Share This Article
Amerikan romancı William Faulkner, 20. yüzyılın başından itibaren edebi modernizmin kilit figürlerinden biri olarak ortaya çıkar.
Romanlarında modernizmin sık sık beslendiği bölünme (fragmentation) ve bilinç akışı (stream of consciousness) gibi edebi teknikleri, kendine özgü ve düşündürücü bir şekilde okuyucuya zahmetsizce sunar.
Bu bağlamda, Faulker’ın romanlarında modernizm çerçevesinde yapılan birçok çalışma, genellikle Faulkner’ın ABD’nin güney geleneğinin çöküşünü, kusurlu insan doğasını ve romanlarındaki karakterleri ağır şekilde etkileyen mitik geçmişe olan derin bağlılığını analiz etmeye odaklanmıştır.
Ancak, feminist teoriyle yeniden canlanan kimlik tartışmaları, Faulkner’ın eserlerinin kurgusal ortamına, özellikle “Yoknapatawpha” adlı kurgusal mekanına yeniden bakma konusunda bir ihtiyaç doğurur. Bu kurgusal mekanı romanlar çerçevesinde daha derin bir bakış açısıyla keşfetmek, Faulkner’ın romanlarını ve eserlerini daha iyi anlamada önemli bir katkı sağlayabilir.
Faulkner’ın doğum yeri Lafayette County ile coğrafi olarak benzerlik gösteren “Yoknapatawpha County”, kuzeyde ve güneyde nehirlerle sınırlıdır. Ancak, Faulkner’ın gerçekliği mittik bir şekilde dönüştürmesi, bu yerin çok katmanlı yönlerini ve sembolik önemini ortaya koyar.
Bu kurgusal yer, ABD’nin güney geleneğinde ataerkil bir temsille kök salmış olmasına rağmen, paradoksal bir şekilde “doğa ana”yı temsil eder, burada annelik gücü, tüm erkeklerin güçlerinden üstündür. Bu bağlamda, Yoknapatawpha County, psikolojik feminist bir bakış açısıyla yorumlanabilir ve pastoral bir temsil olarak, doğa ve annelik gücünü sembolize eden Gaia’nın bir tezahürü olarak görülebilir.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Taşan doğa
Amerikalı akademisyen ve sosyal eleştirmen Camille Paglia, Cinsel Kimlikler (Sexual Personae) adlı kitabında antik bir doğurganlık sembolü olan Willendorf Venüsü‘nden bahseder. 1908’de Avusturya’da keşfedilen ve Paleolitik döneme ait olduğu tahmin edilen bu tarih öncesi kireç taşı figür yaklaşık 11 cm boyundadır. Belirgin göğüsleri, şişkin karnı ve geniş kalçalarıyla “yüz” özelliklerinin tamamen saklandığı bu figür doğurganlık ve bereket özelliklerine vurgu yapar.
Bu kötü ikiz “Venüs”- bir güzellik sembolü olarak mitolojik bir figür, ancak bu örnekte ters bir imaj – o kadar bereketlidir ki, biçimsiz vücudundan taşan bolluk net olarak görülür. Biraz da ürpertici olan bu figür bir eliyle yaratırken diğer eliyle yok eder.
Bu bağlamda, Willendorf Venüsü, Yoknapatawpha yaratımını analiz etmek için bir başlangıç noktası olabilir. Onun yuvarlak vücut kıvrımları, bu kurgusal yerin yukarıda Tallahatchie Nehri ve aşağıda Yoknapatawpha Nehri altta olmak üzere iki nehirle belirlenen düzensiz sınırlarını çağrıştırır. Aynı zamanda bu nehirlerin yaratımdaki varlığı, büyük su kütlelerinin her medeniyetin kalbinde yattığını da gösterir.
Birçok antik kozmoloji veya yaratılış anlatısı bu durumu doğrular. Örneğin, Mısır kozmolojisinde “Nun”, genellikle tüm yaşamın ve yaratılışın kaynağı olarak kabul edilen ilksel suları temsil eder; suyun sonsuz ve kaotik genişliği, dünyanın ortaya çıktığı boşluk.
Diğer yandan, “Apsu”, Mezopotamya’dan, özellikle Babil ve Sümer mitolojilerinden bir kavramdır. Apsu, ilksel tatlı su okyanusu ile ilişkilendirilmiş olup, yeryüzünün altındaki orijinal, taze ve tatlı suları temsil ederdi.
Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında Clarissa P. Estes, nehirleri “yerin uylukları arasındaki tatlı yarıklar” olarak tanımlar. Yoknapatawpha‘nın nehirleri, Willendorf Venüsü‘nün uylukları arasındaki yarıklar olarak düşünülemez mi? Bu nehirler sınır tanımazlar, yükselen ve taşan bir güçlerdir ve insanın başa çıkması gereken bir kuvveti temsil ederler. Faulker’ın romanlardaki aileler de bu nehirlerden beslenirler, ancak Döşeğimde Ölürken romanındaki gibi ölümün habercisi de olabilirler. Aynı hem yaratıcı hem de yok edici olan Willendorf Venüsü gibi.
‘Döşeğimde Ölürken’
Gelgelelim Yoknapatawpha‘daki pastoralizm ve Gaia‘nın tezahürüne. Bu ilçede, gökyüzü dininden (sky cult) bir toprak dinine (earth cult) bir geçiş, her şeye gücü yeten erkek Tanrı’dan kaotik ilksel Gaia‘ya bir geçiş söz konusudur. Yoknapatawpha‘daki her kadın bu fenomenin bir uzantısı gibi romanlarda ortaya çıkar.
Örneğin Döşeğimde Ölürken’de, ailenin annesi Addie Bundren’ın ölmesi ve onun son isteğini yerine getirme çabası çevresinde kurgulanan romanda bu açıkça görülebilir. Aile Addie’yi aile mezarlığına gömmek üzere uzun bir yola çıkar. Bu grotesk görevde okuyucu, tabutun hızla çürüyen ve bu nedenle etrafa dağılan kokusuyla ailenin yolculuğunu izler. Roman boyunca ise çocukların anneyi doğayla ilişkilendirme şekillerine şahit oluruz. Cesetin Gaia‘yla, her şeyin annesi olan bu ana ile birleşme aceleciliği, ailenin ikinci oğlu Darl’ın “sabırsızlanıyor” şeklindeki sözleriyle kendini gösterir.
Ufak bir nehrin geçilmesi gereken bir noktada, tabut devrilir ve hızla akan suya düşer. Gaia da Addie’yi kucaklamaya sabırsızdır, Addie de doğanın bir parçası olmak istemektedir. Bu anda, ailenin en genç üyesi Vardaman, çocukça bir masumiyetle “Annem bir balık” der. Şimdi anne, nehirlerde yüzen bir balığa dönüşür, doğa ve anne figürünün metaforik olarak birleşir. Buna göre, Addie bedensel bir fenomen olarak ölmesine rağmen, doğa aracılığıyla yaşamaya devam eder.
Vardaman, annesinin tabutunun çeşitli yerlerinden delindiğini gözlemler ve roman boyunca, annesinin ormanın içinden kendilerine baktığını hisseder; çünkü Addie artık doğa ile iç içedir. Aynı zamanda, Vardaman’ın bu sözleri ve hisleri, ölülerin bir şekilde kozmosta var olduğuna inanan Kızılderili inancıyla da örtüşür.
Hayattayken de Addie’nin tek kaygısı sık sık yıkım ve şiddettir, öğrencilerini kırbaçlar ve her kırbaçladığında, kanın bedenlerinden sıçradığını gördüğünde canlı hissetmektedir. Bu kan, Addie’nin Gaia‘ya hizmetinin nedeni olarak kendini ifade eder:
Bulduğuma inanıyordum. İnanıyordum ki bunun nedeni yaşayanlara, korkunç kana, toprak boyunca kaynayan kızıl, acı kana karşı görevimizden ileri geliyordu.
Addie’nin kanı ve toprağın suyu bir bütün haline gelir, bu da onun “artık kanım ve etim olan toprak” şeklindeki ifadesiyle belirtilir, tıpkı insan vücudunun damarlarındaki kanla yaşadığı gibi, Yoknapatawpha da Gaia‘nın nehirleri aracılığıyla yaşar.
Faulkner’ın Döşeğimde Ölürken adlı eserinde, Addie Bundren’ın ölümü ve ailesinin onun son isteğini yerine getirme çabası, bu bağlamda doğa ve annelik temalarının nasıl işlediğini gösterir. Addie’nin doğayla birleşme süreci, Yoknapatawpha‘nın nehirlerinin sembolik gücünü vurgular. Faulkner’ın romanları, doğa, annelik ve mitik geçmişin bir araya geldiği, çok katmanlı ve düşündürücü bir anlatım sunar.