Share This Article
Bir başkasının yerine koyabilir mi insan kendisini? Yaşamını sürdüren ölmeye yatanın yerine serebilir mi nefesini? Öldükten sonra yalnızca rüzgârın ve dalgaların sesini duymak isteyenin duyumsayabildiğini duyabilir mi geride kalmış insan? L’avenir (Yönetmen: Mia Hansen-Løve; 2016) ya da Gelecek Günler izleyene kapısını bu sorularla açar. Ölüm üzerine ne bildiğinin, neyi bilebileceğinin şüphesiyle bırakır sonra. Ölmekte olan unutmaya daha yatkın olansa hatıralar ölüm için olana kalacaktır.
İsimler, yerler, yaşantılar bir bir çeker kendini yaşamın coşkulu seslerinden. Kendisiyle mesafelenir insan, yanındakiyle ve en yakını bu ölüm skandalının karşısında bocalamaya başlar. “Ölüm, kendine özgü bir olay olarak betimlenmeye izin vermek yerine, anlamsızlığıyla bizi ilgilendirir. Zamanla (bizim sonsuzlukla ilişkimizle) ilgili noktası sadece bir soru işaretidir.” (1) Yaşam mücadelesine devam edenlerin ateşli istençlerinin yanında gitmeye hazırlananların ve arka bahçeye sandalyesini atanların hareketliliğidir sahnede vuku bulan.
Sahnede kimse kalmayınca insana ne kalır başka? Nathalie yalnızlığıyla yaşayabilmenin öğretisine sahiptir, yaşamına dâhil ettiği düşüncelerle, filozoflarla. Artık var olmayanların arkada bıraktıkları varlıkları, sesleri yankılanır, bir imkândır ölüm; sesinin yankılanmaya devam edebilmesinin imkânı. Günler ve gecelerin bitmesinin ardından, gözyaşına dönüşebilmesidir insan. Yaşadığı kaygının bir başkasına devridir.
Nathalie’nin açmadığı, açamadığı telefonların sonunda artık kimseye çıkamayışıdır ölüm. Bir varlık olarak orada kalır. Annenin ölümünün ardından “ben’in” ölümü başlar. Çocuklar evden ayrılır, eşi terk eder. Hayatın karşısında yine geldiği gibidir. Hiç başlamamış gibi ancak bitiş çizgisine de adımlayan. Zamanında verilen kavgaları veren başkaları vardır artık. Her şey çok değişmiştir ancak değişen bir şey de yoktur bir yandan. İnsanın kendi döngüsünü tamamlaması kalabalıklaşır zamanla ancak ölüm anına yaklaştığında yine yalnızdır insan.
Nathalie’nin sular geri çekildiğinde bataklığa dönüşmüş okyanusta yürüyüşü bunu simgeler biraz da. Kulaç attığı ne varsa, sular çekildiğinde kendisiyle kalacaktır insan, bu bir önermedir bir yerde deꓽ sular geri çekildiğinde nereye gidebilir insan?
Düşünce ve deneyim arasındaki ayrım
Gidebileceği tek yer yalnızlığıdır insanın. Bir şeyler yokken bir şeylerin olması gerekir ki yalnızlığını doldurabilsin o şeylerle. Olması gerekenler olur. Düşüncelere dalabilesin diyedir belki de bir şeyler. O şeylerin hiçbir şeyliğiyle yüzleşildiği yerde yine bir şenlik başlatır belki insan. Bir şeyler başlamaya devam etsin diye. Ölümün kendini iki kere yerleştirdiği yerde bir üçüncünün yaşamı başlatmasıdır L’avenir.
Gelecek Günler, yok olanı düşünmenin imkânsızlığıyla biter belki de, var olanın kendini dayatmasıyla. Düşünce ve deneyim arasındaki ayrımda, insanın her nefesinde deneyimlemeye devam etmesinin kazanımıdır L’avenir. Yalnızlığın deneyimi, yok oluşun deneyimi, baştan başlamanın ve belki de artık bir şeyleri baştan başlatamamanın deneyimi, başkalarının başlangıçlarına şahit olmaya devam etmenin deneyimi.
Kendilik deneyiminden kaçış ölümün varlığına değin söz konusu olamayacaktır, bundan dolayıdır ki kaçışın kendisi de deneyimin, sürdürmenin, var olmanın hareketidir bir yerde. Nathalie’nin kaçışı ölmekte olanın yalnızlığıdır, önce okyanusa, sonra dağlara ve nihayetinde dünyaya gözlerini yeni açmış olana. Önce içine dönmek ister insan ölümle, sonra başkalarına.
Dipnot:
1) Emmanuel Levinas, Ölüm ve Zaman, syf. 27, Ayrıntı Yayınları.