Share This Article
Yakın geçmişe kadar ölüm korkusu olarak adlandırılan şey, şimdilerde sağlıklı ve uzun yaşama arzusu (takıntısı, hatta hastalığı) diye anılıyor. Bu, teknolojinin vahşi kullanımı ve mevcut gidişata uygun yeni teknolojilerin yaratılmasını tetikledi. Nanoteknoloji, biyoteknoloji, yapay zekâ ve enformatik (büyük veri ve nesnelerin interneti), bahsi geçen yeniliklerin başlıcası. Dolayısıyla durumun ideolojisi de transhümanizm şemsiyesi altında toplanmaya başladı. Söz konusu süreç, hem tıpta hem de ekonomide işlevselleşince insan-makine ilişkisine insan-sonrası tartışmaları eklendi.
Luc Ferry, Transhümanist Devrim’de işte tam bu tartışmaların üstüne giderek paylaşım ve tüketim ekonomisinin bam teline basıp teknolojinin neoliberal gelişimini yeni ideoloji bağlamında inceliyor.
‘Ölümün ölümü’nü arayış
İnsanı tamir edilip düzenli çalışacak bir makine ve yaşamı da işletilecek bir sistem olarak görme anlayışı, yeni teknolojilerin geliştirilmesini sağladı. Söz konusu teknoloji, kendi ideolojisi olan transhümanizmi yarattı. Ferry, bunu şöyle tarif ediyor: “Bilimsel araçlar ve muazzam teçhizatlar yardımıyla insanlık durumunu yükseltmek; bu amaçla türümüzü geri dönüşsüz bir şekilde değiştirebilecek yeni teknolojilere başvurmak, kök hücreleri yoğun biçimde kullanmak, hayvanı klonlamak, insan-makine hibritleri üretmek, genetik mühendisliğine yönelerek nesilden nesile aktarılan genlere müdahale etmek.” Transhümanizm, hem insan ötesi bir duruma denk geliyor hem de insanın “sürümünü” güncelleme, yükseltme ve artırmayı tasarlama aşamalarından meydana geliyor.
Yakın geçmişte hastalık denen bedendeki arazlara şimdilerde “hasar” denmesinin manidar bir tarafı var elbette; nanoteknolojinin, biyoteknolojinin, enformatiğin ve yapay zekânın hızlı gelişimi robotlaşmaya teşne insanı çıkarıyor karşımıza. Dolayısıyla insanı sağlıklı kılma, kişinin “kapasitesini artırma” ve hücrelerini güçlendirerek “sürümünü güncelleme” gibi manalara geliyor artık.

Transhümanizm, bir noktadan sonra ârîliğe bile yorulabilecek “ideal tip” ya da “proje varlık” meydana getirmeye dayanan bir sistem. Yaşlanmayan, ölmeyen ve yıpranmayan; yaşlanması, ölmesi ve yıpranması hoş karşılanmayan varlığın “bilimsel altyapısı”yla beraber ekonomisi de hemen ardından geliyor. Doğaya karşı inorganik yaşam ve onun teknolojisi pazarlanıyor. Bu, Ferry’nin “ölümün ölümü”nü ve “zamanın durduruluşu”nu arayış dediği şey.
‘Biyomuhafazakârlar’ ile mücadele
Yaşamın mekanikleştirilmesi ve ona uygulamalarla yön verilmesi, hatta onun uygulamalara indirgenmesi (“über” hâline getirilmesi), hem teknolojik hem de ekonomik bir mesele. Bahsi geçen amaçlar doğrultusunda geliştirilen teknolojinin pazarlanmasına ve tüketilmesine yönelik hamlelerden oluşan transhümanizm idelolojisi, küresel rekabetin sürdürülebilirliği için “insanın yükseltilmesi” ve değişen koşullara uyarlanmasına dayanıyor. Buna karşı çıkanlar veya şüpheyle yaklaşanlar “biyomuhafazakâr” diye kodlanıyor.
Ferry, transhümanizmin iki ana kampa ayrıldığını hatırlatıyor bu noktada:
İnsan türünü, ondaki insanlığı reddetmek bir yana pekiştirmek için ‘sadece’ yükseltmekten yana olanlar ve Kurzweil gibi gerekirse bizimkinden sonsuzca üstün bir zekâyla ve fiziksel kapasiteyle donatılmış makinelerle melezlenen yeni bir tür yaratma amacıyla ‘insan-sonrası’nın ‘teknofabrikasyonunu’ savunanlar. Birinci durumda transhümanizm, ‘natüralist olmayan’ belli bir hümanizm geleneğinin parçasıdır. Pico della Mirondola’dan Concorcet’e kadar izi sürülebilecek bu hümanizm, insanın sonsuzca mükemmeleştirilebilirliğini savunuyordu. İkinci durumda ise bütün biçimleriyle hümanizmden kopuş, hem üstlenilen hem de çoktan girişilmiş bir ödevdir.
Bir “üst sürüme” yükseltme; insanın fiziksel, duygusal, zihinsel ve ahlaki olarak kapasitesini artırma projesi denebilecek transhümanizm, akıl ve ilerleme temelli zamanın ruhuna uyma girişimi. “Bilişsel boşlukları doldurma”, “insanlık durumunu onarma”, “insan neslini yaşlanmaktan ve yok oluştan kurtarma”, “çeşitli teknolojiler yardımıyla insanın esenliğini tesis etme” gibi amaçlar doğrultusunda sürekli geliştirilen ve genişleyen transhümanizm, âdeta bir bilimkurgu filmi senaryosunu andırıyor. Buradan baktığımızda biyoloji ile makine tasarımları arasında bir gerilim söz konusu. Diğer bir deyişle madde ve maddesizlik çatışmasıyla belirlenen bir döneme işaret ediyor mevcut tartışmalar.
Yasal düzenleme zorunluluğu
Yekpare bir transhümanizmden söz edilemeyeceğini hatırlatan Ferry, konunun özünün ise neoliberal teknolojiye dayandığını belirtiyor. Hiçbir şeyin şansa bırakılamayacağı fikriyle biçimlenen bu anlayışta faydacılık öne çıkıyor. “Biyomuhafazakârlar” ile “biyoilericiler” arasındaki kavgayı bu tetikliyor; bir yanda insanı makineyle karıştıranlar, diğer yanda ise insan ile makinenin kesin biçimde birbirinden ayrılması gerektiğini savunanlar bulunuyor.
Kapitalizm için kullanılan “yaratıcı bir yıkım” ifadesinin benzeri transhümanizmi yaratan dijitalleşme için de söylenebilir pekâlâ. Ferry’nin sıraladığı “inovasyon” örnekleri, “yaratıcı sentezler”, dizginlerinden boşanmış “ilerleme”, büyük veri teknolojisi ve robotik sıçramalar, hem bir gelişmeye hem de var olanın yıkımına işaret ediyor. Yazar, bu yeni yıkımın çerçevesini çiziyor:
Herkesin birbirine bağlı olduğu bu toplum ideali, her şeyi kontrol etmeye, her şeyi öngörmeye niyetli bu nazik totaliter iddia, herkesin herkes hakkında her şeyi bileceği bu evren, hepimizin sürekli dinlendiği, tarandığı, takip edildiği bu açık dünya; bağlı nesnelerimizin, kişisel tartılarımızdan buzdolaplarımıza, saatlerimize kadar devamlı yediğimizi içtiğimizi izlediği, attığımız adımları ve kalbimizin atışını saydığı, kolesterolümüzü ve başka şeyleri ölçtüğü bu dünya, hayatlarımızı tamamen normatif hâle getirecek. Gattaca’ya hoş geldiniz; insanın iyileştirildiği ve herkesin toplumun kontrolünde olduğu yeni bir çağ!
Ferry’e göre mevcut durumu aşmanın ya da daha az zararlı hâle getirmenin yolu yasalardan geçiyor. Eylemsizliğin ve mutlak kabullenmenin üstesinden gelmeyi de aynı şeyin sağlayacağını söylüyor. Başka bir deyişle yasaklamaktan ya da ortadan kaldırmaktan değil, sınır koymaktan bahsediyor yazar:
Düzenlemelerin, tanım gereği, kamusal alanda yapılması gerekir; özü itibariyle kısmi çıkarların ifade yeri olan ve bu bakımdan, genel çıkarların ifadesine pek elverişli olmayan sivil toplum içinde değil. Her gün biraz daha denetimden çıkan dünyanın bu gidişatını en yüksek düzeyde ele almak gerekir. Bunun böyle olması, kurallılaştırma için kaçınılmaz olan manevra alanlarını bulmamız, sadece bize bağlı; meşru merciler yaratmayı yani politikanın sürece dâhil olmasını başarabilmeliyiz. Politika bunu yapmaya elverişli olsa da bir kolul vardır yine de: Politikacılar ve entelektüeller, kamuoyunun dikkatini geçmişten başka yerlere yönlendirmeye artık hazır olmalıdır. Hırçın restorasyoncu heveslerden, ‘dünyanın çivisi çıktı’ havalarındaki medyatik feryatlardan artık vazgeçmek ve nihayet gerçeklikle, şimdiyle ve çocuklarımızın nostalji veya anma törenleri modasıyla göğüs geremeyeceği gelecekle ilgilenmek gerekir.
Transhümanist Devrim, Luc Ferry, Çeviren: Kağan Kahveci, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 192 s.

