Oryantalizm bataklığında ‘sıradan’ bir gün

Share This Article
The Guardian Weekly‘de çıkan Is This The End Of Turkish Democracy kapaklı habere uzun uzun baktım. Türkiye Tabipler Birliği‘nin “kimyasal silah” olarak kabul ettiği ve polislerin onlarca protestocuya karşı mevzuata aykırı bir şekilde kullandığı biber gazının, kırmızı tonlarında bir “club sis bombası” havasında gösterimi, Mevlevi takkesi ve biber gazı maskesi takmış bir eylemcinin dönerken kollarını açtığı bir pozunun kullanımı ve haddinden fazla iddialı bir başlık: “Bu, Türk Demokrasisinin Sonu Mu?”
Birleşik Krallık’ın en ciddi ve sosyal demokrat çizgisindeki yayın kuruluşlarından olan Guardian’ın bile Avrupalıların 100 yıldır Atatürk’ün öncülüğünde başlatılan demokratikleşme ve batılılaşma sürecinin (ki Tanzimat dönemine kadar bu dönemin başlangıcını götürebiliriz) kabul edemeyişini bundan daha simgesel olarak ne anlatabilirdi?
Şov soslu bakış açısı
Türkiye düşse de kalksa da, kendi kendine çelme taksa da medeni ve laik bir ülke. Bu süreç 100 yıldır kesintisiz devam ediyor. Bazen yavaş, bazen durma noktasında, bazen hızlı; ama kesintisiz sürüyor. Seküler ve muhafazakar yaşam tarzı Türkiye’de birbirinin zıttı değil, aynı potada eritilmiş ve aynı bedende vücut bulabilen bir yaşam tarzı.
Her ne kadar siyaset kurumu yaşam tarzlarını toplumu kamplaştırmak için birbirine düşman gösterip kamplaştırma üzerinden iktidarının devamını sağlasa da, Türkiye’nin “makul” çoğunluğu bir şekilde demokrasi talebinin etrafında yan yana durmaktan çekinmiyor. İktidarın başörtülü bir muhalif görünce anlayamaması bu yüzden.
Guardian’ın kapağında Türkiye ve toplumun sokaklardaki demokrasi talebi, bir film setinde yaşanabilecek kadar gerçek dışı. Öğrencilerin günlerdir hapis tutulması, Türkiye’nin en büyük kentinin rekor oy farkla (tek bir oy farkla seçilseydi de bir fark olmazdı) belediye başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu‘nun tutuklanması, ülkenin milyonlarının artık nefes alamayacak bir baskı hissetmesi, gençlerin bir gelecek hayali kuramaması, evli çiftlerin çocuk hayali kuramaması, hukukun üstünlüğünün değil; üstünlerin hukukunun egemen oluşu, ülkenin her kurumunda çıkar çatışması örneklerinin dolup taştığı bir atmosfer; Guardian için şov soslu oryantalist bir bakış açısıyla verilebilir ve buna da gazetecilik denebilir. Kendine “medeni” diyen tüm Batı dünyasının kabul etmesi gereken şey şu: Türk halkı emperyalizme karşı bağımsızlığını kazanan, sarayları yıkan, kudreti eline alan ve mükemmel uygulayamasa demokrasiyi içselleştirmiş bir millet.
Avrupa’dan cılız tepki
Üstten bakan tavırlar, gizli aşağılama hatta ırkçılık en çok Avrupa’ya zarar verir. Dünya konjontüründe ABD’nin Avrupa’nın savunmasından ve ekonomisinin temel taşlarından çekilmesinin ardından Avrupa’nın Türkiye’yle anlaşarak savunma başta olmak üzere birçok alanda ortaklık kurmak istemesi Avrupa’nın bakış açısına göre mantıklı gözükebilir. Biz bu süreci Almanya’nın eski şansölyesi Angela Merkel‘de yaşadık.
2015 yılındaki göç krizinde Merkel, ülkesindeki birçok kesimin itirazına rağmen İstanbul’a geldi, Tayyip Erdoğan‘la anlaştı, 6 milyar Avro verdi -ki onu da taksitli verdi ve taksitler hep gecikti- Suriyeli mültecileri Türkiye’de tuttu. Konjonkturel bir işbirliğiydi. Türkiye’deki insan hakları ihlalleri, yargının siyasallaşması eleştirileri, otokrat yönetim tarzı eleştirileri; Avrupa’nın Türkiye ile çalışmak zorunda olması nedeniyle askıya alındı.
Avrupa o eleştirileri hâlâ askından indirmiş değil.
Erdoğan, dış politikayı “şahsına” indirgemiş biri. Türkiye ile bir konuda anlaşmak için Erdoğan’a olan yaklaşımın belirleyici oluyor. Bu nedenle süreçler hızla tamamlanıyor. Avrupa’nın da istediği bu. Eski Türkiye’de parlamenter sistem bunu engelliyordu. Önemli olan kurumlar arası diplomasiydi. Politikalar köklü ve derin bir sürecin sonunda şekilleniyordu ve bu her zaman Avrupa’nın istediği bir noktada bitmiyordu. Değişken çoktu. Artık böyle bir durum yok. Bu sebeple Türkiye’deki bu hukuksuzluk silsilesine Avrupa’da gücü elinde tutan siyasetçiler tarafından tepki cılız. İş te bu sebeple Avrupa Birliği’nin her ülkesinde aşırı sağ yükseliyor.
Avrupa Birliği’nin uzun yıllardır güçlü sosyal politikalar üretememesi, güçlü liderler çıkaramaması, vizyoner ve uzun vadeli politikalar yerine popülist ve kısa vadeli politikalara yönelmesi, dar bakış açısı; Avrupa’yı ABD ve Çin arasında ezilen bir çime dönüştürdü. Yani Avrupa siyaseti birkaç dik duruş haricinde vermesi gereken tepkiyi vermiyor, verenler de Türkiye’yi o kadar tanımıyor ki, bilirkişi olarak Orhan Pamuk ve Elif Şafak‘ı okurlarına sunuyor.
Meraba Poğaçacı!
Financial Times’ın ve Guardian’ın anlamaktan bu kadar uzak oldukları bir konuyla ilgili Orhan Pamuk ve Elif Şafak‘tan görüş alarak gazeteciliği yerlerde süründürmeleri bizi üzdü. Elif Şafak Türkiye’deki geçim kriziyle ilgili nasıl bir empati kurabilir? Şafak, Türkiye’deki sıradan bir insanın yaşadığı anksiyetleri, gelecek kaygılarını sağlıklı gözlemleyebilecek bir hayata sahip mi? Orhan Pamuk (Meraba Poğaçacı!) Türkiye ile ilgili sosyolojik tespitleri alacağınız yazar mı? Türkiye’de demokrasinin tehlikede olduğunu düşünen ve bundan korkutuğunu söyleyen sevgili Pamuk, Türkiye’de demokrasinin tamamen Rusya modeline dönüşmesinden Türkiye’de yaşayan 86 milyon insan içinde kaçıncı sıraya etkilenir?
Basmakalıp Türkiye ezberinden bu halk hepinizi kurtaracak.
Şunu da söyleyelim. Türkiye’nin demokrasi talep eden milyonlarının, Ekrem İmamoğlu‘nun Avrupa’nın sesine, sürece tepkisine ihtiyacı var mı? Yok. Türk halkı kendi göbek bağını kesmekte tecrübeli bir halktır. Ancak bu simgesel durum gören gözler için ne büyük bir mesajdır… Özgür söylem, masumiyet karinesi, refah ve demokrasinin sınırları aşarak yayılması ilkeleriyle kurulan Avrupa Birliği’nin geldiği nokta, ucuz bir dar kapsamlı siyaset. İkiyüzlü politikacılar ve kurumlar.
Tekrar ediyorum, Türk halkının demokrasi mücadelesi duymayan kulakları açacak, görmeyin gözlere ilaç olacak. Herkes bunu böyle bilsin.
