Share This Article
Fulgencio Batista’nın kurduğu, Küba’yı ABD’nin arka bahçesi ve kirli oyunlarının sahası hâline getiren rejim, 1 Ocak 1959’a dek ülkeyi kasıp kavurmuştu. Fidel Castro önderliğinde gerçekleştirilen devrim ise politik bir kırılmaydı. Sosyalist devrimler için bir örnek olmasının yanında tarih sahnesine Castro’yla birlikte Che’yi çıkarmakla kalmadı, başta Latin Amerika olmak üzere yeryüzünün pek çok noktasındaki devrimlerin ateşleyicisine dönüşmüştü. Dahası, İspanya sömürgesi olmaya da ABD boyunduruğunda yaşamaya da bir isyandı bu devrim. Kısacası 26 Temmuz 1953’te fitili ateşlenen ve 1959’da gerçekleşen devrim, Küba’nın özgürlük mücadelesinin zirve noktasıydı.
Baskıcı bir rejimin ve ABD’nin ezdiği insanlara yardım eli uzatma amacıyla yapılan devrimin, Küba’da Castro ve Che dışında önemli isimleri vardı elbette. Onlardan biri de devrimcilerin 26 Temmuz 1953’te Moncada ve Bayamo askerî kışlalarına gerçekleştirdiği saldırıların planlayıcılarından olan, o gün kardeşi Abel’i ve nişanlısı Boris’i kaybeden Haydée Santamaria’ydı.

1953’ten 1959’a dek bir kadın devrimci olarak nam salan Haydée, Castro’nun mücadelesinde kilit rol oynarken devrim öncesi hapse atıldı, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldı. Devrim sonrasında ise Küba’ya uygulanan ekonomik ambargonun ortadan kaldırılması ve ABD ile ortaklarının kara propagandasının sonlandırılması için çeşitli girişimlerde bulundu. Diğer Latin Amerika ülkeleriyle ilişkilerin güçlendirilme çalışmalarında Castro’nun en önemli yardımcısıydı. 1980’deki intiharına kadar bu faaliyetlerini sürdürürken devrimin ve sosyalist yönetimin yaratıcılarından biri olmakla kalmadı, geliştirilmesi için uğraşmıştı.
Haydée’nin hikâyesini devrim süreciyle bir arada romanlaştıran Amine Damerdji, Bırakın Size Katılayım’da 1959 öncesini ve sonrasını, Küba’nın yakın tarihinden bir kesit olarak karşımıza getiriyor.
Geçmiş ve ihtimaller
Damerdji, Haydée’nin ağzından anlatıyor olup biteni. 1951’den itibaren yani kışla baskınlarına giden yolda ateşlenen işaret fişeğinden başlayıp devrime uzanan süreçte rol alan ve çoğunluğun ders kitaplarından öğrendiği aktörleri, Haydée’nin yoldaşı olarak getiriyor karşımıza.
Yoldaşlıkların yanı sıra Haydée’nin geçmişi ve tanıklıkları da bu sürece dâhil: Ailesini ve doğup büyüdüğü çevreyi resmeden Haydée, kendisini devrimle buluşturan gelişmeleri sıralarken 1951 yazını bir milat olarak not ediyor.
Küba’nın tarihi ile yaşamı pek çok noktada kesişen Haydée, kardeşinin Havana’ya taşınmasının devrimciliğinde önemli bir payı olduğunu hatırlatıyor. Anımsadığı bir başka şey, babasının solcuların radyo konuşmalarını dinlemesine izin vermemesi. Bu konuşmalarda sosyalistler, Küba’da tepeden tırnağa hemen her şeyin çürüdüğünü anlatıyor. Hâliyle bakanlar ve bürokratları öfkeden deliye döndürüyor. Kilise de ülkeyi dört bir yandan kuşatan ABD şirketlerinin yanında saf tutuyor, sosyalistler ve demokratlar bu yüzden birkaç cephede mücadele veriyor. Bu mücadelede, Küba’nın her tarafında cirit atan ABD ajanları da sosyalistlere engel olmaya çalışıyor.

Fidel Castro Ruz
Ülkede devrimi çağıran koşullar hüküm sürerken genç bir kadının kendini tanıma ve ifade etme sürecine rastlıyoruz: Evinden çıkıp kardeşinin yanına Havana’ya taşınan Haydée, hem bocalıyor hem de Küba’daki gerilimlere daha yakından tanık oluyor. İleride nişanlanacağı Boris’le, kışla baskınlarında yan yana olacağı ve devrim yaklaştıkça yoldaşlıklarının pekişeceği Melba’yla da bu dönemde tanışıyor. Durup geriye baktığında bu isimleri hatırlayarak ihtimaller üzerine düşünürken buluyor kendisini:
Her 26 Temmuz’da hatırladığım Elda, Melba, Jesús ve Raúl’dan değil. Abel’in tonlamalarını fark ettiğimde, suyun içinde arkamı dönüp onun ellerini havada savurduğunu, çocukluğundan beri var olan o içgüdüyle kalabalığın onayını kazandığını görüyordum. O öğleden sonralarını düşündüğümde, boğazım düğümleniyor ve Abel yaşasaydı, Küba’nın nasıl bir yer olacağını merak ediyorum.
Haydée’nin ve Küba’nın hikâyesi, hem ABD taraftarları ile karşıtlarının, hem de sosyalistlerin kendi arasındaki kültürel, politik ve ekonomik tartışmalarla şekilleniyor. Bazılarının “devrim yolu” dediği bu süreçte Haydée de olgunlaşıyor. Castro’yla, Che’yle ve devrim komitesindeki diğer isimlerle yakınlaştıkça görüş birliği de fikir ayrılıkları da su yüzüne çıkıyor. Bunların yanı sıra aşk da Haydée’nin olgunlaşma ve tecrübe kazanma sürecine dâhil gelişmeler olarak hikâyede yerini alıyor.
‘Küba, gül! Ayağa kalk!’
Boris, yaşamında önemli bir isim hâline geldiği Haydée’ye bir eşik atlatıp devrimci arkadaşları içinde mesafe almasına yardım ediyor:
Boris’te ilk hoşuma giden şey, beni konuşturmasıydı. Sık sık, herkesin önünde bana fikrimi soruyordu. Düşünmek zorunda kalıyordum. Kötü de olsa bir fikir bulmak zorundaydım. Ama genellikle iyi oluyordu, mesela işçilerin bir haftalık grevden sonra tükendikleri zamanki gibi. O an tarlalardaki grevleri hatırlamıştım. Her saat başı beş dakika durmak yeterliydi. Göstermek için. Dükkanın önünde gruplar hâlinde dışarı çıkmak. Sonra işe geri dönmek ve bütün gün böyle devam etmekti. Maaşlarının tamamını ya da neredeyse tamamını alacaklardı ama yönetimin başını derde sokacaklardı. Böylece ne düşündüğümü söylemekten hoşlanmaya başladım. Parti toplantılarında da aynısını yapıyordum. Katılmadığım bir şey olduğunda, söz alıyor ve sesimi bastırmaya çalışanların sesini kesiyordum. Tabii ki her zaman kolay değildi. Toplum içinde konuşmaya nasıl başlayacağımı asla bilemedim. İlk hecede sesim titriyor. Yüzüm geriliyor ve titreyen ellerimi masaya koymak zorunda kalıyorum. Sonra konuştukça konuşmam daha akıcı hâle geliyor, ellerimi kullanıyorum ve masanın üzerindeki ter izi yavaşça kuruyor.

Batista’nın Küba’da ABD destekli bir harekâtla yönetimi devralıp baskıyı artırmasıyla gerilimin enikonu şiddetlenmesi, devrim şartlarını oluştururken Haydée ve arkadaşlarının yaşananlarla ilgili endişeleri de katlanıyor. Bu arada diğer muhalif ve demokrat gruplarla ortak bir zeminde buluşulması gerektiğini konuşuyorlar.
Aynı günlerde, kardeşi Abel’in ahbaplık kurduğu ve yoldaş olduğu Fidel, Haydée ve arkadaşlarıyla yakınlaşıyor. Bir toplantıda, Fidel’in hangi tarihî görevi üstlendiklerini açıkladığı ânı hatırlıyor Haydée:
Fidel sevinçle iki parmağını gömleğinin altına soktu ve göğsünü okşadı. Ne zaman, nasıl olacağını bilmiyordu ama Kübalılar eninde sonunda patlayacak ve öfkelerini dışavuracaktı. Bizim işimiz diğer deyişle siyasi ve tarihî görevimiz diye vurguladı, hazır olmak, desteklemek, organize etmek, kan dökülmesini önlemek ve Batista’yı Amerika’ya geri göndermekti.
Haydée ve dostları, devrimin önderlerinden biraz daha coşkulu ve heyecanlı görünüyor. Göz önünde bulunan, hem Küba’nın hem de dünyanın diline doladığı isimlerin soğukkanlılığını aşmış durumdalar. Haydée buna dair bir ânı paylaşıyor:
“Melba beni çekiştirerek götürdü. Caddenin ortasında hızlı hızlı yürüyordu. Kaldırım taşlarının aşınması onu rahatsız etmedi, yol üzerinde gölgelik olmaması da. Temmuz güneşi yüzüne vuruyordu ama o gün bu güneş onu güldürüyordu. Adımlarını hızlandırdı. Hadi ama. Kahkahası bulaşıcıydı. Bizi tanıyan meyve satıcıları bize gülümseyerek baktılar. Bu ikisi sarhoş diye düşündüler ve haklıydılar. Midemizdeki her gün hissettiğimiz korkuyla yaşayamazdık. Kahrolsun diktatörlük. Onlar da derin bir nefes almak, sarhoş olmak isterlerdi. Melba tekrar koşmaya başladı, ben de onunla. Saçları dağılmıştı. Mor pamuklu bandanasından fırlıyordu. Kahkahalar ağzımı sulandırdı. Ağzımdan salyalar uzayarak akıyordu. Bu kadar. Küba, gül! Ayağa kalk!
Amine Damerdji

Bayram ve trajedi
Devrimin şafağında, aşkın da coşkunun ve kayıpların da yoğun olduğu dönemin tanığı Haydée, yaşadıklarını hatırladığında deliliğin eşiğine geldiğini düşünüyor. Sorumluluk ve fedakârlık ise o günlerin belirleyicisi:
Bazen, kardeşimin benimle konuştuğunu duyuyordum. Boris, yüzüğünü geri aldığım için mutlu olduğunu fısıldıyordu. Kulaklarımı tıkıyordum. Akşam olduğunda, ışıklar kapanır kapanmaz, silah seslerini tekrar duyuyor ve çığlık atıyordum. Abel’i tekrar tekrar yüzüstü yerde yatarken görüyordum. Onu zihnimde neden yüzüstü yatırdığımı bilmiyorum. Bu yüzden, ışıklar sönmeden önce uyumaya çalışıyordum. Evet, çıldırabilirdim. Beni hayatta tutan şey, yargılama süreciydi. Hem kendimizi savunmalıydık hem de diğerlerinin anısını korumalıydık. Abel bu yüzden bize en zorunun bizim için olacağını söylemişti. Ama hayatta kalanlarımızın bu kadar çok olacağını düşünmemişti. Sadece bir avuç insan kendini feda edeceğini düşünmemişti. O dönemde düşündüğüm şey buydu. Bu bir fedakârlıktı.

Devrim sonrası ulusal bayram ilan edilen ve her sene büyük kutlamalar yapılan 26 Temmuz, Haydée için kardeşi Abel ve nişanlısı Boris’i kaybettiği acı bir gün. Damerdji, devrimin beraberinde getirdiği çelişkiye dikkat çektiği romanda, Haydée’yi intihara sürükleyen bu trajediyi hatırlatıyor.
Damerdji, Küba’da devrime giden yolu Haydée’nin yaşamından kesitlerle okura sunarken bir aşk ve büyüme hikâyesi anlatıyor. Bunları ülkenin yakın tarihiyle bir arada kaleme alan yazar, gerçekleri ve kurmacayı yan yana yürüttüğü bir roman kotarıyor. Bu hikâyeye coşku da hayal kırıklıkları da dâhil.
Damerdji, Küba Devrimi’nin popüler ve gizli öznelerini, kahramanlaştırmadan ve ilahlaştırmadan; hatalarıyla ve başarılarıyla karşımıza getirirken hem tarihî hem de edebî bir anlatıma imza atıp ölenleri ve geride kalanların ömrünün sonuna kadar hissettiği acıyı hatırlatıyor.
Bırakın Size Katılayım, Amina Damerdji, Çeviren: Melike Sarıçam, İthaki Yayınları, 246 s.
