Share This Article
Dünyaca ünlü Fransız illüstratör ve yazar Fabien Toulmé, Institut Français ve Desen Yayınları katkılarıyla 26-28 Eylül tarihleri boyunca İstanbul’daydı ve birçok etkinlik gerçekleştirdi. Detaylı bir panelin yanı sıra çocuklarla bir atölye çalışması, meslektaşlarıyla bir ustalık sınıfı ve iki farklı lokasyonda iki ayrı imza günü oldu. Ne mutlu ki ben de kitaplarını büyük tat alarak okuduğum sanatçıyla bir röportaj gerçekleştirme fırsatı buldum ve kendisine, başarısının sebeplerini cevaplayacak sorular sordum. Aldığım her cevapta, sevdiğim ve gönlümde yer eden kitaplardan izler buldum. Buyurunuz!
‘Üslup ve anlatıda değişikliğe gitme fikrini seviyorum’
Merhaba Fabien, öncelikle hoş geldin! Nasılsın?
İyiyim teşekkürler, sen nasılsın?
Ben de aynı şekilde. Öyleyse başlayalım mı? İlk sorum: Hangisini tercih ediyorsun: çocuklar için çizmeyi mi yoksa yetişkinler için mi?
Aslında çocuklar için hiç çizmedim.
Peki ya Marilou?
Marilou’nun çizeri ben değilim. Olivier isimli bir arkadaşım, Olivier Duthaud. Ve işin aslı, ben çizgi roman çizmeye başladığımda, aklımda daha çok genç ve yetişkinler için çizmek vardı. Esasında şöyle bir olay oldu… Kızım Julia, hikâyesi Fransa’da geçen “Petits Diables” (Küçük Şeytanlar) isimli karikatürün büyük hayranıdır. Bir gün bir festivalde Olivier Duthaud’yla karşılaştım ve yanına gidip kızımın, karikatürlerinin büyük hayranı olduğunu söyledim. Böylece arkadaş olduk. Bunun üzerine, kızım lise ve diğer çocukların okuyabileceği bir çizgi roman yapmayı istediğimi fark ettim. İşte bu şekilde birlikte Marilou’yu meydana getirdik. Fakat doğru, normalde genç-yetişkinler için çizgi roman yapıyorum.
Peki gelecekte buna benzer planların var mı?
Tabii. Ama dürüst olmak gerekirse herhangi bir kariyer planım olduğu söylenemez. Her defasında farklı ve hoşuma giden şeyler denemeye çalışıyorum. Yani belki olur. Şimdilik bir fikrim yok ama evet, neden olmasın? Üslup ve anlatıda değişikliğe gitme, bunları çeşitlendirme fikrini seviyorum. Dolayısıyla evet, hepsi mümkün.
Öyleyse canın nasıl isterse o şekilde çalıştığını söyleyebilir miyiz?
Kendimi mutlu etmek için çalıştığımı söyleyebiliriz. Yani mutlu olduğum sürece, devam ederim.
Pekâlâ, tasvir etmekte en zorlandığın sahne hangisiydi? Ya da daha genel bir şekilde, kitaplarından hangisi?
Çizerken en zorlandığım, ilk çizgi romanımdı: Beklediğim Sen Değildin. En çok onu çizerken zorlandım çünkü bu kitabı yapmaya başladığım zaman çizmeyi tam anlamıyla bilmiyordum. Hatta neredeyse her kutucukta “Of of of, bu şeyi nasıl çizeceğim şimdi? Arabayı, binayı nasıl çizeceğim?” diyordum kendi kendime. Yani çizerken epey zorlandım.
Yazarken zorlandığım… Zor değildi belki ama uzundu: Hakim’in Yolculuğu. Çünkü röportaj gerektiriyordu ve ben daha önce hiç röportaj yapmamıştım; dolayısıyla nasıl olacağına, ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Ayrıca uzun zaman aldı çünkü bir başkasının hikâyesini yazmam gerekiyordu. Yani okur için iyi bir anlatı sunmaya çalışmanın yanı sıra Hakim’in hikâyesine sadık kalmak gibi bir sorumluluğum vardı. Bu sebeple ben yalnız değildim, hikâyemle baş başa değildim. Farklı unsurlar üzerine düşünmem gerekiyordu. Uygulama açısından zor değildi ancak fikir ve tasarım açısından zordu. “Tüm bunları nasıl anlatacağım?” sorusu vardı aklımda.
‘Tekdüze hikâyelerden hoşlanmıyorum’
Bunun yanı sıra, “Beklediğim Sen Değildin” isimli kitabın hassas bir konuya sahip. Kendi hayatını anlatıyorsun. Samimiyet ve gerçekçilik, anlattığın hikâyelerin temelini oluşturan iki kavram. Aslında bunun senin imzan gibi olduğunu söyleyebiliriz. Sence hikâyeyi unutulmaz kılmak için olmazsa olmaz bir üçüncü kavram varsa bu nedir?
Bence bu samimiyet ve gerçekçiliğin sebebi, belki de tek bir hikâyeye farklı duygular koymam, dram gibi ya da komedi. Bir şey okuduğumuzda, bir film izlediğimizde, bir resme baktığımızda, sanatsal bir keşif deneyimlediğimizde aradığımız şeyin duygu olduğunu düşünüyorum.
Fazlaca duygu yüklü bir eser okuduğumuzda, bir film izlediğimizde, kendimizi hissediyoruz, dolu dolu bir deneyim yaşıyoruz. Bittiğinde şöyle diyoruz: “Oh be! Okumaya, izlemeye, dinlemeye değer bir şey yaşadım. İşte bu yüzden, bunu deneyimlediğim için memnunum.”
Zaman zaman bir kitap okuyup bitirdiğimizde şöyle diyebiliriz: “Meh, bunu okudum bitti. Bir sonrakine geçeyim.” Demem o ki, eğer duygu yüklüyse, yani zenginse, belki de bittiğinde biraz olsun farklı biri olmuşsak, üzerine düşünmüşsek, karakterlerle duygu alışverişinde bulunmuşsak, dönüştüğümüzü hissediyorsak… Belki de çizgi romanlarımın başarılı olmasının sebebi budur. Aynı anda hem yaşam deneyimini hem de dram, komedi gibi duyguları koymaya çalışıyorum. Kitaplarımı okumayı sevmelerinin sebebi bu olsa gerek.
Fabien Toulmé, Institut Français’de…
Aslında anlatmaya çalıştığın, hayatın kendisinin böyle olduğu, değil mi?
Tabii ki… Ben bir okur ya da seyirci gözüyle baktığımda, tekdüze hikâyelerden hoşlanmıyorum. Örneğin fazla dramatik ya da sadece dramadan ibaret bir dram. Çünkü hayatta dramatik anlar olsa da, mesela bir yas veya cenaze, bu dramatik deneyimin ortasında komik ve gülünç olabilecek minik anlar var.
Bir örnek vereyim: Büyükannemin cenazesinde, kilisedeyken, o çok hüzünlü anda, CD çalarda müzik açması gereken adam CD’leri karıştırdı ve açtığı müzik daha çok komik, eğlenceli bir müzikti. İşte böyle, hüzünlü bir anda bile gülüp eğlendiğin dakikalar oluyor ve aslında bu tutarsız bir şey değil. Dolayısıyla ben biraz bu ikisinin karışımı olan hikâyeleri seviyorum.
Senin “unutulmaz”ın ne?
Aslında çok var. Sanırım en büyüğünü bu hikâyeye sığdırdım, dolayısıyla bu olsa gerek. (O sırada elimdeki Beklediğim Sen Değildin kitabını işaret ediyor.)
Her halükârda, sahip olduğumuz hatıraların sebebi sıklıkla unutulmaz anlar olmalarıdır. Ancak esasında bunlar tam olarak anlatılabilecek ya da anlatılmaya değer hikâyeler değildir. Ama bizim için unutulmaz hatıralar olurlar çünkü hayatımıza yön verirler. Ve altmışına merdiven dayamış, ateşin başında otururken tüm bunları hatırlayıp şöyle deriz: “Vay be, güzel bir hayat yaşamışım.”
‘Türkiye ve Brezilya’dan çok dönüş alıyorum’
Peki senin için çizgi roman illüstratörü olmak ne demek? Gereklilikleri neler?
İllüstratör olmak demek… Çok mantıksal bir yönden yaklaştığımızda, uzun süreler boyunca ve çok çizmek demek. Çünkü bir çizgi roman meydana getirmek zaman alıyor; yazmak oldukça hızlı ama çizmek…
Belki de çok tekrarlı…
Gerçekten fazlaca tekrar eden bir iş, fazlaca tekrar eden ve uzun süren… Dolayısıyla, çok güçlü bir çizim aşkı gerektiriyor. Ancak bu şekilde, bir yıl boyunca her sabah kalkıp çizmek için masanızın başına oturabilirsiniz. Ve tüm bunlar, bir bilemedin iki saatte okunacak, hatta kimi zaman hiç okunmayacak bir kitap meydana getirmek için.
Yani evet, illüstratör olmak bir yanıyla bu demek. Bunun yanı sıra illüstratör olmak, benim için, bir çocukluk hayalinin gerçekleştirilmesi. Çünkü küçükken yapmak istediğim şey buydu. Yetişkin yaşlarıma basar basmaz bunu yapabilirdim ama kariyerime mühendis olarak başladım. Hayallerimde tam anlamıyla bu yoktu, hatta hiç yoktu diyebilirim. Ama esasında bunu yaptığım için memnunum çünkü bu, geriye dönüp baktığında, özgür olmanın ve seni mutlu eden mesleği yapmanın değerini bilmeni sağlıyor.
Beni o kadar mutlu etmeyen bir mesleğim vardı ki… Şimdiyse mutlu olduğum şeyi yapmak… Her seferinde, “Oh be, şansım yaver gitmiş,” diyorum. Belki sadece o mesleği yapsaydım bir süre sonra bu mutluluk ve şans kavramlarını yitirecektim.
Tıpkı “İki Yaşam”da olduğu gibi, değil mi?
Evet, tam olarak öyle.
Peki meslektaşlarına, illüstratörlere bir tavsiye verecek olsaydın bu ne olurdu?
Bunun bir mutluluk ve şans olduğunu, aynı zamanda oldukça düzenli bir adanmışlık gerektirdiğini unutmamak gerek. Öyle bir adanmışlık ki, zaman zaman mutluluk kavramıyla çelişebilir. Çünkü işin bir de fedakârlık boyutu var. Ve her şeyden öte, kafa patlatmak yerine keyif almaya bakmak gerek.
Türk okur sayından haberdar mısın? Çünkü ben, çok fazla Türk okurun olduğunu biliyorum. Sence Türkiye’de en çok tanınan kitabın hangisi? Belki de cevabı çoktan biliyorsundur?
Emin değilim ama dün Arden’le (Köprülüyan) yaptığım konuşmada kendisi bana birkaç bilgi verdi. Sanırım Hakim’in Yolculuğu ama emin değilim. Öyle değil mi?
Ben de emin değilim. Hangisi olduğunu göreceğiz! Okurların seninle tanışacak ve sana gösterecektir. Ama bence “İki Yaşam”.
Aa, öyle mi? Sonuç ne olursa olsun, dün Arden’le konuşurken ona da söyledim, oldukça şaşırtıcı ve komik bir gerçek var. Aslında kitaplarım azımsanamayacak kadar çok dile çevrildi ve genel olarak baktığımızda, tüm bu ülkelerde satış rakamları üç aşağı beş yukarı aynı. Ama okurlarla aramda gerçekten de bir bağ olduğunu hissettiğim iki ülke var: Türkiye ve Brezilya. Çok dönüş alıyorum. Almanya, İtalya ve Asya ülkeleri, tabii orası için durum biraz daha karmaşık ama Türkiye ve Brezilya gerçekten de etkileyici.
Yani sana daha önceden yazan Türk okurların var, öyle mi?
Evet hem de çok.
‘İstanbul, Ortadoğu ve Batı Avrupa’nın bir karışımı gibi’
Bu İstanbul’a ilk gelişin mi, yoksa daha önce gelmiş miydin?
İlk gelişim.
Madem öyle, halk, dil, kültür, kısaca bu şehrin karakteri hakkındaki ilk izlenimlerin neler?
Daha demin de söylediğim gibi, Türk okurlardan çok dönüş aldım. Yani diyebilirim ki büyük bir sıcaklık var. Şehre dair henüz çok bir şey görmedim. Dün caddeye çıktık. Otele taksiyle geldim ve indiğimde caddeye çıkmıştım, yani çok şey görmedim. Türk kahvesi çok güzel. Adının unuttuğum Türk tatlısı da çok güzel. (Fıstıklı dürüm olduğunu öğreniyoruz.) Azıcık görebildiğim kadarıyla İstanbul, Ortadoğu ve daha çok Batı Avrupa’nın bir karışımı gibi. Ama henüz çok az şey gördüm.
Keşfedecek bolca zamanın var.
Evet, keşfetmeme yardımcı olacak rehberlerim var. (Tudem ekibini işaret ediyor.)
Bu röportaja katkıda bulunan herkese teşekkür etmek istiyorum: Fabien Toulmé başta olmak üzere Tudem’den Arden Köprülüyan, Ayşegül Utku Günaydın, Defne Beköz ve Institut Français’ye…