Share This Article
Herbert Clyde Lewis, dünyaya erken veda etmiş yazarlardandı. Talihsizliklerle geçen ömrünü, 1950’de bir otel odasında tamamlayan Lewis’in cenaze için hazırlanan ilk raporunda tek cümle bulunuyordu: “Nedeni belirlenemeyen ve ani gerçekleştiği düşünülen ölüm.” Daha sonra bu ifade “kalp krizi nedeniyle ölüm” olarak değiştirilmişti.
Öyküleri senaryolaştırılıp sinemaya uyarlanan, Hollywood’da metin yazarı olarak çalışan insanlarla ilişkisi ve işleri bozulunca girdiği bunalımdan ömrünün sonuna dek çıkamayan Lewis’in yarattığı pek çok karakterin kendisiyle benzerliği var. Gemiden Düşen Adam’ın ana karakteri Henry Preston Standish’in ise daha fazla…
Güvertedeyken ayağı kaydığı için okyanusa düşen, bu olayı kimsenin görmemesinden ve sesini kimseye duyuramamasından dolayı koca denizde tek başına kalan Standish’in hikâyesini anlatan Lewis, bir yaşama uğraşı romanı kaleme almakla kalmamış, her şeyin bir anda değişip tepetaklak olabileceğini hatırlatmış.
‘Düşmanca bir girdap içinde’
Romanın başkarakteri Standish zengin, ağırbaşlı ve dertlerine kendi başına çare bulmayı öğrenmiş, beyefendi bir adam. Wall Street’in saygın bankacılarından biri olan iki çocuk babası Standish’in belki de tek sıkıntısı, zamanla ortaya çıkan ve pek anlam veremediği huzursuzluğu. Bunu aşmak için dünyayı gezmeye karar veriyor ve seyahatlerine hep bir yenisini ekliyor.
Honolulu’dan demir alan Arabella isimli gemiyle Panama’ya doğru hareket ederken yaşamının en büyük trajedisine adım attığından haberi bile yok. Seyir hâlindeyken güverteye çıkıp manzarayı izleyen Standish, bir yağ parçasına basarak dengesini kaybedince denize düşüyor ve dingin seyahati bambaşka bir noktaya evriliyor. O anda havanın sakin ve denizin dalgasız olması, onun durumunu hem absürt hem de trajik kılıyor.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Bu yolculuğu, yorucu ve hayli sorumluluk gerektiren işinden bir süreliğine sıyrılacağı güzel bir dinlenme fırsatı olarak gören Standish için söz konusu durum, her şeyi karmaşıklaştırıyor.
İçini dökmeye meraklı ve hemen hepsi kaymak tabakadan insanlarla geçirdiği zamandan hayli keyif alan Standish, rüzgârı hissettikçe ve her sabah erkenden uyanıp denizi izledikçe canını sıktığını düşündüğü şeylerin anlamsız ve önemsiz olduğunu kavrıyor. O âna kadar.
Günlerdir izlediği sakin denize, bir anlık dalgınlık ya da güverteyi temiz bırakmayan bir çalışanın özensizliği yüzünden düştüğünde, kendisini “düşmanca bir girdabın içinde hisseden” Standish’i sudaki ilk dakikadan itibaren esir alan duygu ise utanç:
Henry Preston Standish kalitesindeki adamlar okyanusun ortasında gemiden düşmezdi, olacak iş değildi bu. Bu aptalca, çocukça ve ayıplanacak bir hareketti ve özür dileyecek biri olsaydı Standish özür dilerdi. New York’taki insanlar Standish’in düzgün biri olduğunu biliyordu. Yetiştirilme tarzı ve eğitimi bu özelliğini vurguluyordu. Standish, gençlik yıllarında bile hep doğru olanı yapmıştı. Hiç züppece davranmayan ve görgü kurallarını kült hâline getirmeyen gerçek bir beyefendiydi; iyi, göze batmayan bir beyefendi. Gemiden düşmek insanlara bir sürü zahmet çıkaracaktı. Can yeleği atmak zorunda kalacaklardı. Kaptan ve başmühendis gemiyi durdurup geri döndürmek zorunda kalacaktı. Bir cankurtaran filikasının indirilmesi gerekecekti ve Standish’in sırılsıklam ve perişan bir vaziyette geminin güvenli alanına geri döndüğü, tüm yolcuların küpeşteye dizildiği, Standish’i cesaretlendirmek için gülümsediği ve şüphesiz daha sonra ona benzer aksiliklerle ilgili sayısız anekdot anlatacağı bir manzara oluşacaktı. Gemiden düşmek, bir garsonun tepsisini devirmekten ya da bir hanımefendinin elbisesinin kuyruğuna basmaktan çok daha beterdi. (…) Bu kadar aptal olduğu için kendine lanet ederdi insan, kendini tekmelemek isterdi. Bu zavallı ahmakların hatalarını yapan diğer adamları gördüğünüzde onları bağışlamak içinizden gelmezdi, onların üzüntüsüne acımazdınız.
Şaşkınlık ve korkunun ötesindeki bu utanma duygusu, Standish’in ağzından tek kelime çıkmamasına neden oluyor. Serdeki gurur, onu sessizce bekleyip düşünmeye iterken okyanusun ortasındaki bir başınalığı ise bilincinin perdelerini kaldırıyor. Öte yandan, korkusunun dehşet boyutuna ulaşmadığını hissettiği için yardım çığlığı atmadığını ve kısa sürede tekrar rasyonel bir insan hâline geldiğini düşünüyor. Çünkü “tabiatı gereği bu anda bile beyefendiliğe mahkûm olduğunu” biliyor. Kısa bir süre sonra kibarca “denize düşen var” diye seslenmesine rağmen onu kimse işitmiyor ve gemi ilerliyor.
Standish, okyanusun ortasındaki hakiki yalnızlığında eşini, çocuklarını, evliliğinin ilk zamanlarını, ailesini, bolluk içindeki vakitleri, her şeyi düzgün ve soğukkanlı yaptığı anları, gereğinden fazla anlam yüklediği sorunları, yorgunluğunu, geniş zamanı varmış gibi görünen günleri düşünüyor. On üç gün boyunca güneşin doğuşunu ve batışını gemi güvertesinden izleyen Standish, artık denizde tek başına yaşamaya çalışırken kurtarılmayı ve ailesi tarafından karşılanmayı hayal ediyor. Düşündüğü bir diğer şey ise denize düşüşünü, beyefendiliğine ve soğukkanlılığına uygun biçimde nasıl açıklayacağı.
“Kendini dünyada kalan son insan gibi hisseden” Standish, okyanusta doğanın büyüklüğünü fark edip tarifi zor bir mutluluğa kapılmışken kurtulup kurtulamayacağını ve seyahat öncesi yaşamına dönüp dönemeyeceğini bilmemenin doğurduğu kaygıya kapılıyor, gemideki hiç kimsenin aklına gelmemesine de içerliyor. Kayıp ve görünmez birine dönüşüyor.
Lewis ve Standish’in ortak noktası
Arabella’ya binip seyahate çıkana ve kazaya dek yaşamını mantık silsilesinde sürdüren, maddi kaygıları bulunmadığı gibi çoğunlukla rahat ve eğlenceli bir hayat süren Standish, okyanustayken âdeta kendisiyle didişip zihniyle savaşıyor:
Doğduğundan bu yana yaptığı tüm aptalca şeyler arasında bir gemiden okyanusun ortasına düşmenin açık ara en aptalcası olduğunu düşündü. Bu çok aptalcaydı, tamamen mantıksızdı ve eşi benzeri görülmemiş bir şeydi, onun konumundaki bir adam için son derece yakışıksızdı!
Öfke nöbetlerinin yerini alan “mantıksız teslimiyetle” birlikte, kâh bu buhrandan kurtulamayıp boğulacağını kâh hafızasının git gide boşaldığını düşünüyor. Öte yandan, yaşama arzusunun okyanusta kendisini diri tuttuğunu fark ediyor. Başka bir deyişle Standish, absürt hâline direnirken kısa zaman evvel yaptığı gibi zorlandığında kendini işine veremeyeceğini bildiğinden ve cüzdanı denizin dibini boyladığından kavgasını sürdürüyor.
Kaderine duyduğu manasız öfkeyi ve başına gelen adaletsizliği düşünerek okyanusta bekleyen Standish, var olup olmadığını umursamadığı Tanrı’ya ve kendine kızıyor. Gemiden düşen diğer insanlara ve beyhude bir hayat yaşayıp iyilik yapmayanlara daha merhametli davranıldığı aklına geldikçe öfkesi dalgalar misali kabarıyor:
Artık hiçbir şeyin bir yanıtı yoktu ve olamazdı da. Hayat karmakarışıktı, iyi insanlara kötü davranılıyor ve zulmediliyordu, kötüler ise güle oynaya yaşıyorlardı.
Denize düşüşünün on üçüncü saatinde geminin kaptanı, diğer yolculara Standish’in kaybolduğunu duyuruyor. Fakat kimse onun nereye gittiğini bilmediğinden hemen dedikodular başlıyor. Onun hâlâ gemide olduğunu söyleyenler ve intihar ettiğine inananlar çıkıyor. Mürettebat ise Standish’i aramak üzere geri dönme planı yapıyor. Gemi onun düştüğü tahmin edilen yere, o ise geminin ters istikametine doğru giderken Standish, ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgide hayatta kalmak için can havliyle direniyor.
Standish’in okyanusta çıkardığı ölçülü sesi işitecek birilerini araması ve ölüp ölüp dirilmesi gibi Lewis de New York’un orta yerinde okurlara sesini duyurmak için çırpınıyordu. Kitapları ama en çok da Gemiden Düşen Adam, bu yolda âdeta bir çığlıktı. Yarattığı Standish karakterine benzer biçimde Lewis, bir can simidi ya da işaret fişeği bekleyerek geçirmişti ömrünü. Ölümünden çok uzun zaman sonra yeniden gündeme gelen Gemiden Düşen Adam, gündemden düşen Lewis’in en manidar romanıydı.
Sıkıcı, her şeye sahip, mutlu görünen ve gemiden aniden kayıplara karışması için herhangi bir neden bulunmayan Standish, denize açılıp rahat bir nefes alma amacıyla yolculuğa çıkıyor fakat okyanusa düşünce kendisiyle baş başa kalıyor ve üstüne geldiğini düşündüğü şeylerden kaçmak şöyle dursun, onlarla daha çok çevrelenip rahat ve huzurlu yaşamından uzaklaşıyor. Üstelik saatler geçtikçe taviz vermediği beyefendiliğinden kıyafetleriyle birlikte kurtuluyor. Kısacası Standish de düştüğü okyanusta Lewis gibi bir hayalete dönüşüyor ve zihninin varoluşsal çıkmaz sokaklarında karanlığa karışıyor.
Gemiden Düşen Adam, Herbert Clyde Lewis, Çeviren: Meltem Yılmaz Deniz, Holden Kitap 112 s.