Share This Article
Röportaj: Anne-Louise Sautreuil | Çeviren: Tomris Güzelsoy
Geçtiğimiz haftalarda Avrupa’da yayımlanan Asteriks Lusitania, Franko-Belçika çizgi romanının en ikonik serilerinden birinde yeni bir dönemin kapısını aralıyor. Aradan altmış yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, Asteriks hâlâ kuşakları bir araya getirmeyi başarıyor. Grenoble Üniversitesi öğretim üyesi ve çizgi roman eleştirmeni Nicolas Rouvière, bu kült eserin kökenlerine, sembolik derinliğine ve küresel etkisine ışık tutuyor.
Asteriks, Fransız toplumunu yakından izliyor
Asteriks, 1959’da hangi tarihsel ve kültürel ortamda doğdu?
Nicolas Rouvière – Bu projenin çıkış noktası, Pilote adlı yeni bir gençlik dergisi yaratma fikrine ve Fransız folklorundan beslenen bir çizgi roman üretme isteğine dayanıyordu. Dönemin önde gelen yazarlarıyla temasa geçildi; bunlar arasında Albert Uderzo ve René Goscinny de bulunuyordu.
İlk fikirleri, Tilki Romanı (Le Roman de Renart)’nı uyarlamaktı; ancak bu konu çoktan başka birine verilmişti. Derginin yayına başlamasına sadece bir ay kalmıştı ve acilen yeni bir fikir bulmaları gerekiyordu. Bunun üzerine Goscinny, Uderzo’ya “Bana Fransa tarihini anlat,” der. Uderzo, Galyalılara geldiğinde Goscinny birden atılır: “İşte bu! Kimsenin aklına gelmemiş, müthiş bir fikir!” Yarım saat içinde, şef, druid, ozan ve işgalcilere karşı koyan o ünlü küçük köyün temelleri atılır.
Pilote dergisi projesinin arkasındaki amaç, aynı zamanda sansürle karşı karşıya olan Amerikan çizgi romanlarına bir alternatif yaratmaktı. Hedef, başta vatansever değerlere dayalı, Fransızca yayın yapan bir gençlik dergisi oluşturmaktı.

“Geçtiğimiz haftalarda Avrupa’da yayımlanan Asteriks Lusitania, Franko-Belçika çizgi romanının en ikonik serilerinden birinde yeni bir dönemin kapısını aralıyor.“
Zamanla Goscinny, derginin genel yayın yönetmeni olur; yanına önemli bir senarist olan Jean-Michel Charlier katılır. İkilinin mizah anlayışı, yaratıcılığı ve oyunbaz ruhu sayesinde dergi kısa sürede özgürlükçü bir kimlik kazanır. Bilimkurgu ve toplumsal hiciv gibi türlere kapı aralayarak çizgi roman dünyasına yeni bir soluk getirir.
1968 olayları sonrasında ise yazarlar, toplumla daha yakın bağ kurma ve politik konulara değinme gereksinimi hisseder. Böylece çizgi roman, giderek siyasi ve toplumsal içeriklerle zenginleşir.
Sıklıkla, Asteriks’le birlikte vatanseverliğin efsanesinin değiştiği söylenir. Seride, imparatorluklara boyun eğmeyen, bağımsızlığını koruyan küçük, tarafsız bir toplum fikri öne çıkar. Bu yönüyle Asteriks, çoğu zaman Gaullizm ve Soğuk Savaş döneminde Fransa’nın ABD ve Sovyet blokları karşısında sürdürdüğü özerklik arayışıyla ilişkilendirilir.
Asteriks’in en dikkat çekici yönlerinden biri, Fransız kültürünü simgeleyen bu küçük Galyalı kahramanın kısa sürede Avrupalı bir figüre dönüşmesidir. Konfederal bir Avrupa fikrinin şekillendiği dönemde Asteriks, farklı kültürleri tanımak için yolculuklara çıkarak ortak değerlerin temellerini atar: emperyalizme karşı direniş, özgürlüklerin ve demokrasinin savunulması, yerel kimliklerin korunması…
Bu değerler, dönemin ruhuyla tam bir uyum içindedir. Artık Fransa, bir zamanların emperyal gücü değil; direnişin, hümanizmin ve evrensel ideallerin savunucusu olarak resmedilir.
Goscinny ve Uderzo, Asteriks’i Fransız toplumunun bir yansıması olarak mı tasarladı?
Evet, bir bakıma öyledir; ancak bu aynaya doğrudan değil, belli bir mesafe ve ikinci bir okuma katmanıyla bakmak gerekir. Albert Uderzo ve René Goscinny göçmen kökenlidir: Uderzo İtalya’da doğmuş, Goscinny ise Polonya kökenli Yahudi bir ailenin çocuğudur; annesi de Rus asıllıdır. Her ikisi de ırkçılığı ve farklı bir kültüre uyum sağlamanın zorluklarını bizzat deneyimlemiştir.
Çocukluklarında okul kitaplarında karşılaştıkları Galya imgesini yeniden ele alarak, mizah aracılığıyla Fransız kimliğini yeniden inşa ederler. Aynı zamanda çağdaş Fransız toplumunun alışkanlıklarına da belli bir mesafeyle yaklaşırlar.
Ancak “Asteriks bir aynadır” ifadesini dikkatli kullanmak gerekir. Bana göre Asteriks, bir aynadan çok bir deniz feneridir — yani dönemin nabzını tutmamızı sağlayan bir pusula. İnsanlar Asteriks’te kendilerini bulmaktan hoşlanır, çünkü hikâyelerde tanıdık Fransız klişeleri mizahi biçimde sahnelenir: Marcel Pagnol’ün Marsilyası, Ulusal 7 yolu, Fransa Bisiklet Turu, at yarışları, İspanya tatilleri…
Tüm bu imgeler bir yandan birleştirici bir kimlik duygusu yaratır, öte yandan da Fransızların kendi kendileriyle eğlenmelerine imkân tanır.
Elbette, bu karikatürlerin hiçbiri ciddiye alınacak türden değildir. Kimse gerçekten Britanyalıların saat beşte çay molası verdikleri için Romalılar tarafından işgal edildiğine inanmaz. Ya da Korsikalıların tembellikleri yüzünden on yılda ancak üç taş döşeyebildiklerine! Bu ölçüde abartılı karikatürler, zaten klişelerin gerçeklik iddiasını ortadan kaldırır.

Vichy rejimiyle ilgili suçluluk duygusu
Peki, Asteriks tarihsel açıdan hâlâ ilgi çekici mi?
Bu soruyu iki düzeyde değerlendirmek gerekir: Birincisi, Antik Çağ’ın nasıl temsil edildiği, ikincisi ise bu temsillerin çağdaş hayal gücümüzü nasıl yansıttığı.
Uderzo, dönemin sergi kataloglarını inceler, arkeolojik bulgulara ilgi duyar; René Goscinny ise Galya tarihine dair kitaplar okurdu. Bu nedenle, Asteriks albümlerinin çoğu tarihsel bir temele dayanır, ancak kronolojiye sıkı sıkıya bağlı kalınmaz. Aksine, sıkça görülen anakronizmler tamamen bilinçli bir tercihtir.
Asteriks’in asıl keyfi, çağdaş göndermelerin Antik Çağ’a mizahi biçimde aktarılmasında yatar. Örneğin SMIG (Galya Ortalama İlgi Maaşı) ya da HLM (Karışık Latin Konutları) gibi yaratıcı kelime oyunları buna örnektir.
Bu yönüyle Asteriks, Fransız toplumunun temsiller tarihine katkı sağlayan tarihsel bir değere sahiptir; özellikle 1960’lardan 1980’lere uzanan dönemin toplumsal dönüşümlerini yansıtır.
Örneğin Galya Kalkanı adlı albümde, Alésia yenilgisinin bir türlü unutulamaması aslında 1940 yenilgisinin ve Vichy rejimiyle yüzleşememenin simgesidir. Goscinny, ailesinden bazı kişileri Auschwitz’te kaybetmiştir; bu nedenle bastırılmış hafıza ve kolektif suçluluk temaları, eserlerinde doğrudan değil ama satır aralarında kendini gösterir.
Asteriks ve Oburiks’in sembolik boyutlarından söz eder misiniz?
Bu iki kahramanın ilişkisi, paradoksal bir denge üzerine kuruludur. Asteriks, adının da ima ettiği gibi, “küçük bir yıldızdır” – yani Amerikan tarzı kaslı süper kahramanların tam tersidir. Oburiks (Obélix) ise Laurel ve Hardy geleneğini hatırlatan bir figürdür: saf, çocuk ruhlu, duygusal ve sevilmeye ihtiyaç duyan bir karakterdir. Ancak kilosu yüzünden sık sık özgüven sorunları yaşar.
Comment Obélix est tombé dans la marmite (Oburiks Kazana Nasıl Düştü) adlı öyküde, onun çocukken arkadaşları tarafından alay konusu edildiğini öğreniriz. Kazana düşmesi, aslında onun için bir ikinci doğuştur: Artık tanıdığımız Oburiks’e dönüşür – gücünü yumruklarıyla kanıtlayan, yaban domuzlarına doymayan o neşeli dev.
Bu açıdan Oburiks, çocuğun annelik figüründen kopup birey olma sürecine dair simgesel bir okuma imkânı sunar. Bu kopuş, ataların bilgeliğini temsil eden “yaşlanmayan druid” aracılığıyla gerçekleşir. Psikanalitik açıdan son derece zengin olan bu yaklaşım, birey olabilmenin ancak sembolik soy zincirini kabul etmekle mümkün olduğunu gösterir.
Asteriks’in yerel dillerde yayımlanması, kültürel özerklik göstergesi
Neden Asteriks, Fransız kimliğinin sembolü hâline geldi?
Galyalı miti, 19. yüzyıl boyunca şekillenmiş bir imgedir: sofradan keyif almayı seven, bedensel zevklerine düşkün, biraz düzensiz ama aynı zamanda asi bir halk… Tarih yazımında yerleşmiş klişelere göre Galya, işte bu yüzden düzenli, hiyerarşik ve rasyonel Roma uygarlığına yenilmiştir.
Bu imge, Fransızlar için güçlü bir duygusal özdeşleşme yaratır. Tarih, mizah aracılığıyla Fransızların lehine yeniden yazılır – hatta zaman zaman biraz şovenistçe! Eskiden olumsuz sayılan sıfatlar –asi, kavgacı, düzensiz– Asteriks evreninde cesur, özgür ve yaratıcı niteliklere dönüşür. Bu büyük “Galyalı karmaşası” karşısında Romalılar çaresiz kalır ve sonunda “Galyalı tarzı bir barışa” razı olurlar: yani işgalciler, direnişçi köy halkının neşeli yaşamına göz yumar.
Asteriks’in uluslararası başarısını nasıl açıklarsınız?
Asteriks’in başarısının temelinde, kendiyle alay edebilme ve ulusal klişeleri mizaha dönüştürme yeteneği yatar. Bu özellik, Fransa dışında da kolayca anlaşılmıştır. Özellikle Almanya’da, seri en az Fransa kadar popülerdir. Hatta Asteriks, zamanla ulusal kimliğin bir parçası hâline gelmiştir.
Almanya’daki lehçe çeşitliliği sayesinde albümlerin farklı yerel dillerde yayımlanması, federal devlete karşı kültürel bir özerklik ifadesi olarak görülür. Çevirmenler, her versiyona yerel kültüre özgü mizahi göndermeler ekleyerek Asteriks’in ruhunu o ülkenin diliyle yeniden canlandırır. Bu durum, aynı zamanda canlı bir demokratik kültürün göstergesidir.
“Oburiks (Obélix) ise Laurel ve Hardy geleneğini hatırlatan bir figürdür: saf, çocuk ruhlu, duygusal ve sevilmeye ihtiyaç duyan bir karakterdir. Ancak kilosu yüzünden sık sık özgüven sorunları yaşar.”

Bazı halklar, kendileriyle ilgili karikatürleri nasıl karşılıyor?
Bu konuda ince bir denge vardır. Olumsuz stereotipler, bazen mizahın ötesine geçip yanlış anlaşılabilir. Örneğin 1976’da yayımlanan Asteriks Korsika’da, bazı çevrelerde Korsika kültürüne saygısızlık olarak yorumlanmıştır. Benzer şekilde Uderzo, Asteriks Kara Altın (L’Odyssée d’Astérix) yayımlandığında antisemitizmle suçlanmıştır. Oysa bu albüm, Uderzo için yalnızca bir çizgi roman değil, Goscinny’ye –dostuna ve “ruh kardeşi”ne– adanmış bir anma eseridir.
Uderzo, Goscinny’nin anısına saygısını göstermek için Ağlama Duvarı’na bir not bırakır ve bu sırada gözyaşlarını tutamaz. Antisemitizm suçlamaları temelsizdir; ancak Uderzo’nun bazı klişelerle oynaması (örneğin “cimrilik” teması) eleştirilere neden olmuştur. Sonunda Fransa Başhahamı devreye girerek tartışmalara nokta koyar. Bu olay, stereotiplerle oynamanın her zaman yanlış anlaşılma riski taşıdığını hatırlatan en çarpıcı örneklerden biridir.
Asteriks hâlâ nesilleri birleştiriyor
Günümüzde seriyi sürdüren Fabcaro ve Didier Conrad ikilisi, Uderzo ve Goscinny’nin mirasını nasıl yaşatıyor?
Son yıllarda yayımlanan albümler ve animasyon filmlerinin başarısı gerçekten etkileyici. Eserler, hem yenilikçi unsurlar içeriyor hem de serinin özündeki değerlere sadık kalıyor. Bugün Asteriks evreni, çizgi roman sanatında olgunluk ve ustalık düzeyine ulaşmış durumda: hem keyif verici hem de derin anlam katmanları taşıyor.
Asteriks hâlâ kuşakları birleştiren, farklı yaş gruplarına hitap eden çok katmanlı bir okuma deneyimi sunuyor. Aynı zamanda evrensel bir temeli koruyor. Üstelik, yalnızca kültürel bir ikon olmaktan öteye geçmiş durumda: Asteriks artık ekonomik bir fenomen. Yayıncılık sektörü ve etrafında gelişen tüm ticari faaliyetler –lisanslı ürünlerden sinema uyarlamalarına kadar– bu efsanevi kahramanın gücüyle canlılığını sürdürmeye devam ediyor.
Yeni albümün Portekiz’de geçmesi neyi ifade ediyor?
Bu karar, Fabrice Caro (Fabcaro) ile Éditions Albert-René yayınevi arasında alınmış bir seçim. Yeni albüm, bir anlamda geçmişe gönderme yapıyor: Asteriks İspanya’da gibi klasiklerde olduğu gibi, Avrupa’nın kuruluş döneminde komşu kültürleri keşfetme temasını yeniden gündeme getiriyor.
Ayrıca, Tanrıların Sitesi adlı albümde Lusitanyalılar –yani Portekizliler– zaten karşımıza çıkmıştı; orada, ağaç sökmekle görevlendirilmiş köleler olarak yer alıyorlardı. Hatta o albümde Fadoya ince göndermeler yapılmıştı. Belki de bu yeni macerada, Portekiz göçüne dair dolaylı bir anlatı bulunuyor. Kim bilir, belki de bu kez roller tersine çevrilmiştir: artık asimilasyon sırası Galyalılardadır…
Bu metin, Historia.fr’de yayımlanan “Astérix est un phare, un repère dont on a besoin pour prendre le pouls de l’époque” başlıklı röportajdan çevrilmiştir.
