Share This Article
William Shakespeare’in klasikleri arasında bulunan Julius Caesar oyununda Caesar, o ünlü sahnede öldürülür ve ardından komutanı Marcus Antonius, Romalılara şu sözlerle seslenir:
“…Kan ve facia görmeyi kanıksayacak herkes.
Savaş sırasında çocukları doğransa
Gülüp geçecek anneler sadece.
Dehşet göre göre, merhameti unutacak insanlar.”
Kendisinden neredeyse 15 asır önce yaşamış tarihsel bir kişiliği konuşturan Shakespeare’in ne kadar iyi gözlemci olduğu dikkate alındığında, bu sözlerin aslında kendi dönemini betimlediğine şüphe yok. Savaş çocukların bile öldürüldüğü bir dehşettir ve bu büyük şair ve tiyatrocunun çağdaş penceresinden gördüğüdür. Bu pencere her çağda açıktır.
Merhamet unutulur mu?
Eski Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in “psikopat” olarak tanınan büyük oğlu Uday Hüseyin’in dublörlüğünü yapan Latif Yahya, “Saddam’ın Oğluydum” isimli tartışmalı kitabında bu zorunlu dublörlük dönemini anlatır. Yahya, Uday Hüseyin’in dublörlüğüne seçildiğinde kendisine estetik operasyonların hemen ardından işkence videolarının izletilmeye başlandığını belirtir. Önce bunun nedenini anlayamaz. Bunun ardından işkenceleri bizzat canlı izlemeye zorlanır. Yahya, kendisine işkence tekniklerinin öğretilmeye çalışıldığını düşünür ancak bir süre sonra yapılmak istenenin aslında barındırdığı tüm insani duyguları öldürmeye yönelik bir işkence olduğunu anlar.
Peki, “dehşet” kanıksanacak bir durum mudur? Daha da ötesi, merhamet unutulur mu?
Bu sorulara bugünün penceresinden yanıt vermek için önümüzde oldukça güçlü örnekler var.
Savaş “Y kuşağı” olarak adlandırılan bizlerin bilincine, televizyonların artık neredeyse her evde bulunduğu dönemde kazandı. “Savaş” yeni değildi ancak Yugoslavya trajedisinin yaşandığı dönemden farklı olarak, dehşetin canlı kanlı artık evimizin içine girmişti. Ajanslarda, katliamlar çarpıcı görüntülerle aktarılıyor ve dehşet tüm çıplaklığıyla karşımızda duruyordu.
Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Jabaliya mülteci kampında İsrail hava saldırıları sonrasında enkaza dönen binalar arasında bir adam yıkıntıların arasında oturuyor, Fotoğrafı: Abed Khaled
Şiddet sarmalı
Y kuşağının diğer kısmı için ise dehşetle tanışma yılı 2000’dir. İşgal altındaki Gazze’de İsrail’e karşı başlatılan İkinci İntifada sırasında bir duvarın dibinde silahsız baba ve kendini siper ederek korumaya çalıştığı 11 yaşındaki oğlu Muhammad al-Durrah vardır. Muhammad, işgal güçlerinin kurşunuyla vurulur ve hayatını kaybeder. Bu anlara dair görüntüler televizyonlarda tekrar tekrar gösterilir ve bizler bu dehşete evimizin içinde tanıklık ederiz.
11 Eylül 2001’de ABD’deki İkiz Kulelere yapılan saldırının ardından ABD’nin bu bahaneyle başlattığı Afganistan işgali, hemen ardından “kimyasal silah” bahanesiyle başlattığı Irak işgali, Osetya’da Rusya-Gürcistan çatışmaları, İsrail’in ardı arkası kesilmeyen Filistin saldırıları sonucunda ortaya çıkan dehşeti çocukluk bilincimize kazımıştır.
Bu dönemde, dehşet görüntüleri internetin de hayatımıza girmesiyle an an ulaşılabilir bir hâl almıştı. Sadece bu da değil, “ölüm ve katliam” artık bir bilgisayar oyunlarıyla, klavye başındaki biz gençler için oldukça gerçekçi görüntülerle “yeniden üretilir” hale gelmişti.
Bir süre sonra akıllı telefonlar ortaya çıktı ve “dehşet” artık her an elimizin altındaydı. “Arap Baharı” denilen ve emperyalizmin modern “Yeşil Kuşak” projesine dönüştüğü dönemin ürünü olan cihatçı örgütlerin kafa kesme sahneleri, insanları yakmaları, kadınlara yönelik işkence ile cinayetleri bir dokunuşla önümüzdeydi.
Son genç kuşak olan Z kuşağının “dehşet”le tanışması ise yüksek yoğunluktaydı. Bu kuşak, Y kuşağının aşamalarla geldiği “dehşet kanıksaması”nın ortasına doğmuştu.
İsrail, canı her sıkıldığında soykırımın dozunu artırdı
Kuşaklar arasındaki dehşet kanıksamasının yansımasını İsrail’in Filistin’de devam eden son soykırım girişiminde görmek mümkün. Hamas’ın saldırısıyla başlayan süreçte İsrail gibi bir şeriat terörizmine son dönemde moda olan ve neredeyse duymaktan nefret etme noktasına getirilen “seküler” atıfları yapılmıştır. “Cihatçı Hamas başlattı, İsrail de karşılık verdi. Normal” diyenler ve neredeyse katledilenleri suçlayarak “E Filistinliler de toprak satıyormuş” çarpıtmasına sarılanlar olmuştur. “Acaba Filistin’den mülteci gelir mi?” kaygısına kapılanları görmüşüzdür.
Oysa bu trajedi neredeyse 100 yıldır devam etmektedir ve kimliğini tartışmaya değer bulmamakla birlikte Hamas’ın saldırısıyla başlamamıştır. Bu süreçte İsrail, deyim yerindeyse canı her sıkıldığında soykırımın dozunu artırmıştır.
Ancak dehşeti hissetmeden merhameti bulmak imkansızdır. İnsan maruz kaldığına mukavemet edemezse, bir süre sonra ona duyarsızlaşma eğilimindedir. 2003’te ABD’nin Irak işgaline karşı sokaklara çıkan ve belki de bizzat Türk askerinin bu işgalin baş sorumlularından biri haline gelmesinin önüne geçen, canlı kalkan olmak için Irak’a gitmeyi düşünen yine bu ülkenin insanlarıdır. Değişen nedir? Değişen, maruz kalmanın dozu arttıkça artık dehşeti hissetmemektir.
Dehşetin sorumlusu dehşeti yaratandır
Bu bugünkü dehşet kanıksamasının normal karşılanması gerektiği anlamına gelmez ama önümüzde duran bir gerçek vardır. Bu gerçekle kavga etmek ya da yok saymak onun dönüştürülmesinin önündeki en büyük engeldir. Kaldı ki dehşet her zaman “dışarıda” da değil, hatta çoğunlukla bizim ülkemiz özelinde “içeride”dir. Günlük hayatımız sürekli bir şiddet-ölüm sarmalındadır. Savaşlar üzerinden örneklenme nedeni ise savaşların bin yıllardır insanlık için dehşetin en büyüğü olma özelliğini taşımasıdır.
Burada sorumlu elbette teknolojik gelişmeler ya da bununla birlikte medyanın yaygınlığı değildir. Öyle olsaydı, Shakespeare’in girişteki mısralarını okumak mümkün olmazdı. Bu dönemin özelliği, sadece dehşetin öznesi olmayanların dehşete bu kadar maruz kalmasıdır. Dehşetin sorumlusu dehşeti yaratandır. Savaşları egemenler çıkarır, onların siyasileri bu ateşi harlar ve kalan herkes ölümle burun burunadır.
Bir de bireyselliğin “hayat gayesi” olarak pompalandığı bu dönemde, kolektif bilincin yerini kimlikçiliğin aldığını düşünürsek; bir “başkası”nın derdi bizi gerebilir mi!
İşte gerçeği dönüştürmeye niyetliler için uğrayacakları ilk adresler buralardır.
Merhamet mi? İnsanın hissettiğinde var olduğunu anlayabileceği göstergelerden biridir. Tıpkı dehşet gibi…