Share This Article
“Eğer birileri çocukla temas halinde kalırsa, çocuk başaracaktır.”
Ortaklık kavramı ekseninde buluşan üç önemli düşünür vardır; Esersiz Ortaklık‘la Jean-Luc Nancy, İtiraf Edilemeyen Cemaat‘le Maurice Blanchot ve Gelmekte Olan Ortaklık‘la Giorgio Agamben. Üç düşünürün de okurunu davet ettiği mesele öz’ü dışarda bırakan tekilliklerin nasıl bir ortaklık zemininde buluşacağıdır. Bu ortaklığın sırtını dayadığı duvarın aidiyetsizlik, niteliksizlik, mülksüzlük ve kimliksizlik olduğu bilinir. Mesele ise hiçbir şeyi olmayanların yok yerlerde nasıl bir müştereklik oluşturacağı, hangi imkânlar dâhilinde sürdürebileceğidir hayatı.
Tekil varlıkların bir başka tekilliğin olmadan hayatını sürdüremeyeceği kanısındadır ortaklık. Bu demek oluyor ki tekillikler, “bağlantısız, ayrı, kapalı ve ilişkisiz bir varlık” olarak idame ettiremez yaşamı. Böylelikle ortaklık, kendi içkinliğinin imkânsızlığını, varlığın özne olarak imkânsızlığını üstlenir. (1)
1958’de Stefan Wul tarafından yazılan “L’Orphelin de Perdide”, o dönem için oldukça yenilikçi bir bilim kurgu eserdi. Bu kitap aynı zamanda 1982 animasyon filmi Les Maîtres du Temps’in temelini oluşturmaktadır.
Uzay-zamanın içinde sembolik bir arkadaş
Time Masters (Zamanın Efendileri) ya da orijinal başlığıyla Les Maîtres du Temps (1982) animasyonu ailesinin ölümünün ardından tehlikeli Perdide gezegeninde mahsur kalan Piel adında genç bir çocuğun hikâyesini konu alır. Piel’in hayatta kalmayı başarabilmesi için babasının ona ölmeden önce verdiği mikrofonu kullanması gerekir. Babasının Mike adını vererek canlılaştırdığı ve bir arkadaş sembolüne yerleştirdiği konuşan bir makine ya da bir oyuncaktır bu.
Piel’in tek umudu, uzun mesafeli, futbol topu şeklindeki bu mikrofonla iletişim kurabildiği uzay gemisi kaptanı Jaffar’dır. Yolcuları sürgündeki bir prens ve prensesten oluşan Jaffar, rotasını değiştirerek eskiden Perdide’de yaşamış olan yaşlı bir adamı, Silbad’ı alır ve çocuğu kurtarmaya çalışır.
Kurtarılma sıfatından başka hiçbir şeye sahip olmayan ve bu üç düşünürün mesele ettiği aidiyetsizliğe, niteliksizliğe ve mülksüzlüğe sahip Piel’i bağlantısız, ayrı, kapalı ve ilişkisiz bir varlık olmaktan çıkaran şey teknolojidir, yani duyularıdır. O, mikrofon aracılığıyla duyabilen ve duyulabilen bir varlıktır artık. Uzay-zaman boşluğunda konumlanabilme tekilliğini ona bahşeden şey mikrofondur.
Tıpkı kullanılan görseller ve müziklerle izleyenin duyularına hitap ettiği gibi, Time Masters anlattığı tekil varlığın da hayatta kalabilme hikâyesini tamamen yabancı ve düşmanı olduğu gezegende duyularını kullanabilme kabiliyetine verir. O gezegende köksüz bir varlık olarak Piel duyularını kullanarak diğer tekilliklerle bir araya gelip gelememe, ortaklık oluşturup oluşturamama ihtimalinin heyecanını ve umudunu taşır. Bu yüzden Piel için bir “gelecek” vaadi sunduğu söylenebilir. Jaffar’ın bu gelecekle teması melezdir ve saflıktan, birlikten uzaktır.
Aidiyetsizlik, niteliksizlik, mülksüzlük ve kimliksizlik
Topraksızlığın ve yersiz yurtsuzluğun gölgesinde bir anlatıyla ilerlerken “Zamanın Efendileri”yle, “birlik” çığırtkanlığı yapan beyaz suretlerle tanışırız. Toprağı ve zamanı kolonileştiren bu yüzsüz melekler tuhaf bir ırkı temsil eder. Zamanın kendisini kendi çıkarları için kullanabilen bir ırktır. Kolonileştirecekleri gezegeni zamanda geriye yollayarak geçmişe gönderirler. Pendide gezegeni de onlar yüzünden 60 yıl geriye gitmiştir ancak kolonize edilen gezegendeki her şey normalmiş gibi gelir.
Bu yüzsüz birlik çığırtkanlığı hiç kuşkusuz politik bir merkezdedir. Jaffar anlatının bir yerinde, “Bizi yuttuğunda, bizi kuklaya çevirdiğinde, kendimizden nefret etmeli, kendimizi olanca gücümüzle inkar etmeliyiz. Bu şeyin delirmesi için bizim de çıldırmamız gerekiyor,” der. Bu ortaklık karşıtı “özcü, beyaz, rasyonel” aklı şiar edinmiş “Zamanın Efendileri” için. Bundan dolayıdır ki, aidiyetsizlik, niteliksizlik, mülksüzlük ve kimliksizlik karşıtı bir ideolojisi vardır birlik savunucularının. “Mutluluk! Mutluluk!” diye bağırırlar, mutluluktan yoksun sıfatlarıyla! Hiç kuşkusuz ki, bu temsil faşizm narasıdır.
Tüm farklılıkları içinde eriten, zamanın ruhunu egemenliği altına alan ve duyguların yönetimini sağlayan. Bundan dolayıdır ki, “Zamanın Efendileri” kendi zamanı dışına taşan, göstergeleriyle bugün hâlâ geçerli olan bir ortaklık savunusudur. Korkunun içinden, suretsizleşmeden, bir öz etrafında birleşmeden, birer ölüm temsili olmadan tekilliklerimizle geçebileceğimizin savunusudur.
Dipnot:
1) Maurice Blanchot, İtiraf Edilemeyen Cemaat, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1997), 21.