Share This Article
Sovyet ve Amerikan müzelerindeki yapıtların bir araya toplanmasından oluşturulan “Matisse Fas’ta” adlı sergi, ressamın Kuzey Afrika’da bulunduğu yıllarda yaptığı belli başlı resimlerin toplu halde izlenmesini ve bu dönemin bütün yönleriyle değerlendirilmesini sağlayacak.
18 Mart-3 Haziran tarihleri arasında Washington’da, “National Gallery of Art”da, 24 Haziran-4 Eylül arasında da New York Museum of Modern Art‘da (MOMA) gösterime sunulan sergi, toplam 22 tuali ve birçoğu bugüne kadar basılmamış olan 70 kadar deseni kapsıyor.
Ayrıca Camoin, Marquet, Morrice, Iturino gibi Matisse’in yakın dostlarının, bu dönemdeki rolleri üzerine çok sayıdaki belgeyi de ortaya koydu.
Matissse’in son çalışmalarını kapsayan Fas dönemi
“Matisse Fas’ta” sergisiyle ilgili hazırlıklar ne zaman başladı?
Yaklaşık 1972’lere dayanıyor bu hazırlıklar. Washington Ulusal Galeri konservatörleri, o tarihte benden Matisse üzerine fazla geniş tutulmayacak bir sergi hazırlamamı istemişlerdi. Aklıma hemen, görmeyi çok istediğim bir konu geldi: Matisse ve Fas…
Leningrad’da bulunduğum sıralarda, müzenin teşhirde bulunmayan bölümünde Matisse’e ait bir tablo, üzerimde büyük bir etki uyandırmıştı. Yerde oturmakta olan mutlu insanları gösteren “Arap Kahvesi” isimli, bilinen resimdi bu.
Batıyı yansıtmayan tek tabloydu. Söz konusu resim çevresinde bir sergi oluşturmanın akıllıca bir iş olacağını düşündüm o an. Üç yıl kadar önce Moskova’dan aldığım bir telefon, bu düşümün gerçekleşmesini sağlamaya yetti. Bundan sonrası, “iki büyükler” arasındaki iletişimin kurulmasına kalıyordu.
Mavi Gandoura’lı Kadın (1951)
Fas dönemiyle ilgili tabloların önemli bölümü, bu iki ülke koleksiyonlarında mı bulunuyor?
Tam olarak değil… Bu tabloların her ne kadar yarısı Sovyetler Birliği’nde ise de öteki yarısı Matisse’in Fas dönemi üzerine ilk yazıları yazmış olan Marcel Senbat‘nın koleksiyonuna ait iki tablonun da yer aldığı Grenoble Müzesi‘nde, bazı özel koleksiyonlarda ve birkaçı Fransa’da olmak üzere Batı ülkelerine dağılmış durumdadır.
İki önemli yapıt (Barnes Vakfına ait “Büyük Rif’li” ve ne yazık ki Ermitage Müzesi’nde kalmış olan “Arap Kahvesi”) dışında, bu dönem resimlerinin başlıcalarını bir araya getirmeyi bu sergiyle başardık.
Konservatörler “Arap Kahvesi”ni, çabuk hasar görebilecek bir yapıt olarak gösteriyorlar. Eğer Matisse’in Kuzey Afrika’da yaptığı resimlerinden daha önceki dönemine ait işleri sergileme düşüncesinden vazgeçmek zorunda kalsaydım, buna karşılık, ressamın Fransa’ya dönüşünden üç yıl sonra yaptığı “Faslılar”, ayrıca 1920’lerde Nice’te gerçekleştirdiği “Odalıklar” dönemine ait iki tuvalini ve nihayet kâğıt kesikleriyle oluşturduğu resimlerinden önceki son tuvali Mavi Gömlekli Kadın‘ı ve bütün son çalışmalarını kapsayan Fas dönemi sonrası işlerini bu sergiye koymayı düşünebilirdim.
Henri Matisse, 1951 yılında Fransa’daki stüdyosunda uzun direğiyle… En büyük projelerinden Vence Şapeli üzerine çalışıyor.
Altın Çağ’ın ikinci versiyonu: Arap Kahvesi
Matisse’in Fas’ta bulduğu neydi?
Matisse’in en derin ve görkemli konuları, onun Altın Çağ’ı işlediği resimlerinde yer alır. Yaşamının üç ayrı dönemini karşılayan üç ayrı tarz söz konusudur bu resimlerde. Birinci dönem, Hésiode ve Virgile’den Nietzsche’ye (Zerdüşt) kadar pek çok yazarın ele aldığı Altın Çağ resimleridir.
Daha çok mitolojik konuları ve grekoromen temalarını işlediği bu dönemin en ilginç yapıtı Zenginlik, Dinginlik ve Kösnü adlı kompozisyonu, özellikle de Barnes koleksiyonundaki “Yaşama Sevinci”dir.
Meyvelerin ağaçlardan döküldüğü, sütlerin oluk oluk aktığı ve herkesin aylak dolaştığı sonsuz bir dinlence ülkesi yansıtılır bu resimlerde. “Müzik” ve “Dans” gibi resimleri, “Yaşama Sevinci”nin büyütülmüş fragmanlarını da kapsayan ilk büyük dönem, Altın Çağ söylencesinin arık konusuna ayrılmış olan “soyut” bir dönemdir.
İkincisi ise Nice’te 1910 sonrası yıllarda gerçekliğe yeniden döndüğü dönemdir. Bu dönem, aynı zamanda Fas resimlerinin ilk işaretlerini de taşır. Daha çok konuya ilişkindir bu işaretler. Fas, İslam’ın her şeyi aşırı biçimde yalınlaştırdığı bir ülkedir. İyi ama neden Fas?
Çünkü orası, cenneti andıran bir bahçenin resmini saklar içinde. Matisse, Tanger’de (Tanca) cennetin maddeye dönüşen bir formunu keşfetmiştir. Sonuç, Altın Çağ’ın ikinci versiyonu olan Arap Kahvesi’dir. Üçüncü döneme gelince, bu dönemi, sanatçının Polinezya’da yaptığı resimlerin oluşturduğu açıktır.
1930’da uzaklara gider ancak bu, daha sonradır. Görsel malzeme, bundan böyle pitoresk olacak biçimde değişecek, anılarla birlikte içe dönecek ve böylece sonsuz boşluk su yüzüne çıkacaktır. Kâğıt kesikleri dönemi, Polinezya anılarından etkilendiği bir dönemdir.
Nereden kaynaklanıyor bu “mutluluk mezhebi?”
Yalnız “mutluluk” değil, “mezhep” de önemlidir Matisse’te. Onun büyük yapıtlarında, kitabımda ele aldığım nedenlerle, ağır basan şey kutsallıktır. Gerçekten de bizzat kendi deyimiyle “dekoratif” ya da “soyut” olarak adlandırılan anlatım biçimine vardığında, bu üslup, gerçekçi (realist) olmayan ama kutsal olması gereken bir içeriği gerektirmiştir. Oysa Altın Çağ söylencesi, bu kutsallık görüntüsünün ayrıcalıklı biçimlerinden biri olacaktır ileride…
Matisse Fas’a vardığında neler oldu?
Matisse’in ailesi sayesinde, çok sayıdaki yazışmalarını ve kendisinden geriye kalan belgeleri inceleme olanağı buldum. Sanatçının, başından beri katettiği yolun küçük bir bölümü “fauve”, bir bölümü ise yoğun soyut izler taşıyan post-fauve’dur ama kelimenin tam anlamıyla toprağa dokunmak, ayağını yere basmak gereğini duyar bu dönemlerinde. 1911’de birçok yeri görme olanağı buldu; kısa bir süre için İspanya ve Rusya’ya gitti.
Sonra da Goethe’nin Fas şiiri ve sanatı için söylediği “Toprağa özgü dilde göksel mesaj” sözünün anlamını kavramak üzere bu ülkeyi ziyarete karar verdi. Peşinden koştuğu şeyin, soyut biçimlere bürünmüş olarak ve kendisine gözü pek görünen bir ikilem içinde, gözlerinin önünde uzandığını görmüş oldu böylece.
Fas’ta toprak, soyutlamanın bir değişkenini sunmaktaydı ona; bu ülkede bitkiler, belli bir derecede akkor haline gelmişti. Kelimenin psikolojik anlamıyla insanlar, kendilerini dış çevreden yalıtmışlardı: (Boşaltmak, doldurmaktır).
Bu korkunç şok, kısa bir tereddüt döneminin arkasından onu, temel öğelere yöneltir: Süreklilik olanağı… Kanıtı ve gerçeklik içinde olan kutsallığı biçimlendirecek malzemeyi ele geçirmiştir artık…
Matisse, Fransa’daki stüdyosunda…
Doğu kültürünü anımsatıcı bir görüntüsünü aldı
Kataloğunuzda Matisse’in üçlü çalışmalarından söz ediyorsunuz. Fas yılları, bu tür çalışmaları hangi yönden aydınlatıyor acaba?
Üçlü çalışmalara kaynak oluşturan gezilere güdülenme konusuna gelince, az önce değinmiş olduğum şeye bağlı bir başka noktayı kavramak için gerçekten ilginç olan bir sorunu açmam gerekecek: Her zaman, Hıristiyan Batı dünyasında, örneğin tarih öncesi Hint uygarlığında ve başka uygarlıklarda olduğu gibi –Dumézil, buna değinmişti – genel yapıda üçlü bir görünüş, tıpkı resimdeki “triptyque” (üçlü) gibi kendini göstermiştir.
Bilinçli ya da bilinçdışı da olsa, Matisse’in Fas dönemi resimlerinde sık sık karşımıza çıkan bir olgu olarak “triptyque”, açık bir belirti halinde kendini gösterir. Serginin hazırlığı sırasında, uzun zamandır sezinlemekte olduğum bir gerçek doğrulanmış oldu: Fransa’ya kısa bir dönüş göz önüne alınmazsa, Matisse’in Fas’a iki kez gidişi, tek bir seyahat olarak alınabilir.
Bu seyahat, onun bütün çalışmalarında, gerçek ya da yapmacık olsun veya sonradan vazgeçtiği deneme türünde kabul edilsin, üçlü resim tipine yol açmıştır hep. Bir isim olmanın ötesinde, bu tür çalışmaların 1912 Kasımı’ndan itibaren başlamış olduğu söylenebilir. Bu çalışmalarda üçlü bir kompozisyonu tamamlama isteği ağır basmıştır.
Önce bir tuvale başlanır, sonra öteki iki tuvalle, bu çalışma bütünleştirilir. Ya da tam aksine, üçüncü tuvalle işe başlanır, arkasından ötekiler gelir. 1916’da Faslılar tablosuna böyle başlar, tablonun “Irmaktan Geçen Kızlar” ikilisini tamamlar, sonra söz konusu üçlünün “Dans” ve “Müzik” adlarını taşıyan üçüncü kanadı ortaya çıkar.
1917-1918’de savaşın yaratmış olduğu kısa aradan, koyu renkli bu tablolardan sonra, yeniden Fas’a, cennet düşlerinin başlıca referanslarını taşıyan tablolarına döner Matisse.
Münih’te, 1910’da açılan ünlü Doğu sergisi, 1947’de ona şunları söyletecektir: “Esin kaynağı bana Doğu’dan geldi”. Bu sözle, Fas gezisi arasında nasıl bir ilinti kurulabilir sizce?
Fas’a hareketinden çok önce, resmindeki estetik, Doğu kültürünü anımsatıcı bir görüntü almıştı bile. Benim halı estetiği olarak tanımladığım bu görüntü çevresinde odaklanıyordu her şey.
Daha basite indirgemek gerekirse, nesnelerin yüzey üzerinde yassıltılmış olarak gösterildiği dekoratif estetikle, gerçekçi estetiğin karşı karşıya getirildiği bir anlayıştır bu. Matisse’in dokumalarla ilgi kurduğu Kopt kültüründe de karşısına çıkmış olan bu estetiğin adı ancak halı estetiği olabilir.
İlk zamanlarda Grenoble’un “Kırmızı Halı”sında olduğu gibi, doku, önceleri tablonun içinde gösterdi kendini, daha sonra yavaş yavaş bir motifin tekrarına ya da bizzat tual üzerinde bir halı grubunun “pattern”ine dayanan bu tarz, aynı müzede yer alan “Interieur aux aubergines”deki gibi açıkça ortaya çıktı.
Önceleri izlenimci olan Matisse, kutsal esinlerin etkisiyle, neredeyse kendine rağmen, soyutçu eğilimde karar kıldı. Bu bağlamda, yapısına aykırı ve zorlama bir sanat biçimi olsa bile, gerçekten de Fas resimlerinden başlayarak rahat bir ortama dönüştü bu ilgi.
Büyük dekoratif bir oyun olarak da tanımlanabilecek bu resimler artık onu rahatsız etmez oldu. Fas’tan dönüşünden üç yıl sonra yaptığı “Faslılar”daki pitoresk içerik, piktüralin karşıtıdır. Orada, pitoresk orientalizm yerine, piktüral bir doğululuğu tercih etmiş görünür.
Orientalistler soyunun son temsilcisi
Matisse’in Tèriade’e söylediği şu sözleri nasıl yorumlamalı acaba: “Fas doğasını, Delacroix’nın tablolarında ve Pierre Loti’nin romanlarında gösterildiği biçimiyle buldum.”
Orientalizmden büyük nefretine rağmen, Matisse’te de orientalistler soyunun son temsilcilerinden olduğunu gösteren bazı işaretler bulunduğu söylenebilir. Ayrıca Fas’a giden tek kişi değildir o. Delacroix’nın “Haçlıların İstanbul’a Girişi” tablosunun arka planı ile Fas’ın Tanger koyu arasında, tabloya dikkatle baktığında bir ilişki kurmuştu.
Loti’ye gelince, eğer onun genç bir elçilik görevlisi olduğu sıralarda kaleme aldığı Fas Anıları’nı okursanız, orada göz alabildiğine uzanan çiçek tarlalarından büyülendiğini anlatan bölümlere rastlarsınız. Matisse bu kitapta, Loti’yi “bir ressam” olarak tanımlar ve onun, dikkatleri Fas üzerine çekmekte önemli bir rol oynamış olduğuna değinir.
Gerçekte Matisse, Delacroix ve Loti gibi, Fas doğasından çokça etkilenmiştir. Bu etki, onun resminde hemencecik başat bir değer kazanacak olan bir leke, bir kavram biçimlemesine götürmüştür onu. Çiçekçilik (floralité) diyebiliriz buna. Matisse için bu çiçek tarlaları, nesneden soyutlanmış saf bir renk anlamı taşır.
Daha 1898’de, masmavi bir kelebeği, yapıştırıldığı yerden koparması ve satın almasıyla, saf renklere duyduğu yakınlığı, tutkuyu kanıtlamış oluyordu. Tanger’de geçirdiği ilk aylardan başlayarak, önce desenlerinde, sonra boya resimlerinde, insancı biçimleri, birer çiçekmiş gibi yansıtmaktan geri kalmamıştı.
Ve nihayet Fas’ta, kendisine öncüllük yapmış olan Marquet’nin varlığını da unutmayalım. Onu, oraya Marquet çağırmış ve orada buluşmuşlardı. Ancak beraberlikleri uzun sürmeyecektir. Çünkü birisi Fas’ta kalmak için yaz mevsimini, öteki ise kışı tercih ediyordu. Ama Matisse, orada Camoin ile Kanadalı ressam Maurice’le, belki de İspanyol Iturino ile ortak zamanları paylaşacaktır gene de.
Sonuç olarak 1911’den 1913’e kadar Tanger, gerçek bir okul değeri taşımıştır bu ressamlar için. O zaman çok kimse, Fas’ın Matisse’in yapıtına yenilikler katacağı beklentisi içindeydi. Matisse’e gelince o, Fas doğasının, kendisini doğrulamasını istemişti yalnızca…
Matisse, 1951 yılında en büyük eserlerinden biri olan Vence’deki Tesbih Şapeli’nin dekorasyonu için çalışıyor.
Matisse’in Fas resimlerinde açığa çıkan başlıca değer ayrıcalığı kısaca nedir sizce?
Onda en dikkati çeken şey cennet bahçesine özgü bitki yorumlarıdır, diyebilirim. “Floralité” olarak isimlendirebileceğimiz bu keşif, 1920’li yıllardan başlayarak, Matisse’in yapıtını biçimlendirmekte etkili olacaktır.
Bu tarihlerden sonra, modelini iyi tanımak ve derinden kavramak için, boya resme geçmeden önce, giderek daha fazla desen çizmeye başlar. “Eğer bir ağaç çizmek isterseniz, onunla yükselmeniz gerekir” der bir Çinli ozan… Fas dönemi ve sonrasında, Matisse’in bütün yapıtları, bu çıkıştan kaynaklanmıştır.
Üslubu bitkiselleşir, çiçeksi bir görünüş kazanır. Gene Fas etkileri diye tanımlanabilecek dekupe resimlere varıncaya kadar, belirleyici olmaya devam eder bu anlatım biçimi… Son tuvali “Mavi Gömlekli Kadın”, Fas’a son bir saygı ifadesi içerir.
Çeviren: Kaya Özsezgin