Share This Article
Merhaba ben Eymen Aktel,
Bu benim ilk podcast kaydım. Mecrayı tanımak için sabırsızlanıyorum ve çok heyecanlıyım. İyi bir podcast dinleyicisiyim. Neredeyse her gün farklı farklı programları saatlerce dinliyorum. Fakat ilk kez işin kayıt tutma tarafında olacağım.
Hayatıma sirayet etmiş olan sanat alanından konuşacağız. Bir sanatçı olarak bu alandaki konuların kamuoyuna aktarılmasıyla ilgili sorunlar olduğunu düşünüyordum her zaman ve uzun zamandır bu programı yapmak istiyordum. İnsanlarla sanat arasında mesafeler uzadıkça uzuyor daha da yabancılaşıyor gibi hissediyorum.
Şu an belki, “sanat konuşacağız” dediğimde bile sıkıcı olacağını düşünenler olabilir, lütfen bu sizi korkutmasın. Niyetim Foucault okuyup çağdaş sanat yorumlamak değil. Yeri geldiğinde oralara da gireriz ama asıl amacım içimizi kıpır kıpır eden, dünyaya bambaşka açılardan baktırabilen sanatın o benzersiz gücünü konuşabilmek. Çünkü sanat kişinin belki de en saf tarafından gelen iç güdüsel bir eylemi, bir ifade biçimi.
Bu ifade ihtiyacına daha yakından bakalım istiyorum. Çünkü hepimizin içinde var olan bir dürtü ve yaşamla aramızdaki bağları güçlendirmek için bu dürtünün canlanması gerektiğine inanıyorum.
2yaka ekibi beni podcast yapmam için davet ettiğinde onlara şunu sordum: “Yeri gelirse yanıma bir sanatçı alıp sektörü eleştireceğim. Yeri gelirse ilham aldığım bir sanatçıyı ele alıp onu cinsel hayatına kadar her şeyi konuşup belki de dedikodusunu yapacağım. Bu size uyar mı?”
Onlar da, “Biz sana kefiliz, sen konuş biz dinleyelim!” dediler; aldım gazı…
O zaman başlayalım…
‘Günün sonunda başkalarının hayalleri için çalışıyordum’
Sanatçı olmak için eğitim gerekli mi?
Öncelikle ben de yolu eğitimden geçmiş bir sanatçıyım. Bu soruyu kendime çok kez sorduğum için ve ilk bölümde kendimi size tanıtabilmem için iyi bir başlık olacağını düşündüm.
Sanat benim ilk mesleki tecrübem ya da ilk üniversitem de Güzel Sanatlar Fakültesi değildi. Metin yazarlığı üzerine bir bölüm okuyup oradan kendi gayretimle art director olarak çıkmıştım.
Hayalimdeki görsel dünyayı bu meslekte yakalayacağıma inanırken “revizyon” ile tanıştım. Hayal ettiğim her şeyin üzerinde oynanıyor, bambaşka hale getiriliyordu. Yani günün sonunda başkalarının hayalleri için çalışıyordum. Tatminsiz ve aşırı çalışmalı günler sonunda bayılıp kafamı mermere çarpmamla bitti. Gül gibi açılan alnımda artık kalıcı bir dikiş izi vardı ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. İyi ki de olmayacak!
“Okulsuz sanatçı olunur mu?” Normalde bu soru bana sorulduğunda, “Tabii ki, eğitimsiz sanatçı olunur. Bu bir tutku meselesi, bu bir kendini bulma meselesi,” derdim ama bu cevap kendimde işlemedi.
Art direktörlükten gelen illüstratif bir resim dilim vardı ama ben daha geleneksel resme yönelmek istiyordum. En sevdiğim ressamların kapısına gidip beni asistan olarak yanınıza alın usta-çırak ilişkisiyle öğrenmek istiyorum desem de bütün parmaklar akademiyi işaret etti. Paşa paşa sınavlara girdim ve ikinci eğitim hayatım Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi, Heykel bölümünde başladı.
Bu kısımda kendi açımdan sanat okumanın avantaj ve dezavantajlarından bahsedeceğim.
‘Kim olduğunu bulmakla başlıyor mesele’
Olumlu tarafından başlayayım.
Öncelikle bilgiye erişim çok kolay, çok konforlu ve uçsuz bucaksız. Okuldaki eğitmenleriniz iyiyse bu akademi süreci gerçekten kültürel ve teknik anlamda dolu geçecek demektir. Genellikle genç yaşlarımızda başladığımız akademi hayatımızda sanırım en zor şey kendini tanıma ve tanımlama aşamasıdır.
Belki teknik bir bölümde okurken kendini tanımak pek elzem değildir ama sanat okurken bu bilgiye sahip olmak gerekiyor. Yani sanatsal üretim için kim olduğunu bulmakla başlıyor mesele. Bu sancılı süreçte iyi sanatçılar ve zihni açık eğitmenlerle bir araya geldiğinde sorgulamaların boyut atlıyor. Belki yıllarca kendi kendine arayıp tarayıp ulaşabileceğin bilgiler ve tecrübeler hemen yanı başında oluyor.
Bir fikrinde karmaşa yaşarsan hocaların senin işine yarabilecek yazarlara, ekonomistlere, tarihçilere, matematikçilere vb. yönlendirip zihnini açabiliyor. Bu da aynı yerde debelenip durmana, bir yerlerde kısıtlı kalmana engel oluyor. Benim akademiden en faydalandığım taraf da buydu. Bir fikirde sıkıştıysam o fikri tutup enine boyuna konuşurlardı benimle. Sonra bambaşka örnekler vererek zihnimi genişletir ve bir de üzerine bunu işleyecek tekniği öğretirlerdi. Bence paha biçilmez bir deneyim!
Övgümü ve memnuniyetimi dile getirdikten sonra olumsuz yönüne geleyim.
Az önce iyi olarak ele aldığım konunun tehlikeli tarafı da var. Pek çok eğitmenle karşı karşıya olmak demek bir yandan da onun tarzına veya düşüncesine kapılmak anlamına gelebilir. Bu hem özgün olmanı engeller hem de tembelleştirir. Birisinin onayı olmadan bir şey üretmek konusunda çekingen, sektöre adım atmak konusunda da cesaretsizleştirebilir. Bu yönünden etkilenen öğrencilere baktığımda büyük bir çoğunluğun 17-18 yaşlarında, liseden mezun olup direkt güzel sanatlara girmiş olduğunu söyleyebilirim.
Lisede alışılmış olan hocalar ve kurallarından bir anda kopmak çok zor. Hele ki kendini sanat alanına atıp bir anda “ben kimim” denizine yuvarlanmak işi daha da güçleştiriyor. Bu süreçten sağ çıkabilmek ve özgün bir söylem geliştirmek epey sancılı olabiliyor.
Burada özetle geçtiğim bu konuyu podcast üzerinden detaylarıyla dinleyebilirsiniz.
“Sanatçı olmak için eğitim gerekli mi?” Pek çok açıdan ele alınabilecek ve tartışılabilecek bir konu.
Ben içimi döktüm gerisini size bıraktım. 2yaka’nın sosyal medya hesaplarından düşüncelerinizi merakla bekliyorum.