Share This Article
Simone de Beauvoir, “İkinci Cins” ilk basıldığında sağdan ve soldan gelen tüm saldırılara cesaretle göğüs germeyi bilmiş ve ilerleyen yaşında, “Ben bir feministim” diyerek, aktif olarak mücadele etmiş bir kadın. Genç kuşaktan bir radikal feminist olan Alice Schwarzer ise sorduğu ilginç ve önemli sorularla kadın hareketinin güncel siyasal pozisyonu üzerinde duruyor.
Alice Schwarzer- Feministler olarak kadın hareketinin bağımsızlığını talep ediyoruz. Gerçi ben bunun kadınların toplumda etkili konumlardan kaçınmaları anlamına gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Simone de Beauvoir- Ben bu konuda tereddütteyim. Tabii, eğer gücünüz varsa her zaman bir şeyler başarabilirsiniz. Ama, ne başarabilirsiniz? İktidar veren bir konuma gelmiş olan bir kadın erkekleşmeye başlıyor. Bir çeşit göstermelik kadın oluyor ve bu şekilde erkeklerin işini, onlar için, hem de daha iyi ve dikkatli bir biçimde yapıyor, örneğin Françoise Giroud (1) gibi.
Bizim Batı Almanya’da yaşadığımız tatsız tecrübeler de böyle. Bu yüzden ben de soruyu, bata çıka belli bir konuma gelen tek tek kadınlardan çok, politik alanda-politik sürece mutlaka eklemlenmeden bir güç unsuru olabilecek hareket ve gruplar bağlamında soruyorum. Örneğin, dışarıdan baskı yaparak.
S.de B.- Evet, ama o zaman da göstermelik kadınların yaptığı gibi iktidar sahibi olanların kurallarına uygun olarak oynamamak gerekir.
A.S.- Peki, Batı Almanya’da önerilmiş olan bir kadın partisi fikrine karşı sizin tavrınız nedir?
S.de B. – Bunu sadece tuhaf buluyorum. Bir kere, bunun hiç bir başarı şansı olmayacaktır ve yalnızca simgesel olarak bir anlamı olacaktır. Ve ikinci olarak, kadın olmak kendi içinde yeterli değildir. Kadın bir başbakan, onun yerinde olan bir erkek başbakanın yaptıklarının aynısını yapacaktır. Örneğin, Mrs. Thatcher‘in hükümeti altında dikkate değer bir toplumsal adalet patlaması olmadı… Bu yüzden sorun, her ne pahasına olursa olsun iktidar sahibi olmak olamaz.
‘İktidar mekanizmasını frenlemeliyiz’
A.S.- Yine de ben kadınlar partisi fikrini daha ciddi ele almanın önemli olduğuna inanıyorum, çünkü birçok kadın bunu çok şey vadeden bir yol olarak görüyor…
S.de B. – … kendilerini muhtemelen çıkmaza sokacak bir yol. Hem “kadınlar partisi” deyimi ne anlama geliyor? Sonuç olarak, politika söz konusu olduğunda, kendimizi kadın sorunlarıyla sınırlamak istemiyoruz, her konudaki tartışmalarda yer almak istiyoruz. Ayrıca, erkek egemen bir partinin yerine kadınıların iktidarda olduğu bir partinin olması dışında- varolan sistemin bir kopyasıyla, oyunun varolan kurallarına fazlasıyla uyulmuş olunacağına inanıyorum. Ve oyunun varolan kuralları daima iktidarda olanların kurallarıdır.
İktidar mekanizmasının tekerleklerini yağlamak yerine onu frenlemeliyiz. Her alanda herhangi bir partiyle yetinmek yerine her alanda kadının sömürülmesine karşı mücadele etmeliyiz. Örneğin ev işi sorunu var. Ekonomik bağlamda, bu kadınların ücret bile aldıkları görülmeyen çalışmadır. Bu çalışmaya karşı bir başkaldırı olsaydı harika olurdu! Ya da eşit olmayan ücrete karşı. Aynı zamanda, kadınların ev kadını ve anne rolüne hapsedilmelerine karşı, kadınların kendilerini bu iş için her şeyden fazla feda etmelerine karşı da mücadele etmeliyiz.
A.S.- Batı Almanya ve Fransa’da seçimler yaklaştı. Biz feministler geçmişte yaptığımız gibi davranmaya devam mı etmeliyiz -yani son dakikada, oylar verilmeden birkaç hafta önce uyanıp, genellikle üzücü ve etkisiz olan birkaç top atışı mı yapmalıyız? Yani, sorunlarımızı kamuoyuna anlatmak, varolan bütün politik güreşin dışında bırakılamayacak bir güç faktörü olmak ve bizim oylarımız için rekabet eden partilerden birkaç ufak kabul koparmak için bu durumu kullanmamalı mıyız?
S.de B.- Niye olmasın? Ama partilerin ve adayların amaçlarını ortaya çıkarmaktan geri durulmamalıdır, çünkü bu onların oyununu oynamak olur. Deneyimlerimizden bildiğimiz gibi bu beyler, yarın tutamayacakları sözleri bugün kolaylıkla verebilmektedirler. Hem Üstelik insan şu ya da bu konuyla ilgili olarak verdiği bir söz için bir partiye oy vermeli midir? Ben bu tür bir pazarlıktan tiksiniyorum. Siz ne dersiniz?
A.S.- Batı Almanya’da da, sözde sosyalistlerle bağlantılı olarak “daha az kötü olma” konusunda çok şey söylendi…
S.de B.- Burada da sözde sosyalist olmaktan daha fazla bir şey değiller.
‘Boykot çok bilinçli bir oy olmalıdır’
A.S.- Evet, ama yine de SPD’den biraz daha iyilerdir. Almanya Sosyal Demokrat Partisi‘nin büyük bir bölümü Fransız sosyalistlerinden çok da Gaullist’lerin sol ve merkez kanatlarıyla doğrudan kıyaslanabilir… Ama sonunda hep bu humaniteryen yaklaşımlara kapılıyoruz. Aslında, bizim “daha az kötümüz”, SPD, tamamen buna güveniyor. Pasif kalmak ve güya daha az kötü olana teslim olmaktan ibaret olan bu iki eğreti alternatif size de çok yetersiz gelmiyor mu?
S.de B.- Evet, yalnızca işleri nasıl değiştirebileceğimizi göremiyorum. Bunu kırmak için saldırgan bir strateji geliştirmemiz gerekir. Dışarıdan tabii! Böylece mümkün olan tek yol bir seçim boykotu gibi görünüyor ve bunun için de geniş bir politik harekete ihtiyacımız var. Aksi halde oy vermemek yenilginin kabulü anlamına gelecektir. Bir seçim boykotu pasif kalmak anlamına gelmez, tam aksine aktif olmak gerekir. Bu partilerin ve parlamento ilkesinin neden sorgulandığı anlatılmalıdır. Yalnızca evde oturmak yetmez. Oy verilen yere gidip seçmen kağıdını imha etmek ya da “hayır” diye oy vermek gerekir. Bir seçim boykotunun geri tepip yalnızca sağın işine yarar hale gelmemesinin tek yolu budur. Boykot çok bilinçli bir oy olmalıdır: varolan haliyle bu dünyaya karşı bir oy! Varolan sistemde, politika adına yapılanlara karşı bir oy! Kadınların ve onların çıkarlarının tümüyle gözardı edilmesine karşı bir oy!..
A.S.- Hayatınızın çeşitli aşamalarında bu soruya karşı sizin kendi tavrınız ne olmuştu? Partilere karşı her zaman bu kadar eleştirel değildiniz, değil mi? Ellilerin başında Komünistlere oy verdiniz ve ikinci Dünya Savaşı’ndan önce de oldukça apolitiktiniz değil mi?
S.de B.- Aslında tam böyle değil. Savaştan önce aktif olmamama rağmen politikayla çok ilgiliydim. Sartre ve ben 1936’da Halk Cephesinin zaferinden büyük memnunluk duymuştuk. Ama gösterilerine katılmayıp seyrederdik. Tabii grevcilere yardımda bulunurduk ve kalplerimiz sol için atardı. Ama orada dururduk. Taktiklerimiz yoktu. Ve seçimlerle ilgili olarak bir kadın olarak oy hakkım bile yoktu. (2) Ve Sartre ilke olarak oy vermezdi. Seçimlerden nefret eder.
‘Nasıl başlarız?’
A.S.-Ya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra?..
S.de B.- Ben bazen Komünistlere oy verdim. Ve sonra bazı politik kampanyalarda çok aktiftim: Sömürge savaşlarına karşı, Hindi- Çin’deki savaşa karşı, Cezayir savaşına karşı (kamuoyunda asla bu adla anılmamıştı) ama tabii protestoyu seçimlerde bir şeye eklemleyemiyorduk., çünkü bütün partiler bu anahtar konularda bizi yarı yolda bırakırdı.
Cezayir’i ele alın, Komünistler kadar Sosyalistler tarafından da ihanete uğratıldı. Cezayir savaşına karşı dışarıdan, kenardan, yeraltından mücadele etmek zorunda kaldık. Ve aynı şekilde, kadınlar da muhtemelen dışarıdan, esas değişikliği istedikleri alanlarda mücadele etmek zorunda kalacaklar.
A.S.- Bu da bizi baştaki soruya getiriyor: nasıl başlarız?
S.de B.- Evet, bu belki de özellikle güç bir soru çünkü açıktır ki, Muhafazakârlar yerine Sosyalistlerin dümene geçmeleri hafifçe bir değişiklik olması şansını arttırır.
A.S.- Ve bu durumda büyük ilkelerimizle küçük gündelik hayatlarımızın çarpışması eğilimi başgösterir.
S.de B.-… ben de tam bu yüzden kendimi hep sallantıda görüyorum. Örneğin bazı hükümetlerin sosyal fonları ve asgari ücreti birazcık arttıracaklarına ya da işçilere ve sendikalara biraz daha fazla hak vereceklerine vb. inansam, çok derinde yatan güvensizliklerim ve zaten varolmayan parlamenter demokrasiye – parlamento ve hükümette kadınların neredeyse hiç yeralmamaları, bu varolmayışını bir göstergesidir – olan temel itirazlarıma rağmen, bu hükümeti diğerlerine tercih ederim.
‘Kadınlar bir kez daha ikinci cins kılınıyorlar’
A.S.- Bu da bizi pazarlık konusuna geri götürüyor. Yine de bana öyle geliyor ki eğer kadınlar ve hattâ genelde bütün insanlar bu pazarlığın aslını astarını anlasalar bir adım ileri. gitmiş olacağız-diğer bir deyişle, partilere açık çekler vermeyi bırakıp ne yapıp ettiklerine iyice göz kulak olsak. Nitekim son birkaç yıldır insanların partilerle ilgili yanılsamalarını kırdıklarının belirtilerini görmek mümkün. Bu aşamada kararlı eylem şarttır-bununla sömürüye açık bir teslim olma duygusunu engelleyebilecek etkili protesto biçimleri bulmayı kastediyorum. Ve yönlendirilme tehlikesi gözardı edilmemelidir. Bunu, kadınların emansipasyonunu yardım etmek yerine onu köstekleyen şu sözde “yeni dişilik”te de görebilirsiniz.
S.de B.- Ben de meseleye tam aynı şekilde bakıyorum. Şu anda maalesef, ileriye atılmış bir adımdan çok geriye atılmış bir adımı söz konusu. Burada, Fransa’da bunun temel nedeni hükümetin kadınların bazı taleplerini uyarlama akıllılığını göstermesi oldu. Bu yüzden şimdi kadınlar eskiden kendilerine yasaklanmış olar elit okullara giriyorlar, Academie Française’de bile kadınlar var; bugün bir kadının her şeyi başarabileceği, eğer başaramıyorsa bunun kendi hatası olduğu yanılsamasıyla karşı karşıyayız. Bütün bunlar şu sözde “yeni dişilik”le -yani, kadın ve doğayla bağlantısı, kadın ve analık içgüdüsü, kadın ve fiziksel varoluşu (kimileri “kadınlar rahimleriyle yazarlar.” diyecek kadar ileriye gidiyor.) vb. geleneksel kadınlık değerlerinin statüsünün zenginleştirilmesiyle- el ele gitmektedir.
Kadınların bazı taleplerini karşılamaya yönelik ufak bir çabayla birlikte kadınları geleneksel rollerine hapsetmeye yönelik bu yenilenmiş deneme kadınları suskun kılmaya çalışmanın formülü budur. Ve trajik sonuçlarından da görülebileceği gibi maalesef gerçekten başarılı bir yaklaşımdır bu. Kendilerine feminist diyen kadınlar bile her zaman bunun arkasını görememektedirler. Bir kez daha kadınlar “öteki” bağlamında tanımlanıyorlar, bir kez daha “ikinci cins” kılınıyorlar.
A.S.- Bu bana kadın barış hareketlerinin yükseldiği temel arka planmış gibi geliyor. Genellikle en iyi niyetlerle tabii, hangi aklı başında insan barışı savunmaz ki? Kadınlar ve barış-hep aynı eski hikâye, hem de bizim pasif niteliklerimizi hatırlatmak için uydurulmuş bir hikayedir.
S.de B.- Kadınlar neden erkeklerden daha fazla barış yanlısı olsunlar? Ben bunun “iki cins” için de eşit önemde bir konu olduğunu düşünüyorum. Ve üstelik bugün barışın sağlanması konusunda bildirgeler ve kampanyalarla gerçekten bir şeyler yapılabileceğine kim ciddi olarak inanabilir? Bu tamamen saçmalıktır. Barışı korumak ya da sağlamak için mücadele etmek gerekir. Ve bu mücadelenin savaş ve barış kararlarının alındığı yerde olması gerekir! Kadınların kabullenmeye çok teşne oldukları “Savaşın insan gücünü sağlamak istemiyoruz” savı yalnızca anne olan kadınlar için geçerlidir. Böylece anne olmak demek barıştan yana olmak demektir. Yeşiller hareketi de benzer savlar ileri sürüyorlar. Ekolojinin feminizmle eşitlenmesi beni çok rahatsız eden bir şey. Otomatik olarak bir ve aynı şey değiller.
A.S.- Bir kez daha kadınların doğaya erkeklerden daha yakın varlıklar olarak tanımlanmaları cinsiyetçidir…
S.de B.- Tam öyle. Bunlar kadınları emansipasyonuna yardım etmek yerine onu uzaklaştırıp enerjilerini tali konulara kanalize etmeye yönelik çabalar.
A.S.- Simone, yaklaşan Fransız seçimlerinde kişisel olarak ne yapacaksınız?
S.de B.- Oy vermeyeceğim!..
Paris, 1980
Dipnot:
1) Giscard d’Estaing’in eski Devlet Kadın Sorunları Sekreteri.
2) Fransa’da kadınlar oy hakkını İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra elde edebildiler.