Share This Article
Geçmişle gerektiği gibi yüzleşmeyen ve hesapları hukuk yoluyla kapatmayan Yugoslavya, bunun acısını 1990’ların hemen başında çekti.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle Josip Broz Tito, önderliğinde, bazıları için ideal bir yönetime kimilerine göre ise zoraki bir huzura kavuşan ülke, 1940–1945 arası olanları deyim yerindeyse hafızasından sildi.
Tito’nun kardığı harç ve attığı temel, ölümüyle önce sarsıldı, ardından 1981’de Kosova’da başlayan gerilimle giderek zayıflamaya başladı.
Tito, 1 Mayıs 1941 yılında halkı işgale karşı savaşta birleşmeye çağıran bir broşür yayımladı. 27 Haziran 1941 tarihinde ise Yugoslavya Komünist Partisi Merkez Komitesi, Tito’yu ulusal kurtuluş mücadelesinde askeri kuvvetlerin başkomutanı olarak atadı.
1980’lerin sonunda, Sırplar ile Hırvatların dilindeki bağımsızlık çağrıları, 1991’den itibaren eyleme döküldü; ekilen etnik ayırımcılık tohumları hızla boy verdi. 1992’yle birlikte, daha sonra iç savaşa evrilen çatışmalar soykırıma dönüştü ve Avrupa’nın orta yerinde, bir ülke âdeta kendi kaderine terk edildi.
Yugoslavya’yı oluşturan halklar nerede hata yapmıştı? Başka bir deyişle hangi konuda kendisiyle yüzleşememiş ve hangi sorunları ertelemişlerdi? İç içe geçen bu soruların yanıtları, 1940’larda yaşanan bazı gelişmelerde saklıydı.
Yugoslavya’daki katliam ve soykırım
1990’ların başında patlak veren iç savaş, aslında Yugoslavya topraklarında yaşanan ilk savaş değildi. İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa ayağının en kanlı günlerinde Yugoslavya, Almanya tarafından işgal edildi. Naziler, pek çok ülkede (Ukrayna, Polonya, Çekoslovakya vb.) yaptığı gibi orada da kendisine işbirlikçiler veya taşeronlar aradı ve buldu. Farklı etnik gruplardan Nazilere sempatiyle yaklaşanlar, katliam ve soykırımlara girişip insanların kitleler hâlinde sürgüne yollanmasında başrol oynadı.
1944’ün son aylarına girildiğinde Nazilerin hamiliğinde çıkan iç savaşta 1 milyon insan ölmüştü. Katledilenlerin büyük kısmı Yahudiler, Partizanlar, komünistler ve bu gruplara yakın olduğuna dair kuvvetli şüphe duyulanlardı.
Savaş bitip Mihver Devletler yenilince hızlı bir yargılama başladı.
Mareşal Tito, Yugoslavya’daki katliam ve soykırımın Alman asıllı Hırvatlar, Sırplar, Bosnalılar, Arnavutlar, Macarlar, Ortodoks Hıristiyanlar, Katolikler ve Müslümanlar tarafından gerçekleştirildiğini duyurdu. Ancak bu kesimlerin Nazi olup olmadığına pek bakılmadı. Esas kriter rejim muhalifliğiydi.
Yugoslav Partizanlar, Nazi işgalcilerine karşı çok etkili bir direniş operasyonu başlattılar. Fotoğraftakiler, 4. Karadağ Proleter Tugayı’nın askerleri.
Kurşuna dizilen Nazi işbirlikçileri
Savaş sonrası Yugoslavya’dan kaç(a)mayan Alman asıllılar, Tito tarafından sürgüne veya çalışma kamplarına gönderildi.
Ülkeden kaçmayı başaranlardan bazıları ise Kızıl Ordu tarafından Ukrayna’daki Gulaglara götürüldü.
Mareşal Tito, Yugoslavya’yı bir arada tutacak hamleler yaparken İkinci Dünya Savaşı sonrasında (1980’lerde etnik ayrımcılığı ve şiddeti maskelemede, hatta bağımsızlık hareketlerini ve çatışmaları meşrulaştırmada birçok kez kullanılan) “kardeşlik ve birlik” sloganını diline dolarken Partizanlar, kurşuna dizilen Nazi işbirlikçileri ile Tito muhaliflerinin cesetlerini, atıldıkları kraterleri patlayıcılarla havaya uçurarak gömmeye uğraşıyordu…