Share This Article
1970’lerin sonuyla görünür hâle gelen, 1980’lerde ivme kazanan, Soğuk Savaş’ın bitimiyle 1990’larda gemi azıya alan ve 2000’lerle birlikte sıradanlaşan ülkeleri şirket gibi yönetme anlayışının getirdiği zararlar konusunda kalem oynatan Naomi Klein; küreselleşme ve şirketleşmenin hayatımızın hemen her ânını nasıl etkilediğini, tüketim kültürüne şiddetin ve yeni sömürü biçimlerinin eklendiğini anlatan bir yazar ve akademisyen.
Küreselleşme ve neoliberalizm karşıtlarının, hakkını savunmak için sokağa çıkanların, doğanın ve yaşamın yanında saf tutanların, şirket çıkarlarını kollayan darbecilerden mustarip olanların, iklim değişikliğine bağlı ekolojik krizin kısa ve uzun vadeli etkilerini dile getirenlerin, muktedirlere karşı mücadeleye girişenlerin ve küresel çağdan şüphe duyanların sesini duyurduğu, bunlara yorumunu ve fikirlerini kattığı kitaplarıyla tanınıyor.

No Logo, Şok Doktrini, Yanıyoruz, Hayır Demek Yetmez, İşte Bu Her Şeyi Değiştirir, Tel Örgüler ve Pencereler, yazarın bahsi geçen konuları ele aldığı metinlerinden birkaçı.
Klein, etrafımızı saran nobranlığı, eğilip bükülen hakikatleri, serbest piyasanın demokrasiyi sumen altı eden ya da ona kendine göre şekil veren eylemlerini, küreselleşmenin ve neoliberalizmin ürettiği şiddeti, biçimi ve içeriği değiştirilen kültür endüstrisinin kuşatıcılığını ve saldırganlığını anlatıyor kitaplarında.
“Ayna Dünyaya Yolculuk” alt başlığıyla yayımlanan Doppelganger’da, kendisinin âdeta kötü kopyasıyla yüzleşen; daha doğrusu başka bir Naomi’yle (Naomi Wolf’la karıştırılan), fikirleri tamamen farklı olsa da bu gerçek başkalarınca göz ardı edilirken yazar, ikizinin (doppelganger’ının) takipçileri tarafından saldırıya uğrayınca zamanımızın önemli bir sorunu olan uçlara savrulmaya, tutarsızlığa ve akışkanlığa dair düşünmeye başlıyor.
‘Ulusların ve kültürlerin de kötücül ikizleri olabilir’
Doppelganger, hakikat ve yalan arasına sıkıştırılmış, hatta yer yer sıkışmayı kendisi tercih etmiş; propagandalara ve demagogların albenili sözlerine kapılırken kendini birer sanal marka hâline getirmeye uğraşanların çoğunluğu oluşturduğu zamanımızın hikâyesi: Bireyciliğin, bencilliğin, rekabetin, ayrımcılığın ve şiddetin hüküm sürdüğü, yalanın hızla yayıldığı, ekolojik krizlerin ve savaşların yeryüzünü dengesizleştirdiği dönemin tarifi…
Klein, zamanımızdaki akışkanlığı, bağımlılıkları, hakikatin yerini alan yalanı, aşırılığın peşine takılanların estirdiği rüzgârı, popülizmin kuşatıcılığını, sosyal medyada insanların kolayca karalanışını ve hızla yayılan linç kültürünü, tüketim propagandasını, yaşamımızı altüst eden ekolojik krizi, demokrasinin örselenip şiddet ve ayrımcılık eylemlerinin geçer akçe hâline getirilişini bir başka Naomi aracılığıyla anlatıyor bize.

Klein’in hem karşılaştığı hem de anlattığı şey, kendine ve olup bitene yabancılaşanlar ile buna direnenlerin gerilimi. Diğer bir ifadeyle kör kuyulara girenler ve itilenler ile buraya girmemeye ve oradan çıkmaya uğraşanların çatışması…
Klein, bu noktada “ikizini”, hem bir hakikat hem de metafor olarak gördüğünü açıklarken sahte-gerçek, kabul-inkâr, görme-görmezden gelme ve yüzeysellik-derinlik gibi gerilimleri, bu hakikate ve metafora yaslanarak tarif ediyor:
Doppelganger’lar yalnızca eziyet biçimleri değildir. İkizler asırlar boyunca uyarı ya da haberci olarak anlaşılmıştır. Gerçeklik ikizleşmeye, kendisinden yansımaya başladığında, bu önemli bir şeyin -kendimizin ve dünyamızın görmek istemediğimiz bir parçasının- görmezden gelindiği ya da inkâr edildiği ve bu uyarı dikkate alınmazsa daha büyük bir tehlikenin bizi beklediği anlamına gelir. Aynı şey birey için olduğu kadar birbiriyle çatışan, görünüşte bu hâlleri anlaşılamayan bölünmüş, ikileşmiş, kutuplaşmış ya da parçalanmış koca koca toplumlar için de geçerlidir.
İkiliklerin, yaşamımızda artık daha fazla yer kapladığını söyleyen Klein, zamanın ruhuna uygun şekilde, kişinin kendi olmaya çabalarken bunu başaramamanın gerilimini hissettiğini belirtiyor. Hâl böyle olunca devre dışı bırakılan ilkelerin, aklın ve mantığın yerini iftira, yaftalama, anlık tepkiler, dolandırıcılık ve şiddet alıyor. Klein, ikilik ve kötücül ikizlik meselesinin yalnızca bireylerle ilgili olmadığını not ediyor:
Kötücül ikizlere sahip olanlar yalnızca bireyler değildir; ulusların ve kültürlerin de kötücül ikizleri olabilir. Birçoğumuz keskin bir dönüşü hisseder ve bundan korkarız. Demokratikten otoritere… Sekülerden teokratiğe… Çoğulcudan faşiste… Bazı yerlerde bu dönüş çoktan gerçekleşmiştir. Bazılarındaysa aynadaki çarpık bir yansıma kadar yakın ve dibimizdeymiş gibi gelir.
Klein’in “toplu vertigo”, “toplu jet lag” ve “yönsüzleşme” dediği şey bunların toplamı; hızla gerçekleşen değişimlerin ve savruluşların ifadesi.
‘Paranoyak yurtsever’ bir ikiz
Klein, yalan haberlere, komplo teorilerine, çılgınca ve fantastik metinlere imza atan Naomi Wolf’la karıştırılınca bir “ikizi” oluyor. Doğruluğunu araştırmaksızın resmî hikâyeleri haberleştiren, üstelik sosyal medya hesaplarından da gerçekleri eğip bükerek yayın yapan Wolf, bu anlamda Klein’ın tam tersi bir karakter. Üstelik yazarın ifadesiyle “paranoyak bir yurtsever.”
“Naomi kargaşası” sürerken dünyanın uğraştığı sorunlara hep bir yenisi ekleniyor; COVID-19 salgını ortaya çıkıyor, aşırı sağ ve popülizm yükselişe geçiyor, dünyanın başına Trump çorabı örülüyor, komplo teorileri gerçekleri maskeliyor ve Wolf, bunların her birine balıklama atlıyor. Kısacası bulanık her alanda, doğrular yerine dedikodu ve yalanların peşinden giderek boy gösteriyor:
Doppelganger’ım kendi etkisini abartmaya teşnedir; oysa gerçekte çok sayıda dil konuşan, on milyonlarca insana ulaşan ve bütün medya aygıtı ile sosyal platformlara yayılan küresel kakofonideki seslerden biriydi yalnızca.
Benzerleri arasından sivrilen Wolf, kaynağı belirsiz görüşleri yaymada, temelsiz iddiaları gerçek gibi sunmada hayli başarılı. Bu şekilde kendisini ilgi gören, beğeni alan ve takipçi artıran bir marka hâline getiriyor. Tıpkı milyonlarca benzeri gibi. Klein ise bu durum karşısında bir soru yöneltiyor: “Eğilip bükülmüş ikizler ve yerimize geçmiş sahte bizlerle çevrelenmiş gibi göründüğümüzde ne yaparız?”

Siyasi analizleri; sol siyaset, ekofeminizm, sendikalar, küreselleşme, faşizm ve kapitalizm karşıtlığı etrafında şekillenen ve yazıları uluslararası alanda büyük ses getiren Klein, 2016 yılında iklim adaleti üzerine çalışmalarıyla, Sidney Barış Ödülü’nü almaya hak kazanmıştı.
‘Nerede hararet varsa, orada Wolf vardı’
COVID-19 pandemisi gibi küresel krizlerin, Wolf ve benzerlerinin “marka değerini” artırdığını çünkü yalanlara ve komplolara inanmaya hazır büyük bir kitlenin, fırsat bulduğunda onunla aynı eylemi gerçekleştirdiğini söyleyen Klein, bu tehlikeli durumu şöyle yorumluyor:
Bugün kendimizi, benim gerçek hayattaki doppelganger’ımla olduğum gibi risklerin epey yüksek olduğu bir sisteme boğazımıza kadar gömülmüş bir hâlde buluyoruz. Tam bilgimiz olmadan ya da anlamadığımız koşullarla alınan kişisel veriler üçüncü taraflara satılıyor ve bu durum uygun olduğumuz kredilerden, gördüğümüz iş alanlarına -işlerimizin yerini bizi taklit etmekte sarsıcı derecede iyi derin öğrenme robotlarının alıp almadığına- varıncaya dek her şeyi etkileyebiliyor. O yararlı tavsiyeler ve ürkütücü taklitler, sayılamayacak kadar çok kişiyi, bir aşı uygulamasını Holokost’la karşılaştırmaya götüren, belki çok daha tehlikeli bir yerde son bulabilecek tehlikeli enformasyon tünellerine sokan aynı algoritmalardan çıkıyor.
Dikkat (dağıtma) ekonomisinin ve tık avcılığının önemli bir örneği olan Wolf, benzerlerinin sözcüsü aynı zamanda. Çevrimiçi çağın “değerlerden bağımsız para birimi olan etkiyi” de gayet iyi bilip uygulayan, bu yönüyle takipçilerinin gıpta ettiği bir isim:
Yalnızca kendisinin ortaya çıkardığı gizli bir bilgi parçasına sahip olduğunu iddia edip bunu paylaşma cesaretini gösterdiği için korkunç zulümlerle karşılaştığını ileri sürerek kendisini sayılamayacak kadar çok güncel kültürel sohbetin ortasına yerleştirmeyi başarmıştı. Nerede hararet varsa, orada Wolf vardı.

Sabit olmayan kimlikler
Klein’ın “ayna dünya” diye adlandırdığı akışkan ve tekinsiz ortamın önemli bir figürü olan Wolf gibileri, kendisini markaya dönüştürürken ya da dönüştürmek isterken aşırı uçlara savrulabiliyor, sürekli kontrol altında tutulan zinde bedene övgüler düzüyor, reklam yüzüne dönüştüğü “sağlıklı yaşam” ürünlerini pazarlayabiliyor, felaket tellallığına soyunabiliyor, aşı karşıtlığından nemalanabiliyor, kolayca bilim muhalifli hâline gelebiliyor ve “inandıramıyorsan zihinleri karıştır” ilkesini sonuna kadar uyguluyor.
Rekabetçiler, hedefe (“başarılı” olmak, takipçi sayısını ve beğenileri artırmak) ulaşmak için her şeyi yapmaya hazır. Kanıtlara ve bilgiye değil, duyumlara ve komplo teorilerine bel bağlarken gerçek araştırmacıların, uzmanların üsluplarını taklit etmede ustalar. Klein, “ikizini” ve onun benzerlerini anlamaya uğraşırken tüm bunları göz önünde bulunduruyor; dikkat çekme arzusuyla, egosunu yükseltme isteğiyle, para kazanma ve haklılığını kanıtlama hırsıyla hareket edenleri daha yakından incelerken kapitalizm etkisini de atlamıyor:
Kapitalizm en özensiz, rekabetçi yönlerimizi coşturuyor ve önemli olan her cephede bizi yanıltıyor. En iyi kısımlarımızı canlandıran sistemlere, yani dışa dönüp kriz içindeki bir dünyaya bakarak onarım işine katılmak isteyen yanlarımızı canlandıran sistemlere ihtiyacımız var. Özenin özensizliğe karşı savaşı kazanmasını, küçük ya da büyük adımlarla kolaylaştıracak sistemlere.
Klein’ın doppelganger hikâyesinden öğrendiği en önemli şey, kimliklerin savruluşlar ve değişimler nedeniyle sabit olmaması. Aynalar dünyasındaki abartılı yansımalara, uçların tehlikesine, ayrışmaya ve şiddete karşı hepimizi uyanık olmaya çağıran yazar; kafa karışıklığını ve yılgınlığı, popülizmi, yüzeyselliği ve krizleri aşmanın ilk adımının bu olacağını söylüyor.
