Share This Article
“Tiyatromuz altın çağını yaşıyor”culardan değilim. “Tiyatro artık bitti, nostaljik bir heves tiyatro”culardan hiç değilim. 2020 yılında üzerimizden adeta bir tank gibi geçen pandemi bittiğinde artık hiçbirimiz aynı insanlar değildik. Dünya ekonomisi ciddi bir krizin altından üstünü başını silkeleyerek kalkmaya çalışıyordu. Ekonomik kriz “ben geliyorum” diyerek dünyanın üzerine kapaklandı. Pandemi nedeniyle çıkamayan (!) savaşlar bir bir patlak verdi, toplumsal çözülmeler cabası…
Psikiyatri klinikleri önlenemez bir melankoli akımının talebine yetişmeye çalışırken hayatını sahne sanatlarına adayanlar bir derenin yatağını dağıtıp taşması gibi yaşamın içine doldular. Aylarca boş ve kapalı olan tiyatro/konser salonları yeniden sanatçılar ve izleyicilerle kucaklaştı. Pandemi bittiğinden beri bir üretim çılgınlığıdır gidiyor, seyirciler bir yarış halinde sahneye konan her şeyi izlemeye çalışıyor. Resmen üzerimize üzerimize atılan bu oyunların hepsini izlemeye kalkarsak haftada en az 2 gece tiyatroya gitmemiz gerekiyor. Haftada 2 oyundan ayda 8 oyun; tiyatro sezonunun 9 ay sürdüğünü düşünecek olursak sezonda 72 oyun eder, yine de izleyemediğimiz oyunlar kalır!
Şimdi biraz sakinleşelim, bütün oyunları izleyemeyeceğiz. Zaten izleyemeyiz de hatta bana kalırda izlememeliyiz de… Ama Fact Tiyatro’nun Sendrom’unu izlemeliyiz. Fact Tiyatro, 2023 baharında Ali Haydar Çataptepe genel sanat yönetmenliğinde kurulan yeni ve en önemlisi genç bir tiyatro grubu. Burada genç ekipleri, özellikle genç ve kendi oyunlarını sahneye koymaya çalışan ekipleri yakından takip etmeye çalıştığımı söylemiştim. Fact Tiyatro ile geçen yıl sezonun bitmesine sayılı günler kala Kadıköy Pax Sahne’de izlediğim Sipariş Listesi/Wish List oyunuyla tanıştım.
İngiliz yazar Katherine Soper’ın İngiltere’de bir zincir markette çalışırken henüz 25 yaşındayken yazdığı Wish List, kendisine Bruntwood En İyi Oyun Yazarı ödülünü getirmişti. Fact Tiyatro’nun başlangıç oyunu olarak seçtiği Sipatiş Listesi, hem nefis oyunculukları hem de cesur sahneleme tercihiyle izlediğim anda etkilendiğim oyunlardan biri olmuştu. Ali Haydar Çataltepe, Dilara Vural, Veysel Fezail ve Burakhan Yılmaz’ın rol aldığı Sipariş Listesi oyunu daha sonra Dilara Vural’ın Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı adayı olarak Afife Tiyatro Ödülleri listesine de girdi.
Yaratıcı ve cesur… Ama en önemlisi kolektif bir tiyatro
Dilara Vural ile Afife Tiyatro Ödülleri basın toplantısında tanıştım. Sonrasında ekiple de tanışma ve sohbet etme fırsatım oldu. Dilara, 25 yaşında aday gösterildiği Afife’de onu en çok heyecanlandıran şeyin Fact Tiyatro’nun adını bu listeye sokmak olduğunu söylemişti sohbet ederken. O sohbetimizden sonra Fact Tiyatro’nun adını daha çok duyacağımızdan emin oldum ve ekibin yeni işini beklemeye başladım.
Sendrom, Fact Tiyatro’nun ikinci oyunu olarak tam bir sene sonra 2024 Şubat’ında Hann Sahne’de prömiyer yaptı. Sipariş Listesi’nde hem oyuncu hem de yönetmen olarak karşımıza çıkan Ali Haydar Çataltepe Sendrom’da sahneden inmiş, yazar koltuğuna oturmuştu. Fact Tiyatro Sipariş Listesi ile yaptığı deneme sürüşünden sonra kendi oyunuyla sahneye çıktı. Sahnede bu kez tek başına Dilara Vural vardı.
Ali Haydar Çataltepe’nin sahnelenen ilk oyunu olan Sendrom ile ilgili ilk yorumum, etkileyici bir ilk metin olduğu. Türk Dil Kurumu sözlüğünde sendromun kelime anlamı “Bir durumun insan üzerinde bıraktığı olumsuz etki” olarak tanımlanmış. Oyun en temelde bu tanımdan yola çıkıyor. Babasına aşırı derece düşkün bir kız çocuğunun, onu kaybetmesiyle başlayan kronik depresyonuna ve kronik depresyonun eteklerinde iki ileri bir geri sürüklenen yaşamına şahit oluyoruz oyun boyunca. Ya da kronik depresyonun kıskaçlarında yankılanan bir zihnin sayıklanmalarına.
Ali Haydar Çataltepe, edebiyattan sinemaya sanat üretiminin ana besin kaynaklarından biri kabul edebileceğimiz “alkolik ve dayakçı babanın sevgisiz ve ‘babasız’ büyüyen kızları” hikâyelerinden bir tane daha yazmayı tercih edebilirdi. Yapmamış. Çataltepe bizi ebeveyn olarak bağ kurulamamış ve daha da mühimi kaybın sorumlusu ilan edilen bir annenin acısıyla, tadına doyulamamış bir sevginin kaybı karşısındaki savunmasızlığın arasında bırakıyor. Saplanıp kaldığımız duyguların travmalara dönüşmesi, kurulamamış bağların sonraki uzun yıllar boyunca yine ve yeniden kurulamaması oyunun orta yerinde oturan intihar temasından daha sarsıcı geldi bana.
Yayınlandığı dönemde New York Times çok satanlar listesine giren, 2021 yılında da Türkçe çevirisiyle ülkemizde yayımlanan Beden Kayıt Tutar / Travmanın İyileşmesinde Beyin, Zihin ve Beden kitabının ön sözünde şöyle bir bölüm var:
“Oltaya yakalanmış bir balığın davranışlarını gören arkadaşları onun çıldırdığını düşünebilir. Ama balığın yaptığı sadece hayatını kurtarmaya çalışmaktır. İnsanları yaşadıkları ya da yetiştikleri ortamlardan ayrı değerlendiremeyiz, oltayı göremezseniz bu davranışları anlamak ve anlamlandırmak mümkün olmayacaktır.”
Sendrom’da Dilara Vural’ın canlandırdığı karakterin huzurevindeki yaşlılar ile cüce ve çiçek çocuk arasındaki savruluşu bu oltaya takılmış balığı çağrıştırdı. Büyük kentlerin birbiriyle yarışırcasına akıp giden günlerinin içinde rutinlerimiz ve rutinlerin arasına sıkıştırdıklarımızla yaşadığımız günler, bir çırpınışın gölgesinde tükenip gidiyor çünkü. Ağır bir duygu, farkındayım. Metnin dram ve komedi dengesini çok beğendim. Hatta –dram kısmında ağlamamayı başarmak zor olduğundan belki – komedi kısımlarını dram kısımlarından daha çok beğendim.
Dilara Vural, Sendrom.
Politik doğrucuların canı sıkılmış, sıkılsın!
Ali Haydar Çataltepe’nin kimse hakkında bir şey diyemediğimiz bu “Political correctness” çağda mizaha ihtiyaç duyduğu her anda bu tahakküme teslim olmadan dokunup kaçmalarına bayıldım. Cüce ve veganlık şakalarının zannedildiği gibi incitici ya da küstah olduğunu düşünmüyorum. Özellikle veganlık üzerinden yapılan şakada karakterin özeleştirisi durum karşısında bir yüzleşme de barındırıyor. Bana kalsa yaratılan çiçek çocuk karakterinin “çağın gereği veganlığına” biraz daha dokunulabilirdi!
Brezilyalı activist Chico Mendes’in meşhur cümlesini duyanınız vardır:
Sınıf mücadelesi olmadan yapılan çevrecilik sadece bahçeciliktir.
Kendi içinde özeleştirisini vermemiş her savunu bunu hatırlatıyor bana. Bu “işime geldiği kadar aktivizm”e mizahla da dokunmayacaksak neyle dokunacağız? Mizaha sınır koymaya kalkacaksak bunun sonu gelmez yalnız, aman dikkat edelim!
Bana kalırsa bu metinde dikkat edeceğimiz şey cüce ya da vegan şakaları değil. Ağır ve kronik bir depresyonun, uzun yıllar kullanılmış ve kullanılmadığında çöküşlere neden olan antidepresanlar ile ilgili bilimsel ilişkisinin detaylandırılmamış olması.
Ali Haydar Çataltepe muhtemelen konuyu dağıtmamak ve oyunun ritmini bozmamak için bu konuyu sadece bilgi olarak geçti. Üzerine gitse gerçekten konu dağılabilir ve başka bir yere de gidebilirdi. Benim oyun bitince aklıma gelen sorulardan biri bu antidepresan kullanımıyla ilgili bir uzmandan görüş alınıp alınmadığı olmuştu. Bunu da yeni bir oyun konusu olarak evrene salıyorum! Belki bir yazan, bir oynayan çıkar…
Sendrom oyunu tanıtım fotoğraflarından.
Dilara’nın Sipariş Listesin’deki ışıltısı tesadüf değilmiş!
Sendrom’un metin olarak orijinal bir tema belirleyebildiğini, belirlediği temaya destekleyici yan konular bulabildiğini, gerek ana temanın gerek yan konuların karakterlerinin yaratılabildiğini, başladığı andan son anına kadar hedeflediği mesajda kalabildiğini düşünüyorum. Kendi dilini ve ritmini yakalamayı becermiş başarılı bir metin. Ali Haydar Çataptepe’nin Sipariş Listesi’nde oyunculuğunu da beğenmiştim. Yazarlığı da beni epey memnun etti.
Sendrom’da metni alıp ışıltılı bir zaman kesitine çeviren Dilara Vural’dan bahsetmek isterim biraz da. Dilara’nın Sipariş Listesin’deki ışıltısı tesadüf değilmiş! Oyun başlamadan önce salona girip koltuğuma oturduğumda dekoru izledim. Led tabakalardan oluşan dikdörtgen bir zeminin orta yerine yerleştirilmiş bir bar taburesi… Salon ışıkları kararınca sahneye gelip tabure oturuyor Dilara Vural ve oyun boyunca sık sık göreceğimiz o küçük kız çocuğunu görerek başlıyoruz.
Bu ilk görüntü aklımda bir anda Zerrin Tekindor’un Toz oyununu canlandırdı. Ancak oyun başlayınca Dilara bu görüntüyü aklımdan silmeyi başardı. Hayatını, hüzünlerini ve ağlayacakken güldüğü anlarını bize anlatırken yavaş yavaş Dilara silindi, küçük bir kız çocuğu büyüdü sahnede.
Dilara Vural, bir karakter yaratmış ve o karaktere seyirciyi ikna etmesi 2 dakika bile sürmedi. Dilara’nın iri gözleri yaşla dolar dolmaz salonda burun çekmeler artıyor. Gözlerinin yaşı henüz kirpiğindeyken dudaklarının kenarına yerleştirdiği sırıtışla salonda ağlamalar kikirdemelere dönüşüyor. Seyirci Dilara’ya teslim oldu, o nereye giderse peşinden gidiyor. Dilara bunu şov yapmadan, bi bakışıyla, cümleye girişiyle, saçıyla oynayışıyla yapıyor.
Bu oyunculuğu Sipariş Listesi’nden Tamsin karakterini canlandırırken de beğenmiştim. Sendrom’da sadece bir karakterde ikna olamadım. Huzurevindeki Alzheimer hastasıyla diyalog bana bir türlü geçmedi. Onun dışında salonun Dilara’nın arkasındaki yolculuğuna ben de katıldım. Dilara Vural, geçen yıl Afife ödülünü alamadı ancak bu sene Sendrom’la bir adım ileri giderek yeniden sahnedeydi. Bu yıl da Afife’de adını görürsek bana hiç sürpriz olmayacak…
Fact Tiyatro, Sipariş Listesi’ndeki başarısını Sendrom ile büyüterek sürdürüyor. Sezonda 72 oyun izleyemezsiniz belki ama mayıs sonuna kadar sahnede olacak Sendrom’u tiyatrolar perde kapatmadan izleyebilirsiniz.