Share This Article
Ömrünün büyük bölümünü soruşturma ve kovuşturmalarla, mahkeme ve hapishanelerde geçiren Marquis de Sade; özgürlük savunusunu ve anlayışını kendine özgü şiddetle birleştirmişti, hatta söylem ve eylemlerinin temeline “şiddetin doğallığını” yerleştirmişti. Ortaya koyduğu neşe ve kara mizah, toplum tarafından ahlaksızlık olarak algılanan ve içgüdüleri her şeyin önünde tutan Sade düşmanlaştırılmıştı. Şimşekleri üzerine çekmesinin bir başka nedeni Tanrı alerjisiydi. Dinin, insanları fanatikleştirip köle hâline getirdiğini söyleyen Sade, ibadetin yerini tutkuların alması gerektiğini savunarak şiddetli bir aşkın sorunları çözeceğini işlemişti eserlerinde.
Erdem, ahlak ve gelenek düşmanı Sade, başının dertte olduğu Fransız adaletini eleştirirken bedenin sahipsizliğini ve kuralların saçmalığını savunurken duygunun ve şehvetin insanın eylemlerinin belirlemesi gerektiğini her fırsatta dillendiriyordu. Bu ikisi, kralı ve Tanrı’yı, suçun çerçevesini çizenleri ve ahlak kumkumalarını da alaşağı edecek yegâne güçtü ona göre.
27 Nisan 1803’te “kalıcı şehvet düşkünlüğü” teşhisiyle Charenton Akıl Hastanesi’nde gözetim altına alındığında şiddet eylemleriyle ve cinsel arzularını öfkeyle açığa çıkarmakla suçlanıyordu. Bir başka deyişle genç kadınları baştan çıkarmakla…
Sade’ın Charenton-Saint Maurice’te tuttuğu notlar, ölümünden seneler sonra yayımlandı. Sade’ın Kayıp Günlüğü başlığıyla okura sunulan metin, 1807-1814 arasını kapsıyor ve kapatılmasını sorgulayan yazar, dışarıdaki faaliyetlerine içeride de nasıl devam ettiğini, yeri geldiğinde şifreli biçimde anlatıyor.
Demir gibi cümleler
Charenton’da ağır ve tekdüze geçen günlerinin kaydını tutan Sade; insanların anlamsız tedirginliklerini, kavgalarını, para için her şeyi yapma güdülerini ve yozlaşmışlığını gözlemleyip kâğıda döküyor. Zaman zaman zihnine düşen erotizmle heyecanlanıyor. Kimi satırlarda derdini açık seçik ifade etse de çoğunlukla üstü kapalı ve şifreli bir anlatımı yeğliyor. Bu da Georges Daumas’nın belirttiği gibi günlükleri tam manasıyla Sade’ın anlayabileceği bir hâle büründürüyor.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Charenton’da tuttuğu günlükler ve açığa çıkan özel hayatı, ona uzak olanlar için Sade mitini çökertiyor. Gizlediği pek çok şey ortalığa saçılınca Sade efsanesinin yerini tartışmalar alıyor. Yine de o, son nefesine kadar bu büyünün bozulmaması için elinden geleni yapıyor. Günlükler işte bu öfkeli çabanın, yaşlı bir adamın gelgitlerinin kaydı.
Günlüklerde, Sade’ın Charenton’da kendine göre bir düzen kurduğunu, hatta etrafındakileri yönetmeye soyunduğunu görüyoruz. Gerçekleşenleri kayda geçirirken son derece soğuk ve keskin cümleler kuran yazar, hapis cezalarının ayrıntılı dökümlerini yapıyor, kendisiyle görüşenleri listeliyor ve ondan istenen piyeslerle ilgili satırlar kaleme alıyor. Yoruma yer vermediği düz cümlelerden oluşan satırların arasına nadiren iç dökümler giriyor. Bunlardan birinde Sade babasını anıyor:
28’i babamın ölüm yıldönümü. Gün boyu onunla uğraştım ve gözyaşları içinde onu anarken yataktan hiç kalkmadım. Ah! Hâlâ hayatta olsaydı tüm bu aptallıklardan ya da pençesine düştüğüm saçmalıklardan dolayı acı çekerdi!!!
Güçten düştüğünü kabullenmese bile yaşlanmış bir Sade’la karşılaşıyoruz günlüklerde. Daha doğrusu cümlelerinin arka planını fark ettiğimizde seziyoruz bunu. Charenton müdürünün ona mahpusluk hayatının yetmişinde biteceğini söylemesinin yazarın sinirini bozduğunu, günlüklerin aceleci ve gergin havasından hissediyoruz. Fakat bazı anlarda öfkesi, tedirginliği ve kaygıları açığa çıkıyor:
14’ü sabahında, bunca beyinsizin bana karşı kullandığı bu isyan ettirici sayısal sistemin tuhaflığından bağımsız olarak düşündüm. Hâlâ her yerde bir alay nesnesi diye algılanmam gibi bir sakınca olduğunu, insanların benimle alay edip karşılığında cezalandırılmadıklarını, çocuklarımın hiçbir zaman maruz kalmaması gereken böyle bir sakınca yaşadığımı fark ettim. Aslında bu aptallığın zekâya karşı kazandığı küçük bir zafer. Bundan başka bir şey yok ellerinde; bu kadarını bırakmak lazım onlara.
Baştan çıkarıcılığından, erotik düşüncelerinden ve tasarılarından hiç vazgeçmemesine rağmen gözetim altında tutulması ve üzerindeki baskı nedeniyle harekete geçmekte zorlanan bir adam portresi çiziyor Sade. Hastalık ve ölüm haberlerinden etkilenmesi de cabası.
”Marquis de Sade Portresi” (1936) Chicago Sanat Enstitüsü, illüstrasyon: Man Ray Trust
‘Tanrısal Sade’ algısının çöküşü
Charenton’ın müdüründen kentin valisine ve emniyet teşkilatına kadar üst düzey görevlilerin gözünün Sade’ın üzerinde olduğunu anlıyoruz; onun kaçırılma ve bir isyan başlatma ihtimaline karşı tetikteler. Bu nedenle güvenlik önlemlerini en üst seviyeye çıkarıyorlar. Sade ise rutin yaşamına devam ediyor; ziyaretine gelen arkadaşlarıyla konuşuyor, yemeğini yiyor, defterlerini dolduruyor, hapis cezalarını gözden geçiriyor ve davalarını düşünüyor. Üzerindeki önyargı bulutlarını dağıtmaya çalışsa da başarılı olamıyor:
Akşam M.C.’den, Md. ile birlikte ertesi gün Nogent’a gitmek için izin istedim, kesinlikle kabul etmedi. Tutukluluğumun hükümetin ve ailemin işi olduğu konusunda ikna olmuştu ama çocukların sonunda bir şeyler yapacağına inanıyordu vb.
Sade, her ne kadar kapatılmışsa da Charenton’da kendisine bir özgürlük alanı yaratıyor; istediği zaman kaleme kâğıda sarılıp yazıyor, piyesler sahneliyor, hatta yakın ilişki kurduğu müdüre bu oyunlarda küçük roller veriyor, “kızım” dediği kadınla beraber yaşıyor ve koğuşunun etrafındaki odalarda bulunan kadınlara eğitim vermesi engellenmiyor.
“Tanrısal Sade” algısı, önce hapsedilip özel hayatının deşifre olmasıyla ardından da hastalanıp ölümüyle çöküşüne dair ipuçları veya küçük işaretler barındırıyor günlükler. Toplumdan uzak tutulma zorunluluğu her fırsatta vurgulanan Sade, vasat yaşamından parçalara yer vermiş notlarında. Bu da kendine ördüğü kozanın göz alan veya başkalarının ona atfettiği vasıfların yüceliğine rağmen, aslında ne kadar sıradan biri olduğunun göstergesi.
Sade’ın Kayıp Günlüğü, Marquis de Sade, Çeviren: Birsel Uzma, İthaki Yayınları, 152 s.