Share This Article
Afro-Amerikalı yazar James Baldwin bundan kırk yıl önce Harlem’de doğdu. İlk yazısı 12 yaşındayken bir gazetede yayımlandı ve bunun sonucunda bir ödül kazandı. Daha sonra oyunlar, şarkılar ve şiirler kaleme aldı. Fakat şiirlerini hiçbir zaman yayımlamadı.
Baldwin bir ara babasının isteğine uyarak üç yıl kilisede hatip olarak çalıştı. On 17 yaşına geldiğinde ise evinden ayrıldı. Romanlar kaleme almaya başladı. Bir süre garsonluk yaptı. Çeşitli dergilerde kitap eleştirileri yayımladı. Sonra Fransa’ya gitti. Go Tell It On The Mountain (Git Dağda Anlat) adlı romanını Fransa’da bitirdi. Yayınlanmış öbür romanları şunlardır: Giovanni’nin Odası (1956), Başka Bir Ülke (1962). James Baldwin’in denemeleri üç kitap olarak yayımlandı: Notes of a Native Son (1955); Nobody Knows My Name (1931); The Fire Next Time (1963).
Baldwin’in ele aldığı temel konu çoğunlukla ırk sorunsalı oldu. Aşağıda okuyacağınız röportaj bu ünlü Afro-Amerikalı yazarın çeşitli sanat konularındaki düşüncelerini açıklamaktadır.
‘İstanbul’da yalnız kalabiliyorum’
Bay Baldwin, Türkiye’ye ilk olarak ne zaman geldiniz! Yaşantılarımızda İstanbul’un özel bir yeri var mı? Türkiye hakkında neler düşünüyorsunuz?
Türkiye’yi tanımıyorum.
Ankara’ya, İzmir’e, Adana’ya bile gidemedim. İstanbul’u bile tanımıyorum desem yeridir. Ama tanıdığım kadarıyla İstanbul’u çok seviyorum. Çok güzel bir şehir. Yaşantılarımda İstanbul’un özel bir yeri var mı, bilmiyorum. İstanbul bir çeşit “sığınak” benim için. Burada yalnız kalabiliyorum. Tezgâhta bitirmeğe çalıştığım bir romanım var. Ama oldukça yavaş ilerliyor.
Romanlarınız şimdiye değin hangi dillere çevrildi?
Hemen hemen bütün dillere. Fransızca’ya, Almanca’ya, İspanyolca’ya, İtalyanca’ya, Rusça’ya, Türkçe’ye, İsveç, Norveç ve Hollanda dillerine ve daha birçok dillere çevrildi romanlarım.
Türkiye’de kitaplarınızın dilimize çevrilmesi ve yayımlanması için herhangi bir yayıneviyle anlaştınız mi?
Evet. Şimdilik kitaplarımı Tektaş Ağaoğlu çevirecek ve yayınlayacak. İstanbul’da yazmakta olduğum romanımı da o çevirecek sanıyorum.
‘Richard Wright benim için en önemli yazarlardan biridir’
Bay Baldwin, isterseniz biraz şiir, roman ve müzik konularında konuşalım. Örneğin, ilk olarak siyahi yazarlardan Langston Hughes ve Richard Wright hakkında neler düşündüğünüzü söyler misiniz?
Langston Hughes’un şiirinin bazı taraflarını severim. Daha doğrusu, severdim. Şimdi okusam ne düşünürüm bilmiyorum. Hughes’un şiiri bir zamanlar etkilemişti beni. Doğru olduğu için. Namuslu olduğu için. Gerçek olduğu için…
Richard Wright’a gelince: Wright benim için en önemli yazarlardan biridir. Yanılmıyorsam Black Boy 1943-44 yıllarında yayınlanmıştı. Bu kitap bütün dünya edebiyatının en önemli kitaplarından biridir sanıyorum.
Geçenlerde Yeditepe Yayınevi, Dünya Şiirinden Örnekler serisinde Langston Hughes’un şiirlerini derleyen bir kitap yayınladı. Aynı seriden, daha önce Shakespeare, T. S. Eliot ve Max Jacob çıkmıştı. Böyle bir kitabın yayınlanması sizi sevindirir mi?
Hem de nasıl… Langston Hughes’un şiirlerini Türk okuyucuları toplu olarak okuyabilecekler, onunla yakından ilgilenebilecekler demektir. Sevinmez olur muyum?
‘Modern caz müziğinde bile Vivaldi’nin yankıları görülebilir’
Caldwell, Steinbeck, Hemingway, Faulkner hakkında neler düşünüyorsunuz?
Böyle bir soruyla karşılaşacağım hiç aklıma gelmemişti.
İsterseniz cevaplandırmayın bu soruyu.
Hayır. Bence bir sakınca yok söyleyeyim: Faulkner çok büyük romancı. Çağımızın en büyük romancılarından. Adı geçen yazarlar içinde en önemli olanı bence. Erskine Caldwell’i çoktandır okumadım. Ama severim. Steinbeck’i de severim. Hemingway’in The Sun Also Rises (Güneş de Doğar) adlı romanını beğenirim. Hiç olmazsa bazı taraflarını beğenirim bu romanın.
İleride, Faulkner’in bütün kitaplarını yeniden okumak istiyorum.
Etkisi altında kaldığınız yazarlar mı? Kendinizi André Gide’e borçlu olduğunuzu hissediyor musunuz?
Birçok etkiler olabilir. Çeşitli etkilere karşı kapımı açık tuttuğum bir gerçektir. Örneğin Dickens, Henry James ve Dostoyevski’den etkilendiğimi söyleyebilirim. Caz müziği bile etkilemiştir beni. Ama André Gide’den etkilendiğimi sanmıyorum.
Ben André Gide’in Günlük‘lerini çok severim. Justin O’Brien’in çevirilerini okudum. Çok iyi çeviriler. Günlük’lerin beni heyecanlandırdığı doğrudur. Ama romanlarımda André Gide etkisi yoktur.
Ne çeşit müzik seversiniz? Stravinsky, Schönberg ve Hindemith’i beğenir misiniz?
Hemen hemen her çeşit müziği severim. Vivaldi’den, Stravinsky’den çağdaş caz müziğine kadar. Klâsik müzik alanında en çok sevdiğim, en çok dinlediğimiz Vivaldi’dir. Günümüzün modern caz müziğinde bile Vivaldi’nin yankıları görülebilir.
Son zamanlarda Schönberg’i ve Hindemith’i dinlemedim. Schönberg müziğinin “egzotik”, büyüleyici bir yanı olduğu halde pek anlamadığımı söyleyebilirim. Hindemith de öyle. Pek anlamıyorum. Ama seviyorum.
1976 yılında Yaşar Kemal ve James Baldwin, Paris’te bir kafede. Fotoğraf: Ara Güler
‘Türk yazarlardan yalnızca Yaşar Kemal’i okudum’
Ezra Pound ve Dylan Thomas hakkında ne düşünüyorsunuz?
Pound’un şiiri yirminci yüzyıl insanının karamsarlığını ve karmakarışıklığını yansıtır. T. S. Eliot’la karşılaştırırsak, Ezra Pound’un şiiri daha değerlidir bence.
Dylan Thomas ise kendi özgü dili ve şiir tekniğiyle çok ilginç bir şair.
Daha yenilerden, Karl Shapiro, Richard Eberhart ve Muriel Rukeyser’in şiirlerini beğeniyor musunuz?
Karl Shapiro’nun şiirini çok iyi tanırım. Ve çok beğenirim. Çağdaş İngiliz – Amerikan şairleri arasında belki de en çok Shapiro’yu beğenirim. Gençler arasında da en çok sevdiğim şair Richard Wilbur. Eberhart’dan az okudum.
Mary Mills ve Dennis Brutus’un şiirlerini okudunuz mu?
Hayır.
Türk yazarlarından okuduklarımız oldu mu?
Yalnız Yaşar Kemal’i okudum.
‘Beyaz erkek, siyah kadını sevmek durumunda kaldığında kaosla karşılaşır’
“Bilinç Akımı” hakkında ne düşünüyorsunuz?
Beni iyice büyüleyen, etkileyen bir konu bu. Bilinç Akımından çok şeyler öğrendim. Ama öyle bir zaman geldi ki, bu akımdan uzaklaşmayı doğru buldum ve uzaklaştım.
Bilinç Akımı denince, örneğin Faulkner’den, Joyce’dan, Woolfe’dan bahsediliyor da, neden her zaman Dostoyevski unutuluyor anlamıyorum. Bu akımın iç monolog tekniğiyle yaratmak istediği atmosfere Dostoyevski’de sık sık rastlanır. Raskolnikov bunun en canlı örneğidir.
Bay Baldwin, konuyu biraz değiştirmek istiyorum. Siyahilerle beyazlar arasındaki cinsel ilişkiler hakkında düşündüklerinizi özetler misiniz?
Kölelik devrinden beri zenci kadın sahibinin (efendisinin) malı sayılırdı. Ve erkeği onu beyaz adamdan koruyamazdı. Siyahilerle beyazlar arasındaki cinsel ilişkiler her zaman için korkunç, acı ve üzücü olmuştur. Bir beyaz erkek, bir siyahi kadını sevmek durumunda oldu mu korkunç “psikolojik” bir “kaosla” karşılaşır.
Gerçekten sevmez ya da sevemez! Çeşitli toplumsal baskılar altında ezilir. Ve bu koşullar her zaman bir “melodram” yaratabilecek güçtedir.
‘İnsanlar birbirlerine karşı iyi davranmıyor’
Bir süre Fransa’da yaşadığınıza göre Fransızlarla Amerikalılar arasında bir karşılaştırma yapabilir misiniz?
Fransa’da çok mutluydum. Ama Cezayirli olsaydım ne düşünürdüm bilmiyorum. Fransa ve Amerika iki ayrı ülke. Fransızlar Amerikalılar birbirlerine benzemez. Ama dünyanın her yeri bir. İNSANLAR BİRBİRLERİNE KARŞI İYİ DAVRANMIYOR.
Rusya’da ve Çin’de bulunan siyahi öğrenciler aleyhinde gösteriler yapıldığını gazetelerden okuyoruz. Siz bu olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben bu olayları bir “sürpriz” olarak karşılamıyorum. İşin içine Rusya’da bulunan zenci öğrencilerin ekonomik durumları ve Ruslarla olan cinsel ilişkileri giriyor. Oradaki siyahi öğrencilerin zengin ailelerden gelmiş olmaları ve Rus kızlarıyla dolaşmaları Rusları tiksindirmiş olabilir; UNUTMAYALIM Kİ RUSLAR DA BEYAZDIR. Ve bu her yerde, her zaman olduğu gibi bir zenci – beyaz çatışmasıdır.
Röportaj: Anıl Meriçelli