Share This Article
Kendini modanın “kötü çocuğu” olarak tanımlayan John Galliano‘nun inişli çıkışlı hayatını konu alan, High & Low – John Galliano moda endüstrisinin “çarpık” yanlarını açığa çıkartıyor. MUBI’de yayınlanan bu yeni belgeselde, 2010 yılında Paris’teki bir barda insanlara ırkçı söylemlerle sözlü tacizde bulunan Galliano’nun temize çıkmaya çalışmasını izliyoruz. Ya da buna temize çıkma çabası da diyebiliriz… Hatta belgeselin Oscar ödüllü yönetmen Kevin Macdonald, MUBI’nin Notebook dergisine verdiği bir röportajda, John’un bu filmi hep yapmak istediğini ama bu fikrin onu çok strese soktuğunu açıklıyor. Galliano ise Macdonald’a şunu söylüyor:
Bu belgesel, insanların beni affedip affetmeyeceği ile ilgili değil, insanların beni affedip affetmediğini kontrol etmek bana düşmez, mesele insanların beni anlaması.
Belgeselde yok yok… Kate Moss, Penelope Cruz, Naomi Campbell, Charlize Theron ve Anna Wintour hepsi çok sevdikleri dostları Galliano için kameranın önüne geçmiş. Galliano’nun tükenmişlik sendromunun etkisiyle hayatında yaşadığı çalkantılara odaklanan belgesel, ünlü modacının öfkeli bir alkol ve uyuşturucu bağımlısı haline gelme sürecini konu alıyor.
Yönetmen Macdonald, izleyicisine “Kimse Galliano’yu affetmek zorunda değil,” özgürlüğünü veriyor; fakat bununla paralel olarak da onu affetmemiz için de bir çok neden sunuyor.
Çocukluktan gelen travmalar
Bu belgeseli izleyip Galliano ile bağ kurmamak mümkün değil. Ünlü modacının bastırılmış çocukluğunu görmek, özellikle en yaratıcı bireylerin gelecekte çocukluk travmalarının etkisinden kurtulamadığını anlamamıza olanak sağlıyor. Galliano’nun peşini bırakmayan geçmişinden sıyrılamaması bir anlamda onu benim gözümde temize çıkarıyor. Elbette, ırkçı söylemleri affedilemez ve iğrenç! Ama şurası da bir gerçek ki, kendi cinselliğinden ve hoşlandığı şeylerden utandırılmış bir çocuğun, yetişkin olduğunda başka bir azınlık grubuna karşı benzer bir nefret taşıması çok şaşırtıcı değil.
“Oscar ödüllü yönetmen Kevin Macdonald, MUBI’nin ‘Notebook’ dergisine verdiği bir röportajda, John’un bu filmi hep yapmak istediğini ama bu fikrin onu çok strese soktuğunu açıklıyor.”
Çocukken hissedilen dışlanma ve nefretin sadece basit bir şekilde yansıması olarak görüyorum. En komik bulduğum ise Galliano’nun bu ırkçı söylemlerde bulunurken “kafasının iyi olması” ve yaşananları hatırlamadığını iddaa etmesi. Ünlü modacının yaratım sürecini izlemek bu belgeselin en eğlenceli bölümü.
Galliano diyince şüphesiz akla ilk gelen moda evi Dior. Galliano Dior’da geçirdiği 15 sene boyunca o koleksiyonları yaratmasaydı, Dior şu an bu şekilde popüler olur muydu bilemiyorum. 2000’lerin başlarında çıkardığı Dior koleksiyon parçaları şu an hâlâ revaçta ve ikinci el sitelerinde yüzlerce dolara satılmaya devam ediyor. Galliano öyle moda parçaları ve gösterileri yarattı ve yaratmaya devam ediyor ki, jenerasyonları aşıyor. Kendisi aynı zamanda moda dünyasında bir sürü ilke de imza atmayı sürdürüyor. Ama bu aşk karşılıklı…
Galliano için de Dior’un yeri çok farklı. İlk çalıştığı modaevi olmasa da kendini tam anlamıyla dünyaya kanıtladığı yer Dior. Belgeselin sonunda on iki sene sonra yeniden çalıştığı Paris’teki modaevine ziyaretini izliyoruz; Galliano’nun gözleri dolu dolu… Acaba içindeki üzüntü mü, pişmanlık mı yoksa sadece zamanın hızına karşı duyulan bir çaresizlik mi?
Met Galası’na damgasını vurdu
Neredeyse bütün lüks moda markalarının sahibi tek bir şirket: LVMH Fashion Group. Belgeselde bu şirketin CEO’su Bernard Arnault ve Dior’un eski CEO’su Sidney Toledano’yu da dinliyoruz. Galliano’nun belki bu kadar yükselmesinde ve aynı zamanında bu kadar tükenmesinde başat aktörler işte bu iki isim.
Yıllar boyunca tek umursadıkları şeyin, Galliano’yu son damlasına kadar kullanıp tüketmek olduğu anlaşılıyor. O senelerde Galliano, hem kendi markası John Galliano hem de Dior için senede minimum dört koleksiyon çıkarmak zorundaydı. İş yükünün altında ezilmenin yanı sıra, madde bağımlılığı, alkol ve hem asistanı hem de yakın arkadaşlarından biri olan Steven Robinson’u kaybetmesi bardağın taşmasında büyük rol oynuyor.
John Galliano, High & Low – John Galliano’da moda endüstrisinin çekici olmayan yanını açığa çıkartıyor. Fotoğraf: MUBI
Paris’teki barda çekilen o saldırgan videolar internete düştüğü anda Galliano, 15 senedir kreatif direktör olarak çalıştığı Dior’dan yaka paça kovuluyor ve moda dünyası onu üç sene afaroz ederek cezalandırıyor
Bu sürede açılan davalarla boğuşan ünlü modacı, bir çok hahamla tanıştırılıp Yahudilik hakkında dersler alırken görüntüleniyor. Belgeselin en ilgi çekici taraflarından biri ise Galliano’nun saldırdığı insanlardan birinin tanıklığından yaşananları dinlemekti. Daha sonrasında Galliano’yu yeniden modaya geri döndüren isim Oscar de la Renta oluyor. Galliano, şimdilerde Maison Margiela’nın başında ve harikalar yaratmaya devam ediyor. Öyle ki, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Met Galası’nda bile en bile en ünlü isimlerin çoğu Galliano’nun tasarımlarını giyiyordu.
İlhamın adresi Kapalıçarşı
Galliano kültürlerden, insanlardan, tarihten, sanattan ve kimliklerden ilham alan bir tasarımcı. Yarattığı bir çok moda defilesi basit bir moda gösterisinden çok öte, adeta bir show. Onu ve çalışmalarını gördükten sonra ona ırkçı etiketini yapıştırmak mümkün değil. Egoist ve empati yoksunu mu?
Kesinlikle!
Bu belgesel modaya merakı olmayan insanlar için bile ilgi çekici. Kapitalizmin, ırkçılığın, antisemitizmi, yaratıcılığın, uyuşturucu ve alkol bağımlılığının da bir keşifi. Ayrıca izlemeye sebep arayanlar için Galliano’nun Kapalıçarşı’dan ilham aldığı sahneleri görmek bile yeterli.