Share This Article
Etrafınız uçsuz bucaksız yemyeşil dağlarla çevriliyken aynı gün Gobi Çölü’nde develeri izleyebileceğiniz bir ülke, Moğolistan…
Yılların değiştiremediği bakir doğasını izlerken nerede olduğunuzu unuttuğunuz, yurt çadırlarında kımız içerken ise nerede olduğunuzu kesinlikle hatırladığınız bir ülke.
Orta Asya topraklarında yüzyıllardır yaşayan Moğollar sert doğa şartlarına gerçekten uyum sağlamış durumda, ancak hayat özellikle kış mevsiminde çok zor.

Gobi Çölü’nde gün batımı… Fotoğraf: Işıl Su Tarım
Dondurucu bir kent
Başkenti Ulanbatur, dünyanın en soğuk başkenti, kış aylarında -30 dereceleri görüyor. Kuzey bölgesi ise -50’lere ulaşabiliyor. Hatta komik bir bilgi, otobüs şoförleri kışın hava şartları çok zor olduğu için doktorlarla neredeyse aynı maaşı alıyorlar.
Aslında şehirleşme ile beraber soğuğun insanları eskisi kadar etkilemediği düşünülebilir, ancak nüfusun yüzde otuza yakını hâlâ göçebe yaşıyor. Bu sebeple şehirleşme oldukça az, hatta ülkenin yüzde doksan dokuzu dokunulmamış, boş arazi. Benim en çok şaşırdığım bilgilerden birisi de bu olmuştu. Uçakta iniş için alçalırken etrafın bu kadar boş olması sürreal gelmişti.

Göçebe hayatın her zaman çoğunlukta olduğunu, ancak Çin hakimiyetine girildiği dönemde Budist tapınakların yakınlarında yerleşik hayata geçildiğini söyleyebiliriz. Yine de çoğunluğun yerleşik hayata geçmesi Sovyetler Birliği döneminde gerçekleşiyor, yani yaklaşık 100 yıl önce.
Moğolistan hiçbir zaman Sovyetler Birliği’ne dahil olmamış olsa da iki ülke arasında yakın ilişkilerin olduğunu söyleyebiliriz. Sovyetlerden esinlenen heykelleri Ulanbatur’da gezerken görebilirsiniz. Bunlardan en meşhuru olan Zaisan Anıtı’na gitmenizi öneririm. Bu anıt, İkinci Dünya Savaşı’nda ölen Sovyet ve Moğol askerlerinin anısına yapılıyor, ayrıca tepeden şehri uzaktan izlemeniz de mümkün.
Ülkenin yüzölçümünün yüzde 99’u boş olmasına rağmen çarpık kentleşmeyi fark etmemeniz mümkün değil. Gecekondu yerine yurt çadırlarının olması şehirleri kendine has kılan özelliklerden biri. Ulanbatur’un merkezinin kilometrelerce ötesinde bu yerleşimleri görmeye başlıyorsunuz.
Ulanbatur büyük ihtimalle ilk göreceğiniz şehir olacak. Dünyada hava kirliliği en fazla olan şehir olduğunu ben söylemesem bile orada yarım gün geçirdikten sonra boğazınızın kurumasından anlayacaksınız.
Açıkçası ülkenin diğer taraflarıyla kıyaslayınca, vakit geçirmeye daha çok değecek bir yer. Birkaç turistik heykel ve meydanı olan bir şehir merkezi mevcut. Ancak bazı heykeller, “Melih Gökçek buraya da mı gelmiş?” diye sorgulatıyor açıkçası. İnsanlar genelde gece dışarı çıkıyorlar, gündüz çok fazla kişiyle karşılaşmıyorsunuz. 1-2 gün ayırmanızın yeterli olacağını düşünüyorum.
Turla gidilmesi önerilir

Eğer Moğolistan’ı gezmeye karar verirseniz kesinlikle turla gitmeniz gerekiyor. Ülke çok büyük, asfalt soğuktan kırıldığı için yolculuğunuzun büyük bir kısmı off-road geçiyor ve yolunuzu bilmiyorsanız bulmanız oldukça zor. Arkadaşlarımla dokuz günlük bir tura katıldım, Gobi Bölgesi’ni ve Orhun Vadisi’ni gördük. Tur rehberimiz Dari ve şoförümüz Enkhee de çok tatlı insanlardı, bize Moğol kültürü, hayatları ve tarihleri hakkında çokça bilgi verdiler.
Göçebe yaşayan insanlar genellikle hayvancılıkla ilgileniyor. 4 çeşit hayvanları olabiliyor. Hangi bölgede yaşadıklarına göre değişmekle birlikte bunlar at, deve, keçi, yak (tibet sığırı) ya da inekler. At genelde her ailede oluyor. Hayatlarının ayrılmaz bir parçası olan bu hayvanlarla yüzyıllardır devam eden ilişkilerinin ne kadar yakın olduğunu görebiliyorsunuz.
Gerçekten atlarına çok değer veriyorlar. Küçük çocuklar 3-4 yaşında at binmeye başlıyorlar, hatta bu yaş grubundaki çocuklar için at yarışları oluyor. İki kere bu yarışlara denk geldik ve küçücük çocukların o kadar hızlı at binmeleri şok etmişti beni.

Naadam Festivali, Moğolistan’ın ülke çapında düzenlenen en büyük festivali. Her yıl haziran ayında kutlanan bağımsızlık ve spor-kültür bayramında genelde üç büyük spor oynanılıyor: At biniciliği, okçuluk ve güreş…
Biz aslında tarihleri kaçırmıştık ancak küçük bir kasabada bu festivalin yapılacağını öğrenip gittik ve insanların bu festivale hâlâ ne kadar özendiğini ve kültürlerini koruduklarını görmek güzel bir deneyimdi.
Tören; yemek, dondurma, oyuncak vb. satılan bir bölümün yanındaki etrafı oturma yerleriyle çevrilmiş bir alanda gerçekleşmişti. Kasabanın en yaşlılarının oturduğu ayrı bir alan vardı. Burada yaşlıların yanı sıra başarılı ama emekli olmuş güreşçiler de oturuyordu.
“Ülke çok büyük, asfalt soğuktan kırıldığı için yolculuğunuzun büyük bir kısmı off-road geçiyor ve yolunuzu bilmiyorsanız bulmanız oldukça zor.” Fotoğraf: Işıl Su Tarım

İnsanların kıyafetinden güreşci, şarkıcı, okçu ya da at binicisi olduğunu anlayabiliyorsunuz. Herkes hazır olsa bile kıdemli yaşlı masasının birbirleriyle selamlaşma merasimini beklemek zorundalar. Bu merasimde de kullandıkları genelde misafir karşılarken karşılarındaki kişiye ikram ettikleri Khoorog adında pudra şeklinde bir tütün var. Değerli taşlardan yapılan kutularını iki taraf da tokalaşmaya benzer bir hareketle birbirlerine veriyor ve aynı anda kokluyorlar. Ben bir kere denedim ve hapşurmamı durduramamıştım, hatta yanında kaldığımız aile komik bulmuştu hapşurmamı. Ayrıca birinin khoorog kutusunun ne kadar güzel, değerli olduğu da bir statü göstergesi, yani aslında göründüğünden daha önemli bir etkileşim.
Moğolistan hakkındaki deneyimlerimin sadece küçük bir kısmını anlatabilmiş olsam da, bahsetmem gereken son bir nokta var. Yemek kültürleri gerçekten ilginç.
Her öğünde et olmakla beraber, bunun dışında özgün ya da yerleşmiş bir yemek kültürleri var diyemem, genelde Çin ve Kore mutfağından aldıkları yemekler var. Bunun sebebi aslında bahsettiğim gibi göçebe hayatın şartlarının zengin bir yemek kültürü oluşmasına olanak sağlamaması. Ülkenin en az ilgi çekici yanı yemek kültürü diyebilirim. Buna rağmen fırsatı olanların kesinlikle ziyaret etmesini önereceğim bir ülke.
