Share This Article
Bundan 15 yıl önce toplumların ciddiye almadığı aşırı sağ partiler, bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde ya iktidar, ya da bir numaralı iktidar adayı. Paris’teki Jean Jaurès Vakfı’nın Avrupa’daki aşırı sağ hareketler uzmanı Jean-Yves Camus, aşırı sağın yükselişini şöyle açıklıyor:
Bu göçün yarattığı çokkültürlü toplumlara tepkinin ötesine geçti. Bu bir medeniyet çatışması duygusu, İslam ve Batı arasında sürtüşmeler olduğu hissi.
İspanya’da, aşırı sağcı diktatör Franco’nun ölümünden 40 yıl sonra ilk defa parlamentoda sağcı partiler üstün durumda. İtalya çoktan aşırı sağa teslim oldu. Almanya’da “asimile olmamış” vatandaşları ve tüm göçmenleri Afrika’ya gönderme planı yapan AfD’nin anketlerdeki oyu yüzde 23’e ulaştı. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Şansölye Scholz’un partisini geçerek ikinci parti oldular. Fransa’da solun hali içler acısı. Sağcı Macron’un en büyük rakibi aşırı sağcı Le Pen’in partisi Ulusal Birlik, parlamento seçimlerinde yüzde 34 alarak ilk sırada.
8 yıl önce Brexit’e şahit olduk. Birleşik Krallık’taki aşırı sağcılar, “AB’de kalırsak Türkler AB’ye girince ülkemize 1 milyon Türk gelir” propagandası ile referandum kazandı. Bugün Londra’nın dış politikası, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde ABD’ye en bağımlı günlerini yaşıyor.
Sosyal demokrasinin kalesi olan İskandinavya, artık sağ hükümetler tarafından yönetiliyor. Bir çarpıcı sonuç da Hollanda’da. İslam, göçmen ve Avrupa Birliği karşıtı Geert Wilders, Kasım 2023 seçimlerinin galibi oldu.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Yeşiller’in çöküşü
Geert Wilders, özellikle İslam karşıtı radikalizmi, Putin yanlısı görüşleri ve saç modeliyle tanınan aşırı sağcı bir politikacı. Wilders ilk kez 1998 yılında seçildi, ancak yıllarca hükümet koalisyonlarından dışlandı. Şimdi ise kırbacı elinde tutuyor. Özgürlük Partisi (PVV) 150 sandalyeden 37’sini kazanarak iki yıl önce 17 olan sandalye sayısını çarpıcı bir şekilde artırdı ve en yakın rakibi olan Yeşiller ve İşçi Partisi’nin (GL-PvdA) ortak listesinin çok önünde yer aldı. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük bir yıkıma uğrayan Yeşiller’in kötü gidişatının sinyali, aslında Hollanda’da verildi.
Hollanda’nın uzun yıllardır başbakanlığını yapan Rutte, koalisyon ortaklarından biri olan Hıristiyan Birliği ile sığınmacılar için aile birleşimi kuralları konusunda yaşadığı küçük bir anlaşmazlık yüzünden kendi hükümetini düşürdü. Rutte’nin parti lideri olarak halefi Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz, sağcı bir hükümetten yana olan seçmenleri kendi etrafında toplamak için PVV ile işbirliğine kapı açtı.
Wilders bu fırsatın üzerine atladı ve önceliklerinin İslam karşıtlığı, AB karşıtlığı gibi ideolojik konulardan sağlık hizmetleri ve ekonomik kaygıya doğru kaydığını iddia etti. Pandeminin ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nın getirdiği ekonomik yük, Avrupa Birliği’nin işlemez iç dinamikleri, Avrupa’nın “abisi” konumundaki ABD’nin eski gücünden uzak oluşu gibi birçok sebebin üstüne bir de Hollanda’nın geleneksel merkez ve sol siyasetin çöküşü, Wilders’in önünü sonuna kadar açtı.
Türkiye’deki seçmenlerin yıllardır deneyimlediği o siyasi gerçek, Hollandalılar tarafından da tadıldı: Kimse aslı varken taklidine oy vermez! Sağ seçmenden oy almak için kurumsal söylemini değiştiren Dilan Yeşilgöz, seçimlerde üçüncü parti oldu. Wilders net bir zafer elde etti.
AB ve değerlerine temelden karşı bir seçmen grubu
Amerikalı siyaset bilimci Larry Bartels‘in “demokrasinin tepeden aşındığı” tezi, birçok ülkede olduğu gibi Hollanda’da da doğrulandı.
Hollanda’nın onlarca yıldır geliştirip desteklediği yerel ve uluslararası yasal çerçevelere o kadar aykırı olan bir seçmen bloğu var ki, bu seçmenler hiçbir gerçekçi politika değişikliğinden tatmin olmayacaklar. Bu seçmenler arasında Wilders’in destekçilerinin son on yıldır ona sadık kalan yüzde 50’si var. İslamofobi, antisemitizm, aşı karşıtlığı, ırkçılık ve AB karşıtlığından oluşan bir seçmen kitlesi… Diğer ülkelerdeki benzer seçmenler gibi bu seçmenler de ağırlıklı olarak erkek, düşük gelirli, üniversite mezunu olma olasılığı daha düşük ve sosyal ağlardan kopuk.
Hollanda’nın birçok sorunu ve bu sorunların 15 yıldır iktidardaki Rutte ve ortakları tarafından çözülememesi, insanları bir alternatif arayışına itmiş gibi gözüküyor. Hollanda resesyonu hâlâ aşamadı. Sıkışmış durumda. Büyüme oranları beklentileri karşılamıyor. İflaslar çoğalıyor, işsizlik artıyor. Hollandalıların yüzde 86’sı konut krizinin olduğuna inanıyor. Hükümetin 2030 yılına kadar 900 bin ev inşa etme hedefine rağmen inşaatlar şimdiden programın gerisinde kaldı ve ev arayanların sayısı ev sayısından 390 bin daha fazla.
Aşırı sağda yeni politika: Merkeze yanaş ve kazan
İşte bu sebeplerden dolayı Wilders kendi açısından çok doğru bir stratejiyle seçimlerde zafer elde etti: Çekirdek seçmenini kaybetmeyecek derecede merkeze ‘yanaşı’. Kimse Geert Wilders’in yıllardır savunduğu ama bu seçim sürecinde ön plana çıkarmadığı aşırı fikirlerinden vazgeçtiğini düşünmüyor, ancak toplumun derdi kaybolan refah. Wilders’in odaklanma sözü verdiği konu da bu.
“Aşırı sağın kendi seçmenini ürkütmeyecek oranda merkeze yanaşması” durumu sadece Wilders için değil tüm Avrupa aşırı sağı için geçerli. Aşırı sağ, yıllardır savunduklarını hayata geçirmek için, yani iktidara gelebilmek için aradıkları o sihirli formülü bulmuş olabilir.
Hollanda 2012’den bu yana koalisyonlar tarafından yönetiliyor. Seçimlerden 6 ay sonra, sağ blok koalisyonda anlaştı. Koalisyonda Özgürlük Partisi (PVV), Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), Yeni Sosyal Sözleşme (NSC) ve Çiftçi-Vatandaş Hareketi Partisi (BBB) yer alacak.
PVV lideri Wilders, “güçlü sağ hükümet” seçeneğinin gündemden düşmemesi için başbakanlık koltuğundan feragat edeceğini açıkladı. Koalisyondaki partilerin liderleri, Wilders gibi hükümette olmayacak. Başbakan ise Hollanda İstihbarat Şefi Dick Schoof. Schoof, 2000 yılında hazırlanan Yabancılar Yasası’nın mimarlarından biriydi.
Geert Wilders hükümetin bir parçası olsa da olmasa da Hollanda’nın artık bilinenden, hatırlanandan başka bir ülke olduğu gerçek.