Share This Article
Yaşadığımız dönemde olup bitenleri anlamak için geçmiş-bugün bağlantısı kurmak önemli. Öte yandan gözlem ve yorum gerekli. Fikir ve eleştiri de… Judith Butler, bunların tamamını gerçekleştiren bir düşünür ve yazar. Zamanımızın eleştirmen ve teorisyenlerinden. Feminizmden kuir’e, insan ilişkilerinden felsefeye ve siyasete dek uzanan geniş bir yelpazede kalem oynatıyor. Hayatın kırılganlığından, çatışmalarından ve şiddetin gücünden söz ediyor, cinsiyet rollerini ve kalıplarını eleştiriyor, neoliberalizmin yaşamımızda açtığı gedikleri sorguluyor, iktidarın hem bir kavram hem de pratik olarak hayatımızı nasıl etkilediğini araştırıyor. Hegemonyayı, özgürlüğü, tahakküm altına alınan kültürü ve yaşamı inceleyip güçlüklerden, baskı ve zorlamalardan umudun nasıl yeşertilebileceğini ortaya koyuyor.
Politik tertiplere, çatışmalara ve buralardan doğan yeni ilişki biçimlerine kafa yoran Butler’ın ilgi duyduğu bir başka bağlantı ise hatırlama-unutma arasındaki ince çizgi.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Butler, şimdilerde unutmak üzere olduğumuz ya da sumen altı ettiğimiz fakat yaşamımızı sekteye uğrattığı kadar önemli ölçüde değiştiren COVID-19 salgınının yeryüzünde yol açtığı dönüşümleri incelediği; insan ilişkilerini ittiği farklı boyutları ve pandeminin anlamını çözümlediği Ne Menem Bir Dünya Bu? başlıklı çalışmasında, ekonomiyi yaşamın önüne koyanları, insanların birbirine ve doğaya bağlılığını yadsıyanları, ayyuka çıkan eşitsizlikleri; kısacası bir bütün olarak sistemi eleştiriyor. Salgının küreselliğinin, başka bir dünya kurma yolunda umut doğurup doğurmadığını sorguluyor. Diğer bir ifadeyle pek çok felakete ve yeni salgınlara gebe yeryüzünde, yaşam biçimimizi değiştirip değiştirmeyeceğimizi düşünerek kâğıda kaleme sarılıyor.
‘Konforlu’ yaşamak mı, sınırlar koymak mı?
Butler, hatırlamak istemediğimiz ya da yadsımayı tercih ettiğimiz COVID-19 pandemisinin, yeni bir yaşamın kapılarını açtığını söylüyor. “Seçilmemiş yakınlıklar” adını verdiği bu yeni yaşam biçiminin belli ölçü ve şekillerde toplumsal şiddet ürettiğini; “ölümün ve hastalığın havada asılı hâle geldiğini” anımsatıyor.
İnsanların, sayılara ve istatistiklere indirgenip gerçekliğin zemininin kayganlaştırıldığı dünyada hayatın değerini sorgulayan ve yüzeysellik-derinlik arasındaki ilişkiye yoğunlaşan Butler, kimin yaşatılıp kimin yaşamının önemsiz olduğuna ilişkin tartışmaların, kırılganlıkları ve eşitsizlikleri büyüttüğünü, dünyaya bakışımızda farklılıklar yarattığını hatırlatıyor:
Pandemi, dünya ile dünyalar arasındaki salınımı da getirdi beraberinde. Kimileri pandeminin dünyada hâlihazırda yanlış olan her şeyi şiddetlendirdiğini iddia ederken diğerleri pandeminin bizi yeni bir birbirine bağlılık ve bağımlılık duygusuna açtığını öne sürüyor. Her iki önerme de süregelen güncel bir yönelim bozukluğu sürecinde ortaya atılan bahisler. Pandemi kendini dalgalar ve taşkınlar hâlinde yayıyor ve bunlar fenomenolojik olarak umut ve umutsuzlukla bağlılaşım içinde.
Butler, “Bu ne biçim bir dünya böyle?” ve “Böyle bir pandeminin meydana gelebildiği bu dünya nasıl bir dünya?” sorularından hareketle Aralık 2019’dan bu yana farklı bir hâle gelen yeryüzünün, insan ilişkilerinin ve olanları anlamlandırma girişimlerinin arka planına yoğunlaşırken hem geçmişe dönüp filozoflara başvuruyor hem de ölüm ve yaşam bağlamında ahlaki ve politik açıdan günümüzü yorumluyor.
Uzak ve yakın geçmiş ile şimdinin trajedi kavrayışını karşılaştıran yazar, dünyanın görünümünün ve algılanışının nasıl değiştiğini Max Scheler, Edmund Husserl ve Maurice Marleu-Ponty’den yardım alarak trajik olanın bir virüs gibi hareket edip etmediğini, insanları kuşatıp kuşatmadığını sorguluyor. Dolayısıyla pandemi-trajedi ilişkisini (ve ilişkisizliğini) anlamaya uğraşırken zamanımızın önemli bir sorununa dikkat çekiyor:
Bizim için değerli olan türden yakınlıkları kaybediyoruz; dokunmayı, bir duyu olarak dokunsallığı ve bağları.
Trajiğin “bir yaşam sorunu olduğunu” gözden ırak tutmadan Scheler’in bu konudaki belirsizlik mimini anımsatan Butler, günümüzün (ve geleceğin) hayatî bir sorununu dile getirirken “ufkun daralmasıyla” doğan (ve doğacak) tehlikeden bahsediyor: Açık ve örtük şiddetin artması, söylemde ve eylemde ayrımcılığa daha sık rastlanması, “sosyal atık” muamelesi yapılan insan sayısının fazlalaşması… Söz konusu durumda, “Bu ne biçim dünya böyle?” sorusunu bir başkası izliyor: “Biz bu dünyada nasıl yaşayacağız?” Soruya yanıt verebilmek için koşullardan, sınırlardan, özgürlüğün hudutlarından bahsetmek gerekiyor ki Butler, hem filozoflardan hem de günümüzde olup bitenlerin çözümlemesini yapanlardan yararlanıyor bu noktada. Diğer bir ifadeyle “konforlu yaşamak” için her şeyi yapmak yerine kendimize sınırlar koyarak daha uzun var olma koşullarını meydana getirme gerekliliğinden bahsediyor.
Zamanımızın ‘rasyonelliğine’ eleştiriler
Butler, nefes alınabilecek müşterek dünyanın yeniden nasıl kurulacağını ve daha sonra da korunabileceğini düşünüyor; hayatların birbirine bağlı olduğunu hiç unutmadan yeni koşullara uygun yaşama biçimlerinin vakit kaybetmeden işler hâle getirilmesi gerektiğini vurguluyor. Müesses nizamın değişmesi ise bu yolda atılacak en önemli adımlardan biri. Diğer bir deyişle dünyayı git gide yaşanmaz hâle getiren kapitalist sistemin tasfiyesi: İnsanları önem sırasına sokmak yerine, şimdiki işleyişi gözden çıkarmak… Ekonominin sağlığının, insan sağlığından daha önemli olduğunu savunanların kurduğu kâr ve hırs çarkını kırmak…
Butler’a göre bunlar, yaşamın devamı için gerekli. Dahası var:
İnsanlar için yaşanabilir bir dünya, merkezinde insanlar olmadan yeşerip canlanan bir yeryüzüne bağlıdır. (…) Yaşanabilir bir yeryüzü, bizim yeryüzünün her yerinde yaşamamamızı, insan yerleşimi ve üretimini sınırlamakla kalmayıp yeryüzünün gereksinimlerini bilmemiz ve önemsememizi de gerektirir.
Butler, insan yerine ekonomiyi ve sistemin işleyişini öne çıkaranların faydacılığının, yaşamın önündeki en büyük engellerden biri olduğunu hatırlatıyor. Üstelik bu durum, insanlar arasındaki bağı kopma noktasına getirirken toplumsal hayatın devamını sağlayan değerleri yok ediyor. Sonuçta bu eylemler, beraber yaşama imkânını tehlikeye sokarken yası tutulabilir ve tutulamaz insan ayrımını da keskinleştiriyor. Yazar, meselenin görünenden daha derin olduğunu anımsatıyor:
İnsanın yaşamının başkaları için önemli olmadığına, daha doğrusu dünyanın -ekonominin- kimilerinin hayatının korunacağı kimilerininse korunmayacağı şeklinde düzenlendiğine dair tecrübe edilmiş bir inanç vardır. Bir pandemi dalgasının ardından bazı insanların öleceği kesin olarak bilindiği hâlde ekonomi yeniden işler hâle getirildiği zaman bir gözden çıkarılabilir insanlar sınıfı tanımlanıyor. Piyasa hesaplarının arasından ortaya çıkan bir faşizm ânıdır bu ve bu tür hesaplaşmaların norm hâline gelmesi gibi tehditle karşı karşıya olduğumuz bir zamanda yaşıyoruz.
Butler, COVID-19’un herkesi eşitlediğini söyleyenlere karşı çıkıp pandeminin sınıf ayrımını, hayatta tutulması gerekenler ve gözden çıkarılanlar olarak keskin biçimde karşımıza getirdiğini anımsatıyor. Bu nobran ortamda değerlerin geri plana itildiğini, ahlakın örselendiğini ve ekonominin her şeyin üstünde tutulduğunu vurguluyor. “Piyasanın sağlığına” öncelik verilmesiyle gölgede bırakılan bir kitlenin varlığı da kitabın başlığındaki soruyu daha önemli kılıyor. Yazar, söz konusu soruya yanıt ararken işte bu “rasyonelliği” eleştiriyor.
Ne Menem Bir Dünya Bu?, Judith Butler, Çeviren: Burcu Tümkaya, Metis Yayınları, 120 s.