Share This Article
IMDB Puanı: 8.8
Netflix’in Blue Eye Samurai‘ı, 1 Kasım’da yayımlanmasından bu yana dünya çapında ilk 10’da iki hafta geçirerek ve 50 ülkede ilk 10’a girerek (Netflix’in istatistiklerine göre) kendini fazlasıyla kanıtladı. Ayrıca ilk iki haftada 4.8 milyon izlenen sekiz bölümlük animasyon dizi yine Netflix’e göre platformda en çok beğenilen dizilerden biri oldu. Eleştirmenler ise dizinin “2023’ün en iyi Netflix dizisi” olduğu görüşünde.
Türkiyeli seyircinin ise Netflix ile ilişki durumu biraz karışık! Türkiye’deki Netflix üyelerinin Türk yapımı işlerden umudunu kestiği bu dönemde, iyi bir Türk Netflix yapımı bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda. Netflix’in Türkiye ağına sunduğu içerik sayısının birçok ülkeye göre hayli az olması Blue Eye Samurai gibi yapımların değerini bir kat daha artırıyor. Sözün kısası bu içerik en çok da Netflix Türkiye için bir cansuyu oldu denebilir.
1600’ler Japonya Edosu
Netflix’in Blue Eye Samurai’ı, Tokugawa dönemi olarak da bilinen Japonya’nın Edo döneminin (1603-1867) ilk yıllarında geçen bir anime dizisi. Dizi, diğer konuların yanı sıra, samurayların rolünü, kadınlar ve “Japon görünümlü olmayan” insanlar için hayatın nasıl olduğunu ve Edo dönemi Japonyası’ndaki şiddeti ele alıyor.
Dizide sık sık atıfta bulunulduğu üzere, Japon toplumunun bu dönemde katı bir şekilde kast sistemi ile ayrıştığını görüyoruz. Hiyerarşi, samuraylardan başlayarak, tüccar, zanaatkâr ve çiftçilere kadar iniyor.
1600’lerin Edo döneminin ilk aşamalarında, tüm samuray yönetici sınıfı savaşçı rolleri etrafında toplanıyor. Ancak dizi başladığında, 1650’lerde, ülke birleşmiş, siyasi ve ekonomik olarak istikrarlı bir toplum olma yolunda ilerliyor. Bu gelişmeler de samurayların rolünün azalması anlamına geliyor. Ancak samuraylar yine de sadakat, cesaret ve onur ideallerini savunmayı sürdürüyor. Blue Eye Samurai‘ın ana karakterleri Mizu, Ringo ve Taigen‘i motive eden de bu idealler oluyor.
Edo dönemi Japonyası’nda ‘kadın’ ve ‘melez’ olmak
Mizu, erkek kılıç ustası sahte kimliğiyle gizli yaşayan, beyaz ve Japon melezi bir kadındır. Mavi gözlü oluşu, yabancıların etkisinin canlı bir kanıtı ve başkalarına göre doğaüstü ya da şeytani kökenli fiziksel bir kusurdur. Böylesi “doğaüstü” güçlerle bezenen Mizu, Sakoku döneminde Japonya’da yasadışı olarak saklanan dört İngiliz’e karşı intikam arayışına girer. Çünkü Mizu’ya göre bu dört İngiliz’den biri olan Fowler, onun babasıdır.
Sakoku döneminde sadece Hollandalı tüccarların Japonya’ya girişine izin verilmekte ve Nagasaki kentinin açıklarındaki insan yapımı küçük bir adaya hapsedilmektedirler. Tokugawa şogunluğunun (Edo döneminde Japonya’nın askeri hükümeti) izolasyonist politikası, 1633’ten 1639’a kadar bir dizi fermanla ülkenin sınırlarını tüm dış etkilere etkili bir şekilde kapattı.
Ancak Blue Eye Samurai‘ı izleyenlerin, “Hıristiyan Yüzyılı” olarak adlandırılan önceki dönemde (1540-1630) Japon yetkililerin Japonya’da ikamet eden ve Japon sularında faaliyet gösteren çok sayıda yabancı tüccar ve korsanı büyük bir hevesle ağırladığını bilmeleri faydalı olabilir. Blue Eye Samurai‘ın baş düşmanı kötü kalpli Abijah Fowler da dahil olmak üzere, dört İngiliz’in bu korsanların kalıntıları olduğunu varsayabiliriz.
Dünyanın en erkek egemen toplumlarından biri
Edo döneminde kadınların eğitimli ve itaatkâr olmaları beklenirdi. Buna karşın bu dönemin kadınları pasif ve zayıf değildi. Dizide de tasvir edildiği gibi, kadınlar kendilerini özenli saç stilleri, makyaj ve kıyafetlerle karakteristik biçimde sunuluyor.
Aslında aradan on yıllar geçmesine rağmen geleneklerine bağlı bir Japonya olduğunu söyleyebiliriz. Hollandalı bilim insanı Hofstede’nin Cultural Dimension adlı çalışmasına göre Japonya dünyanın en erkek egemen toplumlarından biri. Bu bilgiyi cebimizde tutalım ve Mizu’nun hikâyesine devam edelim.
Mizu, özellikle Japon toplumunun pek çok klişesinin yükü altında bir karakter. Sadece bir kadın değil, aynı zamanda “insandan daha aşağı” ve “saf olmayan” olarak tekrar tekrar atıfta bulunulan karışık bir soydan geliyor. Farklılığını erkeksi bir kılıkla gizlemek zorunda.
Bu durum, 17. yüzyılda fahri samuray olan İngiliz denizci William Adams‘ın çocuklarının kaderini anımsatıyor. William Adams, Japonya’ya ayak basan ilk İngiliz. Japonya’ya o kadar etki bırakmıştır ki, Togukawa’nın danışmanı olmuş, Hollandalılarla bir ticaret anlaşması imzalanmasına vesile olmuş, ülkenin ilk Batı tarzı gemi inşasını gerçekleştirmiştir. Ülkesine dönmesine izin verildiğinde Japonya’da kalmaya devam etmiş ve burada ölmüştür. Ancak Adams’ın çocukları 1635’ten sonra tarihi kayıtlardan kaybolmuşlardır. Dizi, işte bu dönemde Avrupa ve Japon kökenli kişilerin gizli varlığını yakalıyor.
Mizu yalnız seyahat etmeyi tercih etse de yol boyunca birkaç başıboş insanla tanışır: Ringo, Mizu gibi bir savaşçı olmayı hayal eden iriyarı, arkadaş canlısı, elleri olmayan bir aşçı. Japon olsa da elleri olmamasından dolayı hor görülen, aşağılanan bir karakter.
Edo döneminde üst sınıflar
Üst sınıfların yaşamı ve onlara açık olan seçenekler, Akemi ve ailesi üzerinden ayrıntılarla tasvir ediliyor.
Her ne kadar “prenses” olarak adlandırılsa da kraliyet kanından gelmediği için statüsü daha çok bir “leydi”. Babası kendi kendini yetiştirmiş bir lord. Bununla birlikte, Japon imparatorunun rolü bu dönemde esasen törensel olduğu için, güç babası gibi feodal lordlarda bulunuyor. Dizinin yaptığı gibi, Akemi‘yi iktidardaki shogun ailesinin bir üyesiyle evlendirerek daha yüksek bir sosyal statü kazanacağını öne sürmek doğru.
Güçlü iradeli “prenses” Akemi, kendi sınıfından bir kadından beklenen güzel sanatların ve saray uygulamalarının çoğunda başarılı. Bunlar arasında çay törenleri, Renku şiiri, çiçek düzenleme, resim yapma, dans etme ve başarılı bir Go oyuncusu olmak yer alıyor.
Onu, ataerkil bir toplumda bağımsızlığını elde etmek için bu becerilerini kullanırken izliyoruz; buna, yönetici sınıftan kadınlarla benzer becerilere sahip bir geyşa olmak da dahildir. Başlangıçta kendisine itici gelse de sonunda çocukluk aşkı Taigen yerine yeni şogunun erkek kardeşiyle evlenmeyi, şogunluğun sarayında aktif bir rol oynamayı kabul eder.
Edo dönemi Japonyası’nda geyşa da dahil olmak üzere bazı insanlar beklenen toplumsal cinsiyet rollerinin dışında yaşıyordu. Kendi işlerini yürütebiliyorlardı ve Madam Kaji karakterinin de gösterdiği gibi, bu hayat kadınlara diğer sınıfların bilmediği bir bağımsızlık düzeyi sunuyordu.
Edo dönemi Japonyası’nda şiddet gerçeği
Blue Eye Samurai‘daki şiddetin, birleşik Edo Japonyası’ndaki yaşamın gerçekte olduğundan çok daha az barışçıl olduğunu gösteriyor.
Uzun Edo döneminin ekonomik ve siyasi istikrarı nedeniyle, samurayın savaşçı rolü büyük ölçüde törensel bir role indirgenmişti. Kılıç becerileri savaş alanından ziyade stilize düellolarda ve onur mücadelelerinde gösteriliyordu.
Mizu ve Taigen arasındaki düşmanlık, Taigen’in düelloyu kaybettikten sonra onurunu kaybettiğini düşünmesi üzerine kurulu. Bununla birlikte, Fowler‘ın Japonların kılıç ve mızrak silahlarını gölgede bırakacak ateşli silahlara erişimi olduğu için Shogun‘u gasp etmeyi başaracağını öne süren bir hikaye biraz abartı olabilir.
Gerçekte, Japonya’da bu hikayenin geçtiği çağlarda silah üreten ustalar vardı. Silah kullanmak kılıç ya da yay kullanmaktan daha az beceri gerektirdiğinden, bazı samuraylar tarafından kendi değerlerine aykırı olarak görüldü. Bu konuyla ilgili hemen herkesin bildiği kült bir film de var: The Last Samurai. Edo dönemindeki ortalama küçük ölçekli çatışmalarda kılıç daha pratik bir silahtı.
Blue Eye Samurai, tarihteki bazı sapmalara rağmen, genel olarak Edo dönemi Japonyası’nı keyifli, olabildiğince doğru gösteren görkemli bir hikâye.