Share This Article
Kız veya erkek fark etmeksizin, bunca gencin, hayatta ne olacakları sorulduğunda artık ne “avukat, çiftçi, otelci” gibi makul ve mantıklı, ne de “kâşif, motosiklet yarışçısı, misyoner, ABD başkanı” gibi romantik cevaplar vermemesi kesinlikle hayret verici. Hayır, şaşılacak kadar çok genç bu soruya “yazar” diye cevap veriyor ve yazmaktan kasıtları – o berbat tanımla söylemek gerekirse – “yaratıcı” yazım. “Ben gazetecilik yapmak istiyorum” deseler bile bunu, bu mesleği yaparken yaratıcılıklarını kullanabilecekleri yanılgısı içinde söylüyorlar. En önemli arzuları gerçekten çok para kazanmak olanlar bile, bunu yüksek maaşların verildiği reklamcılık gibi yarı edebi bir işle yapacaklar.
Bu yazar müsveddeleri ordusu içinde büyük çoğunluğunun edebi yeteneği yok. Bu kendi içinde çok da şaşırtıcı bir şey değil. Çünkü herhangi bir konuda belirgin bir yeteneğe sahip olmak sık rastlanan bir şey değil.
Asıl şaşırtıcı olan, herhangi bir meslek dalına karşı yeteneği olmayanların büyük bölümünün yazarlığı çözüm olarak görmesi. Belirli bir kısmının tıbba, belirli bir kısmının mühendisliğe ve bunlar gibi alanlara yeteneği olduğuna inanması beklenebilir. Ama mesele bu değil. Çağımızda bir kız ya da erkek yeteneksizse, bu zaafları yazmak istediklerini düşünmelerini destekleyen bir durum oluyor.
Sanat olarak yazmak keyfi ve karşılık beklemeden yapılan bir şeydir
Bunca yeteneksiz insan yazma arzusunu dile getiriyorsa, toplum, edebiyatın doğası konusunda büyük bir yanılgı içerisinde olmalı. Şöyle şeyler düşünüyor olmalılar:
1) Yazmak özel bir yetenek gerektirmez, herhangi biri, insanlığının erdemi sayesinde, denerse bunu yapabilir.
2) Yazmak günümüzde kişinin istediğini yapmakta özgür olabileceği, modern toplumda makinenin dönen çarkında kişiliksiz dişlilerinden biri olmaktansa birey olabileceği tek meslektir.
3) Yazmak – ki bence bu özellikle şiir yazma konusunda yaygın bir düşünce – bir tür dini yöntem, mutlu ve iyi olmayı öğrenmenin bir yoludur.
Bana göre toplum, 2 numaralı madde konusunda kısmen haklı. Şöyle ki, bir sanat olarak yazmak, tıpkı oyun oynamak gibi, keyfi ve karşılık beklemeden yapılan bir şeydir; ve tam da bu yüzden diğer iki düşünüş şekli yanlış olmalıdır. Bir şair, her şeyden önce, dile aşık bir kişidir. Bu aşk ister edebi yeteneğinin bir işareti ister yeteneğin ta kendisi olsun – çünkü aşk duymak seçilen değil olunan bir şeydir – bir gencin şair olma potansiyeli olup olmadığının fark edilmesini sağlayacak en kesin işarettir.
İki şiir teorisi
“Neden şiir yazmak istiyorsun?” sorusuna genç bir adam “Çünkü söylemek istediğim çok önemli şeyler var” diye cevap veriyorsa o zaman o bir şair değildir. Eğer cevabı “Kelimelerin arasında dolaşmayı ve onların söylediklerini dinlemeyi seviyorum” ise belki bir şair olacaktır.
T.S Eliot’in makalelerinden birinde söylediği gibi, genç bir yazarın gelecek vaad ettiğinin işareti düşünce ya da duygularının orijinal olması değil, teknik becerisidir. Gelecek vadeden bir ilk dönem eserinin esasındaysa, hiçe sayılan ve önemsiz bir kural olarak görülen, stil türetme vardır.
İki şiir teorisi var: Kişinin kendinde ya da başkalarında, arzulanan duyguları harekete geçirmek ve arzulanmayan duyguları püskürtmek için kullandığı büyülü bir araç olarak şiir, ya da duyguları ve duygular arasındaki ilişkileri tanımlayıp bilinç düzeyine taşıyarak oynanan bir bilgi oyunu olarak şiir.
‘Faydalı bir insan olmak bana hep korkunç görünmüştür’
İlki, en başta Yunanlılar tarafından benimsenmişti, şimdi ise (Hollywood stüdyosu) MGM, propoganda büroları ve dünyanın bütün toplumları tarafından benimsenmiş durumda.
Ama yanılıyorlar.
Erkek arkadaşı kendisine aşk şiirleri yazan bir kız kendini korumalı. Belki adam onu gerçekten seviyordur ama ortada kesin olan tek bir şey var: Şiirlerini yazarken kızı değil o kız için hissettiği kendi duygularını düşünüyordu ve bu şüphe uyandırıcı bir şey. Bu genç kıza St. Augustine’in çok sevdiği birinin ölümünün ardından kendi duyguları konusunda yaptığı itirafı hatırlatmak gerekiyor: “Acımdan mahrum olmaktansa arkadaşımdan mahrum olmayı tercih ederim.”
Herkes kalbinin en derininde Baudelaire’e hak verir: “Faydalı bir insan olmak bana hep korkunç bir şey gibi görünmüştür”, çünkü, şahsen, faydalı olmak demek kişinin kendi istediklerini değil, başkalarının ondan yapmasını istediklerini yapması demektir. Ama öte yandan toplum içinde faydasız biri olduğunu kabul etmekten herkes utanır.
Nitekim, eğer bir şair bir tren istasyonunun bekleme salonunda tanımadığı birisi ile sohbet etmeye başlar ve karşısındaki yabancı ona “ne iş yapıyorsunuz?” diye sorarsa, hızla düşünüp “İlkokul öğretmeniyim, arı yetiştiricisiyim, içki kaçakçısıyım” diye cevap verir, çünkü gerçeği söylemek kuşkulu ve rahatsız edici bir sessizliğe sebep olacaktır.
Bunalım yaşayan milyonlarca kişi çöplüklerle teselli bulur
Şairin hayalini kurduğu ideal izleyiciler, onunla yatağa girecek güzel kadınlar, onu yemeklere davet edecek ve ona devlet sırlarını anlatacak güçlü kişiler ve diğer şair dostlarından oluşur. Sahip olduğu gerçek izleyiciler ise miyop öğretmenler, kafeteryalarda yemek yiyen sivilceli genç adamlar ve diğer şair dostlarıdır. Yani buna göre şair aslında sadece diğer şairler için yazar.
Hiç barış olmayacak
Güldüyse de berrak yumuşak bir hava tekrar
İyi şeyler düşünen varlığının ülkesine,
Döndüyse de renkler… boradan sonra değiştin.
Hayır, unutmayacaksın
Bütün umutları birden silen karanlıkta
Düşeceksin diye kâhinlik eden fırtınayı.
Yaşaman gerek yine kendi bildiğinle:
Yabancılar var uzaklarda, senden ayrı düşen,
Mehtapsız yokluklarda hiç duymadığın;
Oysa onlar seni duymuş, seni öğrenmiştir,
Kaç tane, ne cins, bilmediğin varlıklar,
Bir tanesi olsun seni sevmez.
Ne mi yaptın acaba onlara sen?
Hiç mi? Yok, bir cevap değildir ki hiç:
Evet, akıl yoracaksın, düşünmesen olmaz,
Bir şeyler yaptın mı ki yapmışsındır;
Ah şunları bir güldürebilsem diyeceksin,
Dost olmayı onlarla için isteyecek.
Hiç barış olmayacak:
Öyleyse savaş sende; yiğit ol, kullan
Bildiğin her türlü kalleş hileyi,
Vicdan bakımından rahatın yerli yerinde:
Davaları bitmiş – o da davaları varsa –
Onların nefreti sırf nefret içindir artık.
Çev: Talât Sait HALMAN
Matematikçilere ne mutlu. Bir matematikçi sadece kendi dengi olan meslektaşları tarafından değerlendirilir ve standart o kadar yüksektir ki, hiçbiri hak etmediği bir üne sahip olamaz.
Hiçbir kasiyer de Sunday Times, New York Times gibi gazetelere modern matematiğin ne kadar anlaşılmaz olduğundan şikâyet eden ve bu yeni dönemi, matematikçilerin yamuk şekilli odaları zımparalamaktan ya da boşaltma borusu açık havuzları doldurmayı hesaplamaktan memnun olduğu o eski güzel günlerle karşılaştıran makaleler yazmaz.
Sunday Times gazetesinin kitap ekindeki, muhabirlerin kendileri için en anlamlı olan şiirleri belirlediği son sayfayı okumak her şair için aklını başına getiren bir deneyimdir. Çünkü o zaman şunu fark etmeye mecbur kalır: İnsanların çoğunun zor anlarında sihirli bir tılsım olarak görüp yücelttikleri, onun çalışmaları değildir, hatta Dante ya da Shakespeare’inkiler bile değildir; yerel gazetelerde bakire hanımların yazdığı abuk sabuk kötü satırlardır.
Ve yas tutan, kalbi kırılan, ıstırap çeken, bunalım yaşayan milyonlarca kişi bu rezil çöplüklerle teselli bulur, hatta kederinden kurtulurken, şiir, çaresiz ve yetersiz bir kenarda öylece durur.
1948 yılında yayımlanan “Poets at Work” kitabında yer alan makaleden derlenmiştir.