Share This Article
Bir yanda erkek egemen, kadınların ve LGBTİ+’ların seslerinin çok uzun süreler kısıldığı Hollywood, diğer yanda kadın vücudunu idealize ederek milyarlarca kâr eden bir oyuncak üreticisi.
Bu ikili şimdilerde oyuncak bir bebeği feminist bir ikon olarak pazarlıyor. Ancak bu kez geçmişe bir perde çekmek ister gibi siyah, fazla kilosu olan, tekerlekli sandalyede oturan Barbie’ler ve yönetmen koltuğunda bağımsız sinemadan gelen feminist bir kadın çıkıyor karşımıza.
Aslında kimsenin geçmişte yapılan hataları telafi etmek gibi derdi yok. Barbie’nin üreticisi Mattel kaybettiği cirosunu, Hollywood ise yitirdiği itibarını yükselen feminist dalga üzerinden geri kazanmak istiyor.
Barbie ile feminist devrimi ertele
Barbie bebeklerin kapitalizm ve tüketim kültürü inşasındaki rolü aşikâr. Geçtiğimiz hafta vizyona girmekle kalmayıp agresif bir pazarlama yöntemi ile âdeta tüm hücrelerimize zuhur eden filmin de zaten aksi yönde bir iddiası yok.
Yani film alışık olduğumuz Hollywood filmlerine de benzemiyor, bu yüzden de hakkında bir şeyler söylenmesini hak ediyor.
Zaten benzememesi yönünde bir tercih yapıldığı, yönetmen koltuğuna Amerikalı feminist, “bağımsız” yönetmen Greta Gerwig’in oturtulması ve senaryosunu uzun yıllar beraber çalıştığı iş ortağı Noah Baumbach’la beraber yazmasından müsemma.
Kariyeri boyunca Frances Ha, Küçük Kadınlar, Uğur Böceği gibi mücadeleci kadınların hikâyelerini sinemaya taşıyan Gerwig, ustalığını konuşturarak Barbie’de de sinemadaki “female gaze” (kadın bakışını) bize yansıtıyor.
Barbie’lerin feminist ütopyasını kadın bir başkan yönetiyor ve patriarkanın olmadığı bir dünyada istedikleri mesleği yapabiliyor, özgürce hayatlarını yaşayabiliyorlar. Daha ne olsun!
Üstelik Barbie, Ken gerçek dünyada ataerkiyi keşfedene kadar bir erkeğin fantezilerini gerçekleştirmekle yükümlü bir meta olarak da sunulmuyor.
Film Barbie’nin üreticisi Mattel firmasının sponsorluğunda çekilmemiş olsa bir yerde, “bu galiba gerçekten eleştirel bir film” bile diyecek ve Barbie’yi feminist bir idol olarak görmeye başlayacaksınız.
Ancak tüm bunlar ve gelecek eleştirilere ön alma çabasıyla filme serpiştirilen Mattel eleştirileri bile film boyunca sizi rahatsız eden o hissin yok olmasına izin vermiyor; bir üreticinin reklam filmini izlediğiniz hissi. Sonuç olarak sizden feminist bir devrim yapmanız değil, daha fazla Barbie almanız isteniyor.
Evet, kız çocuklarının güçlü, kendinden emin figürleri örnek almaya, onların varlığını öğrenmeye ve hissetmeye ihtiyaçları var. Ama bir şeyler satın alarak, sürekli tüketerek daha iyi olacağımız düşüncesinin üzerimize âdeta boca edildiği günümüz dünyasında, bana kalırsa kız çocuklarına yapılabilecek en büyük kötülük, onlara satın aldığımız Barbie bebeklerin büyüdüklerinde daha özgür bir kadın olmalarına fayda sağlayacağı düşüncesidir.
Barbie filminin başrol oyuncusu Margot Robbie, başarılı performansıyla eleştirmenlerden tam not aldı.
Bir pazarlama taktiği olarak imaj restorasyonu
Barbie yıllarca temsil ettiği kusursuz, gerçekdışı güzellik algısı, devasa gardırobu ve rüya evi ile ulaşılmaz bir yerde durdu. Öyle ki araştırmalar Barbie’nin yarattığı kusursuz güzellik algısı yüzünden kız çocuklarının özgüven bunalımı yaşadığını gösteriyor.
2006 yılında Developmental Psychology dergisinde yayımlanan bir bilimse araştırma, çocukken Barbie bebek ile oynayan kız çocuklarının, diğer oyuncak bebeklerle oynayanlara kıyasla zayıf olma konusunda daha fazla endişe duyduklarını ortaya koydu.
Feminist çevrelerin Barbie’ye yönelttiği kusursuz beden algısı yaratma, kadın bedenini metalaştırma eleştirileri de eklenince satışları düşmeye başlayan şirket çareyi pazarlama politikasını ve Barbie’leri değiştirmekte buldu. “Ben her şey olabilirim, her şeyi yapabilirim” sloganıyla çok sayıda meslekte Barbie piyasaya sürülmeye başlandı.
Filmde Margot Robie’nin canlandırdığı stereotipik Barbie’nin (sarışın, beyaz, renkli gözlü) yanında siyah, Latin gibi farklı etnisiteden Barbile’ler de üretildi. Ancak tüm bu hamleler de Barbie’yi “bizden biri” yapamadı. Time dergisi 2012-14 yılları arasında Barbie’nin satışlarının yüzde 20 düştüğünü açıkladı.
Satışların düşmesinin ardından, 2016 yılına gelindiğinde ise 1959’da piyasaya çıktığından bu yana cinsiyet rollerini keskinleştiren, kusursuz güzellik anlayışını dayatan, zayıflık takıntısını körükleyen Barbie, ne hikmetse hayatında temiz bir sayfa açmaya karar verdi.
Barbie bebeklerin minyon, uzun ve kıvrımlı modelleri tanıtıldı. Yeni bebeklerin 22 farklı göz rengi, 24 farklı saç çeşidi ve yedi farklı ten rengi vardı artık.
Ancak Barbie ne kadar feminist bir figür olarak pazarlanmaya çalışılsa da uzun yıllar boyunca bıraktığı olumsuz imajı toparlayamadı. Stereotipik Barbie diğerlerini hep geride bıraktı.
Bu imajı toplamak için son çare, erkek egemen bakış açısına sahip filmler üreten, kadın oyuncularının emek sömürüsüyle kendisini var eden Hollywood’a başvurmak olmuş anlaşılan. Kadınların uğradıkları tacizleri birer birer açıklayarak itibarını yerden yere vurduğu Hollywood için de pespaye imajını “feminist bir filmle” toparlamak için müthiş bir fırsat. Bir taşla iki kuş!
Feminizm, markalar için değil herkes içindir
Bu yazıda feminist tarihe, Türkiye’den dünyaya kadınların ilmek ilmek ördüğü mücadele sonucu elde edilen kazanımlara uzun uzun değinmeye gerek yok. Kapitalizmin popülerleşen, geniş kitlelere ulaşan her şeyi bir satış taktiği olarak karşımıza çıkarma konusundaki mahareti de ortada.
Barbie ve feminizm ilişkisi de bundan ibaret. Feminizmin yükselmesi, geniş kitlelere ulaşması hatta markaların bu popülerleşmenin etkisiyle bazı adımlar atması bazı düzeylerde hoş karşılanabilir.
Ancak markalar içi boş, plastik bir feminist söylemle etrafı pembeye boyarken dünyanın her yerindeki kadınlar hâlâ gerçeklik boşluğuna düşüyor. O boşlukta da kürtaj yasağı, düşük ücret, çocuk bakımı eksikliği, angarya, eşitsizlik var.
Yazıyı Bell Hooks’un Feminizm Herkes İçindir-Tutkulu Politika kitabından bir alıntıyla noktalayalım:
Her birimizin kendimiz olabildiği bir dünyada, barış ve olanaklar dünyasında yaşadığımızı düşünün. Feminist devrim böyle bir dünyayı tek başına yaratamaz; ırkçılığı, sınıf elitizmini ve emperyalizmi de sona erdirmemiz gerekir. Fakat feminizm kendini tümüyle gerçekleştirmiş kadın ve erkekler olarak özlediğimiz toplumu yaratabilmemizi mümkün kılacaktır; özgürlük ve adalet hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz, eşit yaratıldığımız hakikatini hayata geçirebileceğimiz bir toplumda hep beraber yaşayabilmemizi sağlayacaktır. Yaklaşın, feminizmin yaşamınıza, hepimizin yaşamına nasıl dokunup bu yaşamları nasıl değiştirdiğini görün. Yaklaşın ve feminist hareketin derdinin ne olduğunu kendi gözlerinizle görün. Yaklaşın, şunu göreceksiniz. Feminizm herkes içindir.