Share This Article
Sonica İstanbul, çağdaş ses sanatları, deneysel müzik ve disiplinlerarası işitsel pratikleri odağına alan bir platform olarak, şehrin kültürel altyapısını alternatif ses deneyimleriyle dönüştürmeyi amaçlayan uluslararası bir buluşma noktası. Bu yıl 3-4 Ekim’de Bomonti’de yer alacak etkinlikte NonSquare (Korhan Oraydın) ile elektronik müziği, görsel sanatlarla ilişkisini ve sanatçının son EP’si Liminal Space üzerine konuştuk.
Öncelikle merhaba, NonSquare’i henüz duymamış olanlar için (daha çok duyulacağı çok belli) yaptığı elektronik müzik türünün başlangıç noktasını ve ilerleme sürecini sormak istiyorum. Glitch, ambient, techno ve noise gibi farklı elektronik türlerini harmanlayan bir yapıya sahipsiniz. Bu türleri bir araya getirme kararını aldıran etmenler neler, sizi bu alana çeken etkileşimler oldu mu?
2000’lerin başında DJ olma hevesiyle başlayan serüvenim, akademiyle ilerleme çabam sayesinde bambaşka bir yöne evrildi. Değerli hocam Alper Maral’ın yönlendirmesiyle akademik–deneysel elektronik müzikle tanışmam, bana tek bir türe sıkışmak yerine farklı disiplinleri iç içe geçirmenin kapısını açtı. Bu da beni hem kendi ruh halime hem de aktarmak istediğim duygulara en yakın sesleri aramaya teşvik etti.
Yakın zamanda gerçekleşmesi planlanan Sonica İstanbul’da da sahne alacak sanatçılar arasındasınız. Elektronik müziği İstanbul’da icra etmenin bir geleceği var mı, yoksa sanatçıların başka karşılaşmalar yaşaması elzem mi? Bu gibi etkinlikler sanatçılara ne vadedebiliyor?
İstanbul güçlü bir kültürel belleğe ve sürekli değişen bir dinamizme sahip. Ancak son 20 yılda daha çok pazarlanabilir bulunan sanatçı ve türlerin öne çıkarıldığı bir organizasyon yapısına dönüştü. Bu durum yenilikçi üretimleri geri plana itip bazı değerli isimlerin ortaya çıkmasını geciktirse de, son yıllarda bunun değişmeye başladığını hissediyorum. Sanatseverler artık daha fazlasını talep ediyor ve organizatörler de bunun farkında. Sonica İstanbul gibi etkinlikler bu yüzden çok kıymetli; hem uluslararası hem de yerel sahneleri buluşturarak sanatçılara görünürlük ve iş birliği fırsatı sunuyor, dinleyiciye ise farklı disiplinleri deneyimleme imkânı veriyor.

Sinema ve reklam sektöründe ses tasarımcısı olarak çalışan, şimdiye kadar pek çok müzisyenin albümüne prodüktör ve ses tasarımcısı olarak katkıda bulunan Korhan Oraydın, sahnelere yansıyan Non Square projesinde glitch, ambient, techno ve breakbeat gibi elektronik müziğin karanlık tonlarını müziğine taşıyor. Fotoğraf: Ömer Uzun
‘Karmaşanın içinde var olmaya çabalayan sesler ön plana çıktı’
Şimdiki zamanda elektronik müzik, sahneye taşıdığı görsel tasarımlarıyla dinleme deneyiminin çok ilerisinde bir endüstriyel alan açtı. Elektronik müziği sahnesi olmadan düşünmek mümkün, ancak deneyimlemek imkânsız diyebilir miyiz?
Elektronik müzik elbette görsel sanatlardan bağımsız düşünülebilir, ama günümüzün beklenti–talep dengesi nedeniyle artık görsellik olmadan eksik kalıyor. Sesin açtığı hayal alanı görsellikle birleştiğinde dinleyici çok daha bütünsel bir deneyim yaşıyor. Ancak özellikle dans müziğinde görsellerin bazen sadece sahneyi doldurmak için kullanıldığını, müziğin ruhuna her zaman hizmet etmediğini de hissediyorum.
“Hold On” (2020) ilk çıkış parçanız ve BBC Radio 6 Müzik’te tanıtıldı, IDM ve glitch unsurları ön planda. “Simple Things in Hard Times” (2021) ise pandemi sürecinde üretilen bir EP. Pandemi sürecinin prodüksiyonunuzda minimalist bakış açısını tetiklediğini söyleyebilir miyiz ya da türler arası geçişte bu değişimi en çok hissettiren eser hangisiydi?
Pandemi hepimizi kayıplara, kapanmaya, acıya ve yalnızlığa alıştırmaya çalışırken bir yandan da basit şeylerin değerini hatırlattı: şehrin boşluğu, bir kâğıt oyunu, eski bir film… O dönemi, elektrikler kesilince açılan sohbetlere ya da raflardan çıkan eski fotoğraflara bakmaya benzetiyorum. Üretimlerimde de bu ruhu yakalamaya çalıştım. Karmaşanın içinde var olmaya çabalayan, basit ama genişleyebilen sesler ön plana çıktı. Memory Palace benim için bu dönemi en iyi yansıtan parça oldu; bas ve pad dışında tüm elementler tek bir sesin farklı biçimlere dönüşümüyle elde edildi.
‘İki sanatçı birbirine kendi fikrini dayatmamalı’
Sesin atmosfer yaratımında da ön plana çıktığı disiplinler arası bir etkileşim söz konusu. Refik Anadol sergisinde de kullanılan bir parçanız var mesela ve ayrıca Sonar İstanbul’da gerçekleşen bir Max Cooper karşılaşması var. Bu karşılaşmaların doğurduğu iş birliklerine karar verme süreciniz nasıl ilerliyor, sanatçı kimliğinizin diğer sanatçıların üretimleriyle bağdaştığı bir ortak alan var mı?
İş birlikleri benim için çok değerli çünkü iki farklı estetiğin birleşiminden bambaşka sonuçlar çıkabiliyor. Refik’in işinde parçamın yer alması, ses dünyamın farklı boyutlarda da var olabileceğini gösterdi. Max ile Sonar İstanbul’da tanışmak ise hayatımın dönüm noktalarından biri oldu. Kendisi benim için hem mentor hem de dost. Tanıştığımız günden beri fikirleri ve yönlendirmeleriyle yanımda oldu. Ayrıca Max’in plak şirketi Mesh ailesinin bir parçası olmak da benim için çok onur verici. İş birliklerinde tek kriterim var: karşılıklı saygı. İki sanatçı birbirine kendi fikrini dayatmamalı, ortak dili en doğru şekilde harmanlayarak uyumlu bir sonuç yaratmalı.

Son EP’niz “Liminal Space” geçiş ve belirsizlik temalarını çağrıştırıyor, belli ki son yılların getirdiği huzursuzluktan siz de muzdaripsiniz. EP’deki “Son of Sun” (ki en sevdiğim) gibi ambient–melankoli karışımlı bir parçaya geçiş, albümün duygusal derinliğini artırıyor. Bu parçada hangi ses tasarımı tekniklerini veya atmosferik unsurları öne çıkarmak istediniz ve bu melankolinin doğurduğu uzaklık hissi size göre geçmişe mi, geleceğe mi ait?
Son of Sun, hayatımda çok büyük bir yeri olan babam Güneş’in bana verdiği güçten ilham alıyor. Genel olarak üretimlerimde “karamsar bir umudu” işlemeye çalışıyorum. Bu parçada ambient katmanların üzerine oturan sert ve köşeli ritmik yapı, baskın bas ile birleşerek hem umutlu hem karanlık bir atmosfer yarattı. Bu karanlık bana daha çok geleceğe ait gibi geliyor; geçmişin ağırlığından değil, geleceğin belirsizliğinden doğan bir karanlık.
‘Boşluk benim için kültürel yozlaşma anlamına geliyor’
“Liminal Space”in kapanış parçası “There Is Nothing for Me Here” bir boşluk beyanı gibi… Boşlukla ilişkiniz nasıl, yaratım sürecinizde bu boşluk doluyor mu, büyüyor mu?
Boşluk benim için kültürel yozlaşma anlamına geliyor. Bu boşluk büyüdükçe her şeyi içine çeken bir kara deliğe dönüşerek sanatı, müziği, kültürel değerleri yok edebilir. Sanat ise her zaman görünmeyeni açığa çıkarır, bastırılmış duyguları ifade eder. Bu nedenle boşluk büyütülmeye çalışıldıkça sanat daha da değerli hale geliyor. There Is Nothing for Me Here da bu boşluğa karşı direnen bir yapıyı temsil ediyor; dans müziğini “hatalı” gibi görünen bir şekilde işleyerek ona yeni bir anlam, yeni bir estetik kazandırmaya çalışıyor.
Son olarak, albümün görsel tasarımını yapan İdil Oraydın’la çalışmak prodüksiyon sürecine nasıl etki etti? Görsellerle ses arasındaki etkileşimi nasıl tanımlarsınız?
İdil sadece eşim değil, aynı zamanda üretimlerimde en çok güvendiğim kulak. Bu proje, başından itibaren onun desteğiyle büyüdü. Görsel ve işitsel dünyayı birlikte kurmak bana her zaman büyük bir güç verir. Onun tasarımları müziğin sadece eşlikçisi değil, tamamlayıcısı oldu.
