Share This Article
Hiçbir zaman var olmayacağını söylemek kötümserlik değil, tam aksine iyimserlik olur. Kazanılmış deneyim ve hafızaya kaydedilmiş malzemeyle düşleyebiliriz ancak. Önceden bildiğimizin dışında bir şey düşleyebilmemiz de mümkün değildir. Yeni bir yapı eski unsurlarla kurulur ama bu yapı, bizim daha önce tanımadığımız unsurlar keşfetmemizi sağlar.
Bu unsurlar konusundaki bilgisizliğimizle, onları yalnızca kısa mesafede, elimizin uzanacağı mesafede düşünebiliriz. İlerleyebilmek için bu çifte hareketten vazgeçemeyiz: Yeni varsayımların ortaya çıkmasını sağlayacak yeni olgulara açılan, yaşanmış olaylar üzerine kurulu bir çalışma varsayımı… Etrafımızı yoklaya yoklaya, adım adım, basamak basamak ilerleyebiliriz ancak. Bu da bizim yalnızca bu yüzyılın, bu yılının, bugünü için, kendi ölçülerimize uygun bir toplum düşleyebileceğimiz anlamına gelir. Yarının ideal toplumunun ne olacağını bilmiyoruz.
Her şey tek yönlü nedenselliğin içinde kalmaya devam ediyor
Her günün her toplumu, ertesi günün toplumuna doğru atılmış bir adımdı ve hiç kuşkusuz bir önceki günün isteklerine göre ideal toplumdu. Yaklaşık yirmi yıl kadar önce, “American way of life” (Amerikan Rüyası) Batı dünyasını fethetmişti. Amerikalıların meydan okuduklarından söz ediliyordu. Milyonlarca insan, bir yığın yıkıcı unsuru çoktan oluşturmuş olana inatla gözlerini kapayarak, bu toplumun ideal toplum olduğunu düşünüyorlardı.
Aynı dönemde sosyalist toplum, onu iyi tanımayan ya da tanıdıktan sonra da sosyalist söylem mantığı altında kendi itkisel duygusallıklarıyla körlüklerini sürdüren milyonlarca insan için ideal toplumdu. Batı uygarlığı konusunda düş kırıklığına uğramış kimileri, ideal toplumu Hindistan’da ya da Uzakdoğu’da bulduklarını sandılar.
Kimileri de ideal toplum olmadığını kabul etseler bile, geçmişin hataları göz önüne alınarak, tarihin hatalarına dayanılarak onun yaratılabileceğini düşünüyorlar. Her şey tarih zamanı içinde, insanın görece zamanı içinde, tek yönlü nedenselliğin ve özgürlüğün zamanı içinde kalmaya devam ediyor.
Artık geleceğin, geçmişin deneyimini izleyerek tasarlanamayacağını anladık
Düşünselliğimiz şu andaki deneyimimizle sınırlanmışken, nasıl ideal bir toplumdan söz edebiliriz? Birkaç yıldır artık programlamadan değil ileriye bakmaktan (prospective) söz ediliyor. Hiç kuşkusuz bir ilerlemedir bu. Artık geleceğin, geçmişin deneyimini izleyerek tasarlanamayacağını anladık. Ne var ki, geleceği ileriye dönük olarak yalnızca bugünün unsurlarından yola çıkarak tasarlayabileceğimizi henüz anlamış değiliz. Bu da, bu unsurların her zaman eksik kalacağı ve öne bir adım atmadan yeni unsurlar bulamayacağımız anlamına gelir.
Oysa bu unsurlar, geçmiş bir zaman diliminde oluşturulan ileri dönük görünüşü tamamen değiştirecektir. İleriye bakmamız yasaktır. Geriye bakmaktan (retrospective) kaçınabilmemiz için “yakına bakmakla” (proximospective) yetinmek zoru ayız. Rolümüz sınırlı: İsteğimizin ancak bilgimiz kadar olabilmesi gibi basit bir nedenden ötürü rolümüz ideal bir toplum düşlemek değildir, bundan sonraki kuşakların da rolü hiçbir zaman ideal bir toplum düşlemek olmayacaktır.
Rolümüz sınırlı, bizden sonra geleceklerin de rollerinin sınırlı olacağı gibi…
Ümit, çizgileri önceden belirlenmiş, dünyevi ideal bir toplumun gerçekleşmesine bağlı değildir, bağlı olamaz. Her kuşak, kendinden önceki kuşağın kurmuş olduğunu yıkacaktır ve böylelikle de ideali bir amaca doğru, anlamadığı bir yönde götürecektir.
Bu yönde gözleri bantlı, adım adım, hep “iyi” yaptığına inanarak, geçmişin izlerinden kaçınarak giderken, henüz ortaya çıkmamış başka izlere rastlayacaktır. Ama aynı zamanda, daha önce hiçbir hayal gücünün öngörmediği, çünkü yeni kuşaklar gelip nöbeti ve hacı âsâsını devraldıklarında da artık var olmayacak yeni yollar, bilinmeyen sokaklar keşfedecektir.
Rolümüz sınırlı, bizden sonra geleceklerin de rollerinin sınırlı olacağı gibi. Anlambilimi anlayamayacağımızı bilerek dilbilgimizi geliştirmekten ibaret bu rol. Artan deneyimimiz sayesinde açıklayabildiğimiz çalışma varsayımları yapmayı sürdürerek, bilmediğimiz bir amaca doğru ilerlemekten ibaret.
Ama insanlığın sonsuzluk kitabına yazmış olduğu cümlenin anlamını bilmesek de, en azından kozmosun sözdizimine her gün biraz daha uyuyor olmamızdan gittikçe artan bir tatmin duyacağız. Bu da belki günün birinde insanlık şehrinin kapısına, evrenin sırrını taşıyan cümleyi yazmamızı sağlayacaktır.
Bugüne kadar insan tarihi yapmıştı ama nasıl yaptığını bilmeden
Tarih hiçbir zaman kendini tekrar etmez, çünkü değişim geçirir. Tarihte değişmeyen tek unsur, insanların sinir sistemlerini oluşturan genetik kuraldır. Ama bu sistemin benzersiz bir özelliği vardır: Zamanın ağır gelişimi onda diller aracılığıyla olur. Kendi tavırlarının mekanizması konusunda insanın edinmeye başladığı yeni deneyim de tarihin bir parçasıdır.
Bugüne kadar insan tarihi yapmıştı ama nasıl yaptığını bilmeden. Dünyayı değiştiriyordu ve ortaya çıkan sonucun kendi isteklerine uymadığını görünce şaşırıyordu. İdeal toplumlar düşlüyor ama her zaman savaşı, bölücülüğü ve baskıyı buluyordu karşısında. Kendi sinir sisteminin işleyiş biçiminin, söz diziminin bir parçası olduğunu henüz anlamamıştı.
Aynı hataları yapmaya devam ediyordu, çünkü dilbilimsel sistemin temel kurallarından birini hiç tanımıyordu: Bilinçaltının üstlenilmesi. Sanıyorum canlı dünyanın büyük kitabının ilk sayfalarının çevirisiyle birlikte yeni bir hava esti onun için. Mantıklı bir umut, onun bu kitaptan ideal bir toplum değil ama en azından yeni bir şehir inşa etmek için yararlanmasını ve inşaat alanına artık bir kez daha Babil Kulesi’nin tozlu planlarını getirmemesini istiyordu.
Vladimir Tatlin, Rus Konstrüktivizminin ve yeni Sovyet toplumunun sanat kurumlarını örgütleyen önemli bir kişi oldu. Neva Nehri üzerine dikilmesi planlanan III. Enternasyonel Anıtı, kapitalizmin simgesi sayılan, reklam ve eğlence amacıyla dikilen Eiffel Kulesi’ne karşı sosyalizmin simgesi haline geldi.
Sistemini evrenselleştirmek için herkese ihtiyacı vardır
Eğer ütopist gerçekleştiremeyeceği bir modeli tasarlayansa, o zaman bana ütopist denemez çünkü model önermeyi reddediyorum. Eğer bir model Concours Lépine (1) dışında yer almak zorundaysa, hiçbir insan toplumsal bir model tasarlamak ve bunu tek başına gerçekleştirmek yeteneğine sahip değildir.
Kuşkusuz bir grup insanı, önerdiği toplumsal modelin uygulanabilirliği konusunda ikna edebilir. Ama bir grup tek başına kalmış insanın, hatta bir milletin, ihtiva edici sistemler kendisininkinden farklı sosyo-ekonomik yapılar gösterdiğinde hâlâ ayakta kalması sanıyorum bugün için düşünülemez bir şeydir. Demek ki kendi sistemini evrenselleştirmek gerekmektedir ve bunun için yalnızca başkalarına değil herkese ihtiyacı vardır.
Öte yandan, biraz önce de söylediğimiz gibi, coğrafi tecrit ve coğrafi alan yüzyıl başında SSCB’deki gibi elverişli olsa bile, modelin gerçekleştirme girişimi başladığı anda, model tarafından öngörülmeyen yeni olgular keşfedilecek ve bu olgular modelin gerçekleşmesini olanaksız kılacaklardır.
Bazılarının çıkıp, Stalinciliğin öngörüldüğünü iddia ettiklerini iyi biliyorum. Peki o zaman ne diye engellenmedi? Tarihin tehlikeli yanı, iş işten geçtikten sonra insanları tek yönlü bir nedenselliğe inandırmasıdır.
Yapacağımız tek şey, bizi uymamız gereken yasalara götüren deneyimlerimizi bir araya getirmektir. Toplumsallaşmış insanların davranışları ve canlı yapıların düzenlerinin genel yasalarıyla ilgili olarak ortaya çıkan veriler göz önüne alınmamışsa, eksik kalmış mantıki bir söylem düzeyinde duran hiçbir sosyo-ekonomik modelin yararlanılabilir bir model olmayacağını bilmem yeniden söylemem gerekli mi? En azından yeni olguların belirmesini ve bu olguların modelin gerçekleşmesini ki bu durumda gerçekten ütopik engellemelerini mi beklemeli?
İdeal toplum yoktur!
Bu, insanın ancak ütopik modeller gerçekleştirebileceği anlamına gelir. Bu modelleri, tasarladığı biçimleriyle gerçekleştirmesi mümkün değildir, gerçekleştirmeye kalkıştığı anda bunu kendisi de fark eder.
Yargı hatası ve hesap hatası, gerçekleşmezi gerçekleştirmek konusunda inat etmekten ve teorinin önceden hesaba katmadığı yeni unsurları denkleme dahil etmeyi reddetmekten ibarettir.
Bu unsurları başarısızlık ortaya çıkartır ya da bilimdeki gelişme, hatta daha basiti, insan bilgisindeki gelişme, bu unsurların kullanılmasına olanak verir. Bilimin ve bilginin ilerlemesi, modelin tasarlandığı ve gerçekleştirme işleminin modele kendi eksikliğini gösterdiği anda devreye girer.
Tehlikeli olan ütopya değildir, ütopya olmadan ilerleme olmaz çünkü. Tehlikeli olan bazılarının kendi iktidarlarını, ayrıcalıklı durumlarını ve üstünlüklerini elde tutmak için gösterdikleri dogmatizmdir.
İdeal toplum yoktur. Çünkü bunu gerçekleştirebilecek ideal erkekler ya da ideal kadınlar yoktur. Eğer bir kadın bir erkekte ideal erkeği bulduğuna inanıyorsa, bu kadının deneyimden ve hayal gücünden yoksun olduğunu söyleyebiliriz, zaten bu ikisi de birbirine bağlı şeylerdir. Bir kadın için ideal erkeğin, bir erkek için ideal kadının tarifi, kendi bilgileriyle sınırlı, kendi “kültürleri” içine hapsolmuş düşsel bir yapıdan başka bir şey değildir.
Bilgi ve kültür arttıkça, ideal kadına ya da erkeğe rastlamak daha da güçleşecektir. Çünkü bu kültür yalnızca kavramlardan oluşmaz, kültürü oluşturan, sözcüklerin hiçbir zaman dile getiremeyeceği her şeydir aynı zamanda. Arzu çiçeği, ölü aşkların, düşlenmiş ama hiçbir zaman doğmayacak aşkların bereketli kalıntılarıyla her gün zenginleşen bilinçaltının toprağında yetişir.
Çeviren: Berran Gelgün
Dipnot:
(1) Concours Lépine: Fransa’da, 1902 yılından beri her yıl Mucitler ve Üreticiler Derneği tarafından açılan bir fuar.