Share This Article
Yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşanan, hem çağın geri kalanını hem de yirmi birinci yüzyılı etkileyen olayları anlayıp yorumlamamızı sağlarken felsefeyi ve edebiyatı bir araya getiren, “filozof olmak istiyorsan romanlar yaz” diyen, intiharı en önemli felsefi sorun diye niteleyen, felsefi söylemi absürt ve başkaldırı olarak ikiye ayrılan Albert Camus; romanlarıyla ve denemeleriyle yaşadığı çağın tanığı hâline gelmiş bir sanatçı-filozoftu.
Kitaplarında dönemiyle, zamanının aktörleriyle ve onların eylemleriyle olduğu kadar, insanla ve kendisiyle de yüzleşen, tartışıp hesaplaşan Camus; geçmiş ile yaşadığı yılların bağlantısını kurmakla kalmıyor geleceğe de sesleniyordu. Eski Yunan’a, Akdeniz’e ve güneşin aydınlattığı yüzlere ve zihinlere hayranken totalitarizme, savaşlara, saçmanın hükümranlığına, insanın alçaltılmasına tepki gösterip hangi niyetle ve amaçla gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin intihara ve cinayete karşı çıkıyordu. Bu yolda, dönemin en önemli entelektüelleriyle ve dostlarıyla (örneğin Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’la) kavgaya tutuşmaktan geri durmuyordu.
Saçma ve başkaldırı arasında sıkıştırılan insanın ve dünyanın durumunu anlatmaya uğraşan Camus’nün, bir yazar olarak yeni yeni tanındığı dönemde (1935), edebî ve felsefi söylemini adım adım kurarken tuttuğu notlardan oluşan Günlükler, aynı zamanda olup bitenlere verdiği tepkileri ve yaşamından kesitleri de içeriyor.
‘Güzellik, özgürlükle birlikte, benim en kötü kaygım’
1935-1959 arası tuttuğu notların toplamı olan Günlükler, Camus’nün yaşamından ve çalışmalarını kaleme aldığı “an”lardan bir yansıma. Öte yandan, çağının tanığı olan yazarın hayatına dair ipuçları sunuyor. Diğer bir ipucu ise eserlerinin oluşumuna ilişkin; Mayıs 1935-Şubat 1942 arasında, ilk dönem metinlerinden Mutlu Ölüm’ün, Yabancı’nın, Sisifos Söyleni’nin, Tersi ve Yüzü’nün izlerine rastlıyoruz.
Camus’nün absürdü işlediği dönemin ısınma koşuları bu notlar; “evet” ve “hayır” arasındaki ince çizgiyi anlatma uğraşı bir bakıma. 15 Eylül 1937’de kaleme aldığı satırlar buna küçük bir örnek:
Gözyaşlarının ve güneşin çehresindeki yaşam, tuzdaki ve sıcak taştaki yaşam, benim sevdiğim ve anladığım şekliyle yaşam, bana öyle geliyor ki bu hayatı okşadıkça bütün ümitsizlik ve sevgi güçlerim birleşecek. Bugün, evet ve hayır arasındaki bir durak değil. Bugün hem evet hem hayır. Hayır ve gözyaşı ve güneş olmayan her şeye isyan. İlk kez yaklaşan vaadini hissettiğim hayatıma evet.
Düşünsel gezginliği kadar, seyahatlerini de not ediyor bu defterlere; Avusturya, Cezayir, Çekoslovakya ve İtalya arasında gidip gelirken yolculuğun “kişinin kendini geliştirmesini sağlayan bir çile olduğunu”, bakmayı ve görmeyi kolaylaştırdığını söylüyor. Gezilerinde yalnızlığın öğreticiliğini kavrarken insanlara hiçlik ve yalnızlık aşılanmasından duyduğu endişeyi dile getiriyor:
Kaybolmanın ve her şeyi inkâr etmenin, hiçbir şeye benzememenin, bizi tanımlayan şeyi sonsuza dek kırmanın, şimdiki zamana yalnızlık ve hiçlik sunmanın, yazgıların bir anda yeniden başlayabildiği o eşsiz noktaya kavuşmanın verdiği baş dönmesi. Bu ayartı süreklidir. Ona boyun eğmek mi, yoksa reddetmek mi gerekir? Bir eserin saplantısı mırıl mırıl bir hayatın çukuruna taşınabilir mi, yoksa tam tersine hayatını ona denk kılmak, o şimşeğe itaat etmek mi gerekir? Güzellik, özgürlükle birlikte, benim en kötü kaygım.
Ocak 1942-Mart 1951 arasındaki notlarından oluşan günlüklerinin ikinci kısmında Camus; okumalarıyla, yaptığı alıntılarla ve fikirleriyle karşımıza çıkarken aslan payını tarihe veriyor. İkinci Dünya Savaşı’nın başta Avrupa olmak üzere, yeryüzünün pek çok noktasını etkilediği dönemde kuralsızlığın “kural” hâline getirilişinden ve nihilizmin çoğunluğu esir alışından dem vuruyor. Zarafetini yitirmiş halkları, yoksunluğu ve göçmene dönüşen insanları gözlemliyor.
Yabancı’nın yayımlandığı ve artık bir yazar olarak tanındığı dönemde Camus, ikinci kült romanı Veba’yı kaleme alıyor; sefaleti, yalnızlığı, ayrılığı, umutsuzluğu betimleyip bunlara başkaldırıyı ve sonrasında gelen zaferi, salgın ve iyileşme metaforlarıyla okura sunmadan evvel günlüklerinde provalar yapıyor.
İkinci topyekûn savaşın yarattığı yıkımın ne bir sonra ne de başlangıç olduğunu söylerken direnişe ve başkaldırıya atıfla cellat ve kurban ilişkisine dair bir not düşüyor:
Ya kurban ya da cellat olmayı seçmek zorunda kaldığımız bir dünyadayız, hepsi bu. Bu kolay bir seçim değil. Bana aslında cellatlar yokmuş, sadece kurbanlar varmış gibi gelir hep. Elbette sadece sonuçta. Fakat bu, yaygın olmayan bir gerçektir.
‘Hangi ahlak bizim sadece şimdiki zamanda yaşamamızı sağlayabilir?’
Camus’nün esas meselesi olan düşmüş insanı ayağa kaldırma ve Eski Yunan’daki hümanizm, Günlükler’de de karşımızda. Yirminci yüzyıla bakıp neredeyse hiçbir şeyin saf olmadığını ve hemen her şeyin zehirlendiğini gördükçe Camus, “bu yüzyılın sefaleti; kısa süre öncesine kadar kötü eylemlerin haklı gösterilmesi istenirdi, bugün ise iyi eylemlerin” diyor.
Cezayir asıllı bir Fransız olan Albert Camus, yoksulluk içinde doğmuş, Bogartvari hatlarıyla kolayca büyüleyen bir çehreye sahipti.
İnsanın ve yaşamın değerini her şeyin önüne koyan Camus, “yaşama aşkının kaybolması durumunda kişiyi hiçbir anlamın teselli etmeyeceğini” söylerken zamanının ve geleceğin trajedileri için bir uyarıda bulunuyor:
Dünya binlerce yıl insanlar soğuk mezar taşlarının üzerinde işkence görürken başkalarının olabilecek en umursamaz tavırlarla başka taraflara baktığı o İtalyan Rönesans resimlerine benzedi. İlgilenenlerinkinin yanında, ‘ilgilenmeyenler’in sayısı baş döndürücü boyutlardaydı. Tarihi tanımlayan şey, başkalarının felaketiyle ilgilenmeyenlerin miktarı idi. Bazen ilgilenmeyenlere sıra geliyordu. Fakat bu da genel umursamazlığın içinde gerçekleşiyor ve biri diğerini telafi ediyordu. Bugünse herkes ilgileniyormuş numarası yapıyor. Adalet sarayı salonlarında şahitler birden kırbaçlanana dönüyorlar.
Mart 1951-Aralık 1959 arasında tuttuğu notlarda, felaketler ve trajedilerin tetiklediği başkaldırı ve direniş ağır basıyor. Başkaldıran İnsan’ın yayımlanmasıyla hem övgü alan hem de eleştirilen Camus, bir yandan seyahatlerini anlatıyor diğer yandan kavgalarını. İtalya yolculuğu sırasında Sartre ve Beauvoir’la kavgasının iç yüzünü kâğıda dökerken ikilinin kendisine yönelik eleştirilerinin saldırıya dönüştüğünü belirtiyor. Dahası, asla içinde yer almadığı varoluşçuluğu yine Sartre ve Beauvoir üzerinden yeriyor.
Camus, Avrupa’nın yaşadığı toptan yıkım ve ardından gelen Soğuk Savaş karşısında gelecek yoksunluğu tehlikesine dikkat çekip “Hangi ahlak bizim sadece şimdiki zamanda yaşamamızı sağlayabilir? Onur ve özgürlük” diyor.
‘Benim için yaşam gizlidir’
Camus’nün zihnini meşgul eden bir başka şey, çocukluğundan beri peşini bırakmayan verem ve onun yarattığı fiziksel güçsüzlük. Bunlara karşın yaşama aşkından vazgeçmezken hastalığının üstüne gidiyor ve kendisini mutsuz kılan pek çok şeyi aşmaya çabalıyor. Güneşe ve denize tapmaya, okurluğa, yazarlığa, gezmeye ve izlemeye devam ediyor. Susan Sontag, bu tavrı nedeniyle ona “tam bir yazar” diyor.
Sanatçı-filozof Camus, günlük tutma ve bunları okura açma konusunda isteksiz olduğunu not ederken defterlerinin kitaplaştırılacağını öngörmüyor, bu da onun yalnızlık ve mahremiyet anlayışıyla örtüşüyor:
Bu günlüğü tutmak için kendimi zorluyorum ama tiksintim pek şiddetli. Artık bunu niçin hiçbir zaman yapmadığımı biliyorum: Benim için yaşam gizlidir. Başkaları nezdinde böyledir (…) ama benim nezdimde de böyle olmalı, onu kelimelerle ifşa etmemeliyim. Boğuk ve kelimelere dökülmemiş, bana göre hayat bu şekilde zengindir. Eğer şu an kendimi buna zorluyorsam hafıza eksikliğim karşısında kapıldığım panik yüzünden. Ama devam edebileceğimden emin değilim. Kaldı ki şimdi bile pek çok şeyi kaydetmeyi unutuyorum ve düşündüğüm hiçbir şeyi söylemiyorum.
Eserleri gibi kendisini mutlu eden ve mutsuz kılan hemen her gelişmeyi satırlara döktüğü Günlükler, ölümünün üzerinden altmış beş yıl geçen Camus’nün edebî ve felsefi söyleminin tartışılıp öğrenilmesini sağlıyor. Günlükler de hem kitaplarının ve söyleminin hem de yaşama bakışının yansıması olarak hâlâ insanlığa seslenen Camus’ye dair fikirlerin ve tartışmaların bir köşesinde duruyor.
Günlükler 1935-1959, Albert Camus, Çeviren: Berna Günen, Can Yayınları, 560 s.