Share This Article
Byung-Chul Han, Eros’un Istırabı’nda temassız, aşırılıktan ve ihlalden yoksun “aşk”ı anlatırken kendini “verimle”, “başarıyla” ve “projelerle tanımlayıp git gide narsistleşen öznenin krizini ortaya koymuştu. Arzunun ötelendiği, performansın ve tüketimin ön plana çıktığı dünyada, her şeyin hesaplanıp kurgulanabilir hâle getirilmeye çalışıldığını hatırlatan Han, başarının ve kendinin sunumunun derdine düşen narsist öznenin “Başka” olanı unuttuğunda mevcut buhranının derinleştiğini söylemişti.
Kültür ve medya eleştirmeni Dominic Pettman, da Han’ı destekleyip el artırdığı Libido Zirvesi’nde hazzın ve arzunun azalışıyla tüketimin hızlanışı ve çevre tahribatı arasında güçlü bir bağ kuruyor. Karşısındakiyle ilgilenmek yerine teknoloji bağımlısı birer zombi olmayı tercih eden ya da buna dönüştürülen insanların yarattığı ekolojik krizi betimliyor.
‘Erotik enerji rezervuarına yabancılaşan insan’
Pettman, Han’ın bahsettiği temassızlığın ve karşısındakiyle ilgilenmeyen insanın, hem bir yakınlık veya ilişki hem de çevre krizine yol açtığını belirtiyor. Başka bir deyişle yakınlaşmaya, temasa ve ilişkiye değil de tüketime yönlendirilen libido, ekolojik felaketlerin bir köşesine eklemleniyor. Bu noktada yazar, Freud’un “libidonal ekonomi” kavramını, Eros’un yalnızca sekse indirgenmediği; yaşamın duygusal ve entelektüel zevklerini kapsayan “libidonal ekoloji”ye dönüştürüyor.
Teknolojiye gömülmüş dünyada mekanikleşmiş kişinin, kendine benzeyenlerle kurduğu temassız “ilişki”, Pettman’ın söz ettiği insanî buhranın ve çevre krizinin önemli bir parçası. Libidonun tüketime endekslenmesi, bu krizini diğer tarifi.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Pettman, zamanımızda libidoyu oynak bir arkadaş veya heybetli bir düşman olarak tanımlayanların esas meseleyi kaçırdığını hatırlatıyor: “Kişinin, erotik enerji rezervuarına git gide yabancılaşması.”
Yeşil kapitalizmin lokomotif kavramı sürdürülebilirlik, libido ve aşk tüketimine de uyarlanıyor. Böylece iş, doğal olarak libidonun tüketiminin sürdürülebilirliğine dönüşüyor. Pettman, bazı filmlerin bu amaçla çekildiğini, bazı akıllı telefon uygulamalarının bunun için tasarlandığını ve çoğu ürünün bunun devamına yönelik piyasaya sürüldüğünü anımsatıyor. Daha ötesi de var:
“Bir kişinin arzu objesinin görsel tezahürü daha önce hiçbir zaman bir ya da iki tık ötesi kadar kolay erişilir değildi. Hâl böyleyken çıplak bedenlerin kendilerine ya da birbirlerine egzotik (veya en azından çılgınca) şeyler yapmasına aniden bu kadar kolay erişmemizin -iddia edilebilir ki- libido üzerinde yıkıcı bir etkisi var. Gerçekten de görsel cinsel uyaranlara 7/24 erişimin ardından gelen genel tükenmişlik durumuna ‘libido zirvesi’ diyoruz.”
Pettman, gerçek arzu ve tutkunun yerini alan sanallığın ve tüketimin sürdürülebilirliğinin, dünyayı kuraklaştırdığını ve ilişkileri çoraklaştırdığını söylerken “libido zirvesi”yle yabancılaşmış insanı itinayla yarattığını anımsatıyor. Buna yönelik bir umut ekonomisi var elbette:
“Eski moda (yani ataerkil) erotizm, zevk almanın bile bir çeşit iş hâline geldiği bir dünyada artık yaşam desteğine bağlıdır. (…) Cinsellik, çoğunlukla medya ve kültür endüstrilerinin yönettiği başka bir tür işgücü. (…) Testislerimizi bozan, dudaklarımızı geren veya sadece zamanımızı boşa harcayan kâr güdüsünün çok fazla şahsileştirilmesi söz konusu. O yüzden Viagra ve ereksiyon bozukluklarını tedavi eden diğer ilaçların bu kadar kazançlı bir endüstri hâline gelmesine şaşırmamak lazım. Kadının cansız seks dürtüsünü şarj edecek bir ilaç arayışının milyar dolarlık bir hadise olması da sürpriz değil.”
Edebiyat teorisi, felsefe, medya teorisi ve kültürel başlıklarda çalışmaları bulunan Pettman, büyük soruları ele alıyor: İnsan nedir? Aşk nedir? Güzellik nedir? Güç nedir?
Temasa ve arzuya dönüş umudu
Pettman, libidonal ekolojinin kavramsal çerçevesini çizerken Freud’un tarifinden libidonun bugünkü anlamına veya algılanışına ulaşıyor. Ardından, “libido zirvesi”yle neleri yitirdiğimizi ve bu karanlıktan çıkış umudunu nasıl bulabileceğimizi hatırlatıyor:
“Libido zirvesi, en kıymetli insan kaynağını kaybettiğimizi öne sürer: Bağlanma, bütünleşme, keyif verme, hayatî ve gelişen insanî ilişkileri yeniden kurma becerisi. Bazı kişiler bunun sebebinin, ‘dijital parmaklıklar’ içinde sıkışmış bir ‘hayvan’ fenomenolojisine dönüş olduğu konusunda ısrar edecektir. Neo-Pavlovcu memeliler olarak artık akıllı telefonlarımızın çıkardığı ‘ding’ sesine şartlanmış durumdayız, açık uçlu tutkulu davranışları besleyecek zihinsel alanı kurabilecek durumda değiliz. Ancak belki de arzunun çöküşünün kronik tür merkezciliğimizi de yerle bir edeceği, daha umut veren karşı bir hikâye vardır.”
Pettman gibi libidonal ekoloji üzerine düşünüp çalışanların yoğunlaştığı mesele, şimdilerde baskılanan tutkulu çekimin yani temasın ve yakınlaşmanın geri getirilmesi, arzunun ifadesi ve yaşanması. Ket vurulmayacak libidonun büyütülmesi, eğitilmesi ve topluma yayılmasının yanı sıra aşkı ve merakı canlandırmak da buna dâhil. Kısacası libidoyu bir tüketim unsuru hâline getirmek yerine doğasını düşünerek onu yaşatma yolunda ilerlemenin önemini vurguluyor yazar.
Değişen dünyada, dönüştürülen ilişkilerde ve örselenen doğada bir şeyleri muhafaza edip yaşatmak hayli zor. Özellikle de eski dünyaya ait olanları. Bu nedenle gerçek libidonun ve libidinal ilişkinin önemini vurguluyor Pettman; bu da hesapçılıktan uzaklaşmayı ve doğallığı gerektiriyor. Diğer bir deyişle arzuların tercih edilmesini ya da yeşertilmesini.
Pettman, libidinal ekolojinin tam da böyle bir işlevi, daha doğrusu insanı sağaltan bir etkisi olduğunu anlatıyor kitap boyunca. Yazarın libidinal ekoloji tarifi ise meselenin özü olduğu gibi günümüzdeki başlıca sorunlar için çözüm önerileri de içeriyor:
“Libidinal ekoloji kendi arzusuyla gelişiyor çünkü dünyanın ekolojik şartları hızla değişiyor. İklim ısındıkça libidolarımız soğuyor. Fakat diğer taraftan, iklim tuhaflaştıkça kişilerarası yakınlığa dair seçeneklerimiz de tuhaflaşıyor. Kabul ediyoruz, bu değişim hızla çöküşe doğru ilerliyor. Ancak değişim ve mutasyonun olduğu her yerde umut da vardır. Tekrar Lucretius’a atıfla bir şey hareket hâlindeyse dönme şansı da vardır. (…) Kültürel alışkanlıklar sinekler kadar hızlı tükeniyor. Ancak bu ‘muhafaza etmenin’ çok daha ötesinde bir problem. Artık geri dönemeyiz çünkü dünyanın çözünmez doğası şimdi plastik ve diğer insan yapımı çöplerle dolmuş durumda. ‘Bahçeye geri gitmenin’ yolunu bulsak bile bahçeyi değişmiş, düzenlenmiş, optimize edilmiş, kablosuz ağ ile donatılmış, darmadağın olmuş, yeniden yapılanmış ve genetik manada modifiye edilmiş bulabiliriz. (…) Dünya libidinal tükenme, kayıp, blokaj ve el koyma nedeniyle ölüme yaklaştı. Ölüme yakınlığımız atmosferde karbon miktarının artması gibi büyüyen ve katlanan bir geri besleme döngüsüne yakalanmış durumda. Arzularımız da tuzağa düşmüş, aşırı ısınmış ve tehlikeli hâle geldi. Bu sürdürülebilir bir durum değil. Bu döngüden çıkmanın tek yolu -şayet çok geç değilse- birbirimizle ve çevremizdekilerle yeni libidinal ilişkiler büyütmek. Gerçekten, ilgi, dikkat, oyun, ifade, deneyim vb. içeren ilişkiler. (…) Libidinal ekoloji sadece doğal çevremize yapılan yapay müdahalelerle değil, aynı zamanda kültürel çevre aracılığıyla da özellikle medya ekolojisi yoluyla salınan sera gazları aracılığıyla da zehirlendiğimizin farkındadır. Libidinal ekoloji umutsuzlar için bir tür anti-umutsuzluk durumu yaratır. Her zamanki gibi iş hayatı için boş bir terim veya küçümseyici bir mazeret değildir. Dünya(lar)da birlikte olmanın yaşanan, hissedilen, paylaşılan ve sürdürülen bir formudur. Libidinal ekoloji gizliliği ihlal edilmiş (Çünkü bu noktada gizliliği ihlal edilmemiş bir şey var mıdır?) bu cümledeki her kelimeyi vurgular, aynı zamanda onları bir araya daha çok bağlar. Libidinal ekoloji mevcudiyeti, içkinliği, ontolojik zıvanaları, kapsayıcılığı ve var oluşa veya deneyime ev sahipliği etme, anlatma ve somutlaştırmanın çoğul (genelde birbirine rakip) yöntemlerinin altını çizer.”
Libido Zirvesi, Dominic Pettman, Çeviren: Oya Gürbahçe Teoman, Ayrıntı Yayınları, 158 s.