77. Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştiren ve En İyi Senaryo ödülünü alan ‘The Substance’, MeToo hereketiyle birlikte ortaya çıkan ve Hollywood’daki kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet, eşitsizlik ve beden politikalarına karşı gelişen başkaldırının adeta yansıması.
Bir filmi “feminist” yapan kriterler konusunda daha seçici nasıl davranacağız? Dilerseniz feminist sinemayı birkaç örnek üzerinden konuşalım…
Netfilix’de gösterimde olan ‘Leave the World Behind’, “modern dünyanın katastrofik sonu”na ilişkin olası senaryoları çarpıcı bir dille yansıtıyor. Hollywood’da eşine nadir rastlanan bir sorgulamaya ev sahipliği yapan film, modernitenin geldiği noktayı ve gideceği nihai sonu gözler önüne seriyor. Korkuları, pişmanlıkları ve çaresizlikleriyle köşeye sıkışan insanları yansıtarak…
Martin Scorsese, Hollywood sinemasının modern döneminin en önemli figürlerinden biri olarak kabul ediliyor. Onun sinematik vizyonu ve yeteneği, sayısız genç yönetmene ilham kaynağı oldu. Ayrıca, Amerikan sinemasına sert ve çarpıcı bir dille yaklaşması, endüstriye önemli bir yenilik getirdi. Martin Scorsese son filmi Dolunay Katilleri ile yine sinemaseverlerin gündemine oturdu. Peki ama Martin Scorsese kimdir?
Martin Scorsese, son filmi ‘Dolunay Katilleri’nde kendi topraklarında katledilen, daha sonra artık “efendileri” olan beyaz Amerikalılar tarafından rezervasyon bölgelerine yollanan ve orada yaşamaları söylenen yerli halklardan biri olan Osage halkının hikâyesini konu alıyor. Kan ve şiddet sarmalının pişinden giden Scorsese, hem bir sinemacı hem de tarihe şahitlik etme misyonunu yerine getiriyor.
Toplumsal cinsiyet rollerine savaş açmış bir Barbie, feminist bir yönetmenin Hollywood’da yarattığı pembe, plastik feminist bir ütopya. Yıllarca kadın bedenini sömürmüş bu yapılar bile kadınları destekleyici bir imaj çizmek ister gibi görünse de Barbie’nin adım atar atmaz şoktan şoka girdiği gerçekliği bizler her gün deneyimliyoruz. Üstelik Hollywood ve Barbie’nin üreticilerinin de bu gerçeklikteki inşasındaki payıyla…