Share This Article
Yazı… Her şey yazıyla başladı. Her şey olmasa bile bugün bildiğimiz pek çok şeyin dayanağı yazı. Belki de en geçerli ve kalıcı iletişim aracı. Ve elbette kendini ifade etme yollarından biri. Sadece kendini de değil; bazen bütün bir kültürü, geçmişi, fikirleri, hayalleri… Yazı, hiç şüphesiz “insanlığın en büyüleyici keşiflerinden biri.”
Bunun yanı sıra yazının ulvi bir gücü olduğu söylenir. Sanki yazıya döktüğümüz herhangi bir düşüncenin, isteğin, tasarının vb. gerçekleşme olasılığı diğerlerinden daha güçlüdür. Belki de gözle birlikte beyin aşinalık kazandığı yahut yazmak da gerçek kılma niyetiyle atılan bir adım olduğu için. Ne demiş Steve Chandler: “Bir amaç, ancak yazıya geçirildiği zaman güç kazanır.”
Geçmişten günümüze yazının gelişimi
Fransız yazar Loïc Le Gall ve illüstratör Karine Maincent birlikteliğinden doğan, Damla Kellecioğlu’nun çevirdiği Yazının Tarihi – Ne Tarih Ama!, Kronik Çocuk etiketiyle geçtiğimiz ay raflardaki yerini aldı. Son zamanlarda sıklıkla yayımlandığını gördüğümüz kurgu dışı kitaplara nitelikli bir yenisi daha eklenmiş oldu böylece.
Daha kitabı açar açmaz kitabın yan kâğıtları sapsarı bir fonda parlayarak cezbediyor okuru: önümüzde bir dünya haritası uzanıyor alabildiğine, her ülkede konuşulan dillerin alfabesi resmedilmiş.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Hemen ardından gelen sayfadaysa çeşitli yazı araçları, fazlaca aşina olduklarımızdan tutun neredeyse varlığını unuttuklarımıza kadar: saz kamışı, dolmakalem, damga, iğne, akıllı telefon, kaz tüyü, klavye… Geçmişten günümüze, birçok farklı araçla, nereye bulursak yazdık. Kimi zaman parmakla duvara, çubukla toprağa, yanmış kibritle peçeteye… En olmadık aletlerle, en olmadık yerlere. Meramını anlatmanın dayanılmaz arzusuyla.
Kitap, 24 bölümden oluşuyor ve geçmişten yarınımıza yazının, böylece tarihin kaderini belirlemiş uygarlıkları ele alıyor. “Yazıdan önce” ile başlayıp “Yarın yazarken elimizi kullanmayacak mıyız?” ile son buluyor.
Okura kronolojik sırayla çiviyazısı, hiyeroglifler, Çin ideogramları, Antik Yunan yazısı, İbranice, Roma yazısı, unsial, hat sanatı, Braille alfabesi, Kiril alfabesi, kaligrafi gibi çeşitli yazı biçimlerini ve tüm bu yazıların neden böylece şekillendiğinin sebeplerini anlatıyor.
Bu esnada yazıyla ilgili birçok terim etraflıca açıklanıyor. Mesela kufi, Arapyazısının geometrik formu, içinde mesaj saklayan labirent benzeri bir süsleme unsurudur. Ampersand isimli “&” işareti 9. yüzyılda, Fransızcadaki “et” (ve) kelimesindeki harflerin birleşiminden doğar.
Ve elbette yazının tarihindeki mihenk taşlarına değiniyor: alfabenin keşfi, matbaa devrimi, yazı makinesi ve klavyeler vb.
Değişkenlik gösteren kültürlerin izdüşümü
Kitap, yüzyıllar boyunca yazının şekillenmesinde kültürün, inancın ve ihtiyacın oynadığı büyük rolü birçok dönem örneğiyle desteklemeyi de ihmal etmiyor.
Okudukça inanılmaz etkileyici bilgiler öğreniyoruz. Örneğin tarih öncesi el resimlerinin olası bir kod oluşturması, çiviyazısının adını kama şeklinde yontulmuş saz kamışlarından alması, hiyerogliflerin canlı addedilmesi ve böylece bir işaretin üzerine başka bir şey çizmenin kaderi değiştireceğine inanılması, Çin ideogramlarının birleştirildiğinde farklı anlamlar ifade etmesi, Fenikelilerin günümüz alfabesinin doğuşundaki etkisi, tekst (metin) ve tekstil (kumaş dokuma) sözcüklerinin köklerinin aynı olmasının sebebinin gotik yazı tipinin neredeyse dokunmuş bir kumaşa olan benzerliği olması vb.
Antik Yunan’da, öküzün tarla sürerkenki deviniminden yola çıkarak yazı yönünün belirlenmesi ve harflerin şekillerinin geometriyle benzerliği, dönem halkı için önemli olan iki unsuru (tarım ve geometri) kanıtlamıyor mu? Peki ya Yahudi kâtiplerin bazı mezheplerde resim yasak olmasına rağmen mikro-yazı kullanarak çizgilerden bir resim ortaya koyması, sanat değil de nedir?
Hafızayı muhafaza etmek
Ezelden beri yazı, herkes için farklı anlamlar ifade etmiş. Kimileri için sadece bir sanat değil, aynı zamanda bir felsefe; kimileri için bir inanış.
“Söz uçar, yazı kalır” ya da “Söz kulağa, yazı uzağa gider” atasözleri de boşuna söylenmiş değildir elbet. Yazı ebedidir. Nesilden nesle taşınır. Bu nedenle şimdinin yazısı daima geleceğe bir ileti özelliği taşır, tıpkı dünün yazısının şimdiye bir mesaj olması gibi. Ayrıca en az sözler kadar insan hafızası da uçucudur. Dolayısıyla yazıya dökmek, bir yandan olup bitenin kaydını tutmaktır, sonu gelmeyen çekmecelerde tarihi arşivlemek. Diğer yandan hatıraları muhafaza etmektir, kimi zaman da ânı olduğu gibi bir kavanoza koyup saklamak.
Ve yine yazı sayesinde buradayız. Bu satırları ben yazdım, siz okuyorsunuz. Böylece birbirimizle bağ kurarak duygu ve düşün dünyamızı geliştiriyoruz, belki eşzamanlı değil ama paylaşımlı bir biçimde; birbirimizin yazgılarına bir çizik, bir işaret de biz bırakıyoruz.
Yazının Tarihi – Ne Tarih Ama! / Loïc Le Gall / Resimleyen: Karine Maincent / Çev. Damla Kellecioğlu / Kronik Çocuk / S.64