Share This Article
Yuval Noah Harari, tarihin ve insanın hikâyesini anlatan bir araştırmacı; söze hikâyeci ve gezgin Homo Sapiens’le başlamıştı: İnsanın bilmesini ve bilge hâline gelişinin, dolayısıyla düşünüp yapmaya evrilişinin öyküsüyle buluşturmuştu bizi. Sapiens’in yükselişi, aynı zamanda onun bilgisizliğini kavramasını sağladığını, keşifleri ve yayılmacılığı hızlandırdığını hatırlatmıştı. Başka bir deyişle hırsa kesen Sapiens’in eylemleriyle dünyanın ve yaşamın nasıl başkalaştığını ortaya koymuştu.
Yeryüzünü hızla dönüştüren Sapiens’in, gitgide bir Homo Deus hâline geldiğini yani Tanrı’dan rol çalmaya uğraşan bir kimliğe büründüğünü; kendini Tanrı-insan gibi görerek “her şeyi yapabileceğine inanmaya” başladığını söylemişti Harari. Kusursuzluğu, var oluşun sınırsızlığını ve ölümsüzlüğü arayan Homo Deus, yazara göre gezegeni kendi gücümüzden koruma gerekliliğinin bir göstergesi: Daha fazlasını isteyen, yarattığı konfor alanını ne pahasına olursa olsun savunmaya ve genişletmeye çalışan, mühendislik yoluyla kendisini, başkalarını ve yeryüzünü tasarlamaya girişen insanın doğurduğu bir tehdit bu. Dahası, veriye ve akışa indirgenmeye çalışılan yaşamda, her şeyin ve herkesin denetlenebilirliğinden bahseden Dataistlerin, bilişim sistemini Tanrılaştırma hedefini hatırlatıyor Harari. Kısacası “üst sürüm varlık” olarak insana gidiş yoluna ve geçmişini unutuşuna dikkat çekiyor.
Geçmişe bakıp bugünü anlamaya çalışan, günümüzü kavramaya uğraşırken dünden kopmayan Harari’nin anlattığı bir başka hikâye algoritmalara, verilere, dijitale, teknolojiye, bilgi ve ilgi ticaretine sıkıştırılan yaşama ve bunun içinde sürüklenen insana dair.
“Ben özelim ve bilgiliyim” yanılgısına kapılarak yalanların veya eğilip bükülen hakikatin kuyusuna düşen insanın, bilgiyle ve bilgi-olmayanla kurduğu ilişkiye kafa yoran Harari, hem bu sürecin hem de bir var oluş krizine yol açan gelişmelere dair kalem oynattığı Neksus’ta, bilgi akışının ve ağların tarihine yoğunlaşıyor. Başka bir deyişle bilgi aktarım araç gereçlerinin icadından bilginin kullanımına bağlı olarak kültürün, politikanın, düşünmenin, tekniğin, teknolojinin, insan ilişkilerinin ve iletişimin biçimlendirilişini anlatıyor.

Organik ağlardan inorganik olanlara geçiş
Harari, Neksus’a önemli bir soruyla başlıyor: “Biz Sapiensler, o kadar bilgeysek neden kendimize bu kadar zarar veriyoruz?” Buna yanıt verme çabası, insanın bilgiye ulaşma ve onun aracılığıyla kurduğu ağların hikâyesine, bilgi ve güç ilişkisine âşina olmayı gerektiriyor. İşte bu da Taş Devri’nden Yapay Zekâ’ya bilginin ve bilgi ağlarının evriminin öyküsüyle buluşturuyor bizi.
Bilgiye, daha doğrusu bilgi edinmeye zaman ayırdığımızda, gerçeğe ulaşma imkânımızın arttığını hatırlatan Harari, bu yolun bizi bilgeliğe götürdüğünü söylüyor. Öte yandan, tarihte asıl kahramanın bilgi olduğunu anımsatırken insanın onu iyiye kullanma ve silahlaştırma arasında tercihler yaptığı notunu düşüyor. Diğer bir ifadeyle bilgi ve güç arasında sağlıklı ve popülist bir ilişki kurulabileceğini, bunun tarihte örnekleri olduğunu belirtiyor. Söz konusu durumun öncesi de var elbette: Bilgi ağlarını kurmaya başlayan insanın mitolojiyle ve bürokrasiyle yol alması mesela. Bahsi geçen iki birimin, bilgiyi farklı noktalara çekme potansiyelinden, hatta tahrifat yapma riskinden de söz ediyor yazar. Dolayısıyla uzun bir süre geçerli olan organik ağların hikâyesini anlatıyor her şeyden evvel. Sonra da inorganik ağlara geçiyor.
Harari, bilgiyi sosyal bir bağlantı noktası diye niteliyor; bilgi, her zaman gerçekliği temsil etmese de bir şeyleri birbirine bağlıyor. Bunun oluşması için de aktarıma ihtiyaç var, aktarımı sağlayansa hikâyeler. İşte yazar, tıpkı Homo Sapiens ve Homo Deus anlatımlarında olduğu gibi bilgi ağlarına dair kalem oynatırken hikâyelere geniş yer veriyor: Mitoslardan kutsal kitaplara, sözlü kültürden yazılı kaynaklara, yasalardan paranın döngüsüne, sanayi devriminden teknolojik atılımlara dek hikâyelerin aktarımının bilgi dolaşımındaki önemini vurgularken şöyle diyor:
Büyük ölçekli insan toplulukları arasındaki tüm ilişkiler hikâyelerle şekillenir çünkü insanların ait olduğu kimlikler, bizzat hikâyelerce tanımlanır.
Harari’ye göre madalyonun bir de diğer yüzü var:
Çok fazla bilgiye sahip olmak tek başına ne düzeni ne de gerçeklere ulaşmayı garanti eder. Bilgiyi hem gerçekleri keşfetmek hem de düzeni korumak için kullanmak son derece zahmetli bir süreçtir. İşleri daha da kötüleştirense bu iki sürecin birbiriyle çelişmesidir çünkü düzeni korumak genellikle kurmacaların yardımıyla çok daha kolaydır. (…) Mesela dinler, insanların uydurduğu kurmaca hikâyelerden ziyade daima nesnel ve ebedî bir hakikat olduğunu iddia eder. Bu gibi durumlarda hakikat arayışı toplumsal düzeni tehdit eder. Pek çok toplumda, halkların gerçek kökenlerini bilmemesi tercih edilir; cehalet güçtür. Peki o zaman, ya insanlar gerçeklere tedirginlik verecek kadar yaklaşırsa? Ya aynı bilgi kırıntısı, hem dünya hakkındaki önemli bir gerçeği ortaya çıkarıp hem de toplumu bir arada tutan o asil yalanın altını oyuyorsa? Bu gibi durumlarda toplum, hakikat arayışına sınırlar koyarak düzeni korumaya çalışabilir.
Yeni mitler ve yeni bürokratlar
Bir bilgi teknolojisinden söz edilecekse ya da bunun nerede başladığını kavramak istiyorsak ilk olarak hikâyelere bakmamız gerekiyor. Onlar, kimi zaman bir hakikat arayışının simgesiyken bazen de hakikati eğip bükmek isteyenlerin oyun hamuruna dönüşüyor. Harari, bu bağlamda tarihsel örnekler verirken düzen kurma ve düzen dayatma arasındaki ince ayrımın önemine atıf yapıyor: Devlet yöneticileri, bürokratlar, yasa koyucular ve dinî otoriteler bu bağlamda bilgi ağlarının özündeki hikâyelere başvuruyor. Böylece hem hakikatin kavranması yolunda cehaletin keşfiyle önemli teknik ve kültürel adımlar atılıyor hem de cehaleti yönetmenin ne kadar hayatî olduğu anlaşılıyor. Matbaanın icadı ve üniversitelerin kuruluşu ile demokrasinin örselenişinden doğan totaliter rejimler, tam da bunlarla hayat buluyor. Buradan baktığımızda bilgi ağlarının yönetimi de ne amaçla kullanıldığı da hayli politik bir mesele. Harari’nin verdiği tarihî örnekler de bu yönde zaten:
Demokrasi, bilginin sadece merkezden değil birçok bağımsız kanaldan akmasını teşvik ederek birçok bağımsız bağlantı noktasının bilgileri işlemesine ve kendi kararlarını almasına olanak tanır. Bilgi, hiçbir devlet bakanının onayından geçmeden özel şirketler, özel medya kuruluşları, belediyeler, spor kulüpleri, hayır kurumları, aileler ve bireyler arasında özgürce akar. Buna karşılık totaliter sistemler, tüm bilginin merkeze akmasını ve hiçbir bağımsız kurumun karar süreçlerine dâhil olmamasını ister. Totalitarizmin hükümet, parti ve gizli polis teşkilatından oluşan sacayakları vardır. Ancak bu eşzamanlı çalışan aygıtın tüm amacı, merkezî otoriteye karşı çıkma ihtimali olan herhangi bir bağımsız gücün filizlenmesini engellemektir. Hükümet yetkilileri, parti üyeleri ve ajanların durmaksızın birbirini izlediği bir sistemde merkeze karşı çıkmak çok tehlikelidir.
Zamanımıza gelene dek demokratik ve totaliter sistemlerin tarafında yer alan insanların elinde tuttuğu bilgi ağından bahsediyorduk. Harari, bunun değiştiğini söylüyor: “Artık insanlar, dijital mit yaratıcıları ve dijital bürokratlarla mücadele etmek zorunda kalacak.” Bu da meselenin diğer boyutu olan inorganik ağa bakmayı gerektiriyor.

Yalanların ve kurguların ödüllendirilmesi
Yeni oyuncuların ve yeni oyuncakların hayatımıza girdiği yirminci yüzyıl sonundan itibaren bilgi ağları da kavramlar da farklılaşmaya başladı. Günlük hayatımız veri, algoritma, etkileşim ve son olarak da yapay zekâ ile şekillenir oldu. Dahası bunlar, öneri ve tavsiye yerine yaşamımızı yönlendirir hâle geldi. Harari, yapay zekâyı merkeze alarak yeni döneme ilişkin bir yorum yapıyor:
İnsan askerler genetik kodlarıyla şekillenir ve komutanlarının emirlerini uygular, buna rağmen bağımsız kararlar alabilir. Aynı şey yapay zekâ algoritmaları için de geçerlidir. İnsan mühendislerin programlamadığı şeyleri kendi kendine öğrenebilir ve hiçbir insan yöneticinin öngörmediği kararları alabilir. Yapay zekâ devriminin özü budur: Dünya çok sayıda yeni ve güçlü oyuncu tarafından istila ediliyor.
Bu yorum, aslında bilgisayarların bilgi ağındaki rolünü anlatan başka bir gerçeği hatırlamayı gerektiriyor:
Yazının, matbaanın ve radyonun icadı, insanların birbiriyle ilişkilenme yöntemlerinde devrim yaratsa da ağa insanlardan başka üyeler dâhil olmamıştı. İnsan toplumları, yazının ya da radyonun icadının öncesinde de sonrasında da Sapienslerden oluşuyordu. Buna karşılık bilgisayarların icadı, ağa dâhil olan oyuncularda köklü değişiklikler yapmıştır. Kuşkusuz bilgisayarlar, ağın eski üyelerinin (insanların) yeni bağlantı yolları kurmasını sağlar. Fakat her şey bir yana, bilgisayar bilgi ağının insan olmayan yeni üyesidir.
Bilgisayar tabanlı yeni bilgi ağında hâlâ milyarlarca insanın var olacağını fakat bir noktadan sonra azınlık hâline geleceğimizi söylüyor Harari. Dolayısıyla organik olandan inorganik bilgi ağlarında farklı bir aşamaya geçileceğinden bahsediyor.
Yazarın söz ettiği geçiş başladı aslında; bilgi teknolojisindeki gelişmelerin sürati bunun bir göstergesi. Hiç uyumayan ağlarla neredeyse kesintisiz iletişim kuran insanın azınlığa dönüşeceği yeni bir teknolojik devrimin kıyısında bulunduğumuzu belirten yazar, belirlenimciliğin bu aşamada pek işlemediğini, yeni bilgi teknolojilerinin toplumu değiştireceğini fakat henüz kontrolün de sorumluluğun da insanda olduğunu hatırlatıyor. Yine de aklımızdan çıkarmamamız gereken bir şey var: Algoritmalar, bilgi (ve bilgi-olmayan) okyanusunda örüntüleri tanıma yeteneğiyle insanları gölgede bırakmaya başlıyor. Buna, algoritmaların veri izlerini ve gözetim ağlarını takip ederek kayıtlar oluşturmasını, böylece yaşamı düzenlemede ve mahremiyeti enikonu örselemede rol oynamasını da ekleyebiliriz. Kısacası biyolojik zamana göre yaşayan organik bir varlık olan insanın, daima uyanık inorganik sistem tarafından izlenmesine denk geliyor bu durum.
Harari bu veri, etkileşim, algoritma ve yapay zekâ akışı sırasında sosyal medya şirketlerinin yaptığı hayatî bir hamleye dikkat çekiyor:
Sosyal medya devleri, gerçekleri ifade etmeyi ödüllendirecek telafi mekanizmalarına yatırım yapmak yerine, yalanları ve kurguları ödüllendiren eşsiz hata mekanizmaları geliştirdi.
Söz konusu durumun “mantığı” ise belli bir düzen dayatılmasına ya da bir düzenin sürdürülmesine dayanıyor yazara göre:
Bilgisayar, insanlara dair gerçekleri keşfettiğini zannederken aslında insanlara var olan düzeni dayatıyor. Bir sosyal medya algoritması, insanların öfkeden hoşlandığını tespit ettiğini düşünürken aslında insanları daha fazla öfke üretip tüketmeye teşvik eden, yine bizzat algoritmanın kendisidir.
Yapay zekâ mutlak doğru değildir
Harari, bahsettiği düzen dayatma ya da düzeni sürdürme eylemiyle bir başka hikâyeye geçiyor: Bilgisayar siyaseti veya bürokrasisi. Algoritmalar, hatalarının farkına varsın veya varmasın, insanların işin içinde tutulması gerektiğini söyleyen yazar, gözetleme ve totaliterleşme eğilimine karşı demokrasinin korunmasının önemini vurgularken bir uyarıda bulunuyor:
Dinamik algoritmayı hayatımıza dâhil etmeden önce, onun da bir dezavantajı olduğunu hatırlamalıyız. İnsan yaşamı, kendimizi geliştirmeye çalışmak ile kabullenmek arasında denge kurmaktır. Dinamik algoritmanın hedefleri hırslı hükümetler ya da acımasız şirketler tarafından dayatıldığında, algoritma daha fazla egzersiz yapmamı, daha az yememi, hobilerimi ve diğer birçok alışkanlığımı değiştirmemi amansızca talep eden bir tirana dönüşebilir; dediklerini yapmadığım takdirde beni işverenime rapor eder ya da sosyal kredi puanımı düşürür.
Harari’nin dikkat çektiği bir başka konu, yeni bilgisayar ağının dijital totalitarizm dışında, dijital anarşiyi tetikleme riski. İnsan-dışı seslerin kakofonisiyle mücadele etmek durumunda kalan günümüz demokrasisinde sahte hesaplar yoluyla yaratılan karmaşa ve eğilip bükülen hakikat da zamanımızın bir açmazı. Algoritmaların tartışmalara dâhil olması bir yana, pek çok tartışmayı yönetmesi de bunun bir başka yönü. Yükselişe geçen dijital imparatorluklar eliyle hayat bulan ve ufuktaki sosyal kredi sistemi de cabası.
“Yapay zekâ mutlak doğru değildir” diyen Harari, onun aracılığıyla girişilen teknolojik devrim hamlesini incelerken insan ve bilgisayar arasındaki dengeye dikkat çekiyor:
İnsan bilgi ağlarının tarihi, bir ilerleme yürüyüşü olmaktan ziyade gerçekleri düzenle dengelemeye çalışan bir çeşit ip cambazlığıdır. Yirmi birinci yüzyılda doğru dengeyi bulmakta Taş Devri’ndeki atalarımızdan daha iyi bir noktada değiliz. Google ve Facebook gibi şirketlerin misyonlarında tarif edilenin aksine, bilgi teknolojilerinin hızını ve verimliliğini artırmak dünyayı daha iyi bir yere dönüştürmedi. Bu durumda, hakikatin ve düzenin dengesini aciliyetle kurmamız gerekiyor.
İnsan (organik olan) ve teknoloji (inorganik olan) arasındaki çizgiyi bilgiyle çeken Harari’nin bir sosyal etki şirketi (Sapienship) sahibi olduğu gözden uzak tutulmadan dikkatle okunması gereken Neksus, tıpkı Sapiens ve Homo Deus gibi uzak ve yakın geçmiş ile bugün arasında bağ kurmamızı sağlayan, gelecek için çeşitli öngörüler barındıran bir kitap.
Neksus, Yuval Noah Harari, Çeviren: Çiğdem Şentuğ, Kolektif Kitap, 448 s.
