içinden çıktı, kimse tahmin etmezken merkez sol ve merkez sağın kendi iç tartışmalarının yarattığı bölünmüşlükten yerel seçimlerde İstanbul zaferi çıktı. Engeller, hapisler, müesses nizama karşı kıyasıya savaşlar ve bugün tek bir kişinin şahsına indirgenmiş antidemokratik bir devlet düzeni.
Gerçekten kaçmak
AKP’nin ilk dönemlerinde AKP’ye oy verenlerle dalga geçilirdi. AKP seçmeni oy verdiğini söylemeye utanırdı. Daha sonra bu durum bir gurur gösterisine dönüştü. Biz bu aşamaları yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Almanya ise henüz başında. Bugün AfD’nin hızlı yükselişine set çekemeyen siyaset kurumu, AfD’ye karşı ‘En vurucu manşeti kim atacak’ yarışına giren ana akım dev medya kuruluşları, yarın Avrupa Birliği’nin dağılışına üzüldüğünde çok geç olacak.
Öncelikle AfD’nin yükselişi sadece Almanya’nın doğusundaki AfD dostu olarak bilinen eyaletler için geçerli değil, aynı zamanda batıya doğru da yayılıyor. Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’da ki bu eyalet başkent Berlin’in de olduğu eyalet, AfD şu anda yüzde 30’un üzerinde bir oy oranına sahip. Parti eski Batı Almanya eyaletleri Hessen ve Bavyera’da da zemin kazanıyor.
Bölgesel ve yerel düzeylerde AfD adaylarına karşı başarılı koalisyonlar kurmak artık giderek zorlaşıyor. Güney Thüringen’deki Sonneberg’de AfD’li bir aday Sol, Sosyal Demokratlar, Yeşiller, Liberaller ve Hıristiyan Demokratlar’dan (CDU) oluşan birleşik cepheyi yenerek bir ilçe meclisi üyeliği kazanmayı başardı. Benzer şekilde Saksonya-Anhalt eyaletinin 9 bin nüfuslu Raguhn-Jeßnitz kasabasında da sağcı bir aday, diğer tüm partilerin desteklediği ortak bir adaya karşı galip gelerek belediye başkanı seçildi.
Karar alma süreçlerinde AfD ikilemi
Siyaset farklı siyasi görüşlerin uzlaşma arayışında olduğu bir karar alma ve ikna etme mekanizması. Bu mekanizma Almanya’da bozulmuş durumda. AfD aritmetik olarak o kadar izolasyona maruz bırakılamayacak noktaya geldi ki CDU, SPD gibi dev partiler mantıklı bir yasa tasarısını “Belki AfD de destekler” korkusuyla parlamentoya sunamıyorlar. Tüm ülkede şöyle bir ikilem var: Halkın ihtiyacını karşılayacak olan bu yasayı aşırı sağ AfD’nin desteklemesini göze alarak parlamentodan geçirmeli miyim yoksa aşırı sağ AfD’nin desteklemesi yasanın çıkmasından daha mı önemli?
Tüm partiler şok içinde ve kimse henüz doğru bir politika oluşturabilmiş değil. En çok etkilenen partilerden biri sağ muhafazakar parti CDU. Parti sadece hedeflerini ıskalamakla kalmadı, aynı zamanda nasıl karşılık vereceği konusunda da giderek daha fazla şaşkınlık yaşıyor.
Parti ne zaman AfD’nin de kampanyalarında kullandığı pozisyonları savunsa, neredeyse tüm diğer partiler hemen onu işaret ederek feryat ediyor. Diğer partiler ‘ahlaki üstünlüğü’ ele alıp AfD ile aralarına mesafe koyarken CDU bu zehirli ortamda nasıl yol alacağını henüz bulamadı. Anketlerde ilk parti olmasına rağmen zayıf ve kararsız görünüyor. Çünkü anketlerde ilk parti olmasının en büyük sebeplerinden biri şu an federal hükümette bulunan SDP, Yeşiller ve Hür Demokrat koalisyonunun beklenenin çok altında bir performans vermesi.
AfD nasıl bir parti? Neyi savunuyor? Neden aşırı sağ?
2013 yılında Euro krizine tepki hareketi olarak doğan, 2015 yılındaki sığınmacı krizi sonrasında aşırı sağcı, İslam ve göçmen karşıtı söylemle çok ciddi olarak yükselişe geçen AfD, Avrupa Birliği’nin kurucu değerlerine temelden karşı bir parti.
Partinin o kadar Nazi sempatizanı söylemleri var ki, Avrupa Parlamentosu’ndaki aşırı sağ ittifak grubundan bile atıldı. Yani aşırı sağ için bile fazla sağ!
AfD’nin oy haritasına baktığımızda Batı ve Doğu Almanya’nın aslında hâlâ birleşemediğini görüyoruz. İki bölge arasında temel farklılıklar var. Kültür, çalışma prensipleri, çocuk sayıları, kişi başına düşen gelir, yabancılara olan yaklaşım, kolektif yaşam anlayışı; hemen her şey keskin çizgilerle farklılığını koruyor. Resesyon tehlikesi yaşayan, nitelikli işgücüne şiddetle ihtiyaç duyan, hissedilen enflasyonun açıklanandan ciddi derecede fazla olduğu Almanya’da ortam popülizme çok müsait. Bu noktada da AfD taban bulabiliyor.
Odadaki fil öldü ve uzun süredir devam eden, “Avrupa’da aşırı sağ yükseliyor mu?” tartışması bitti. Almanya’da AfD, Fransa’da Le Pen, Hollanda’da Wilders, İtalya’da Meloni, Avusturya’da FPO, Belçika’da Felemenk milliyetçileri zafer kazandı. Avrupa ideasının aşırı sağla dansı, hepimizi etkileyecek.