Share This Article
Mark Twain, çocuklarına her akşam bir öykü anlatırmış. Twain’in kızlarından Clara bir dergi seçer, anlatılacak öyküye çıkış noktası olacak bir resim bulurmuş. Bir akşam bu “hayli tuhaf” seçimlerden birisi anatomik bir figür olur ve Prens Oleomargarin’in Aşırılması’nın tohumları Johnny adında bir oğlanın öyküsüyle atılır.
Yazıya geçirilmemiş bu öyküye ait tek şey üstünkörü, bölük pörçük tutulmuş notlardır. Twain uzmanı John Bird, Mark Twain Belgeleri arşivleri arasında bir Twain yemek kitabı için araştırmalar yaparken bu notlara denk gelir tesadüfen ve böylece ilk kez biri notların öneminin farkına varır.
Editör Frances Gilbert’in, Philip ve Erin Stead’e başvurmasıyla da Twain’in notları temel alınarak yeni bir kitap yaratılır: Prens Oleomargarin’in Aşırılması ( Evet! AAA-ŞIII-RILL-MAAA-SIII!).
Kitabın başkahramanı Johnny, kötü büyükbabasıyla yaşayan iyi kalpli bir oğlan. Bir gün büyükbabası, tavukları Salgın ve Kıtlık’ı (Dikkat dikkat! Tek bir tavuktan bahsediyorum) pazara götürüp satmasını ve yiyecek bir şeyler almasını ister ondan. Johnny ise kendisinden yardım isteyen, ufak tefek, yaşlı ve kör bir kadına verir Salgın ve Kıtlık’ı. Kadın da karşılığında bir avuç açık mavi tohum verir oğlana. Ancak çok zor durumdayken ekilmeleri gereken bu tohumların çiçeklerini yediğinde Johnny’nin içindeki boşluğun (kitaptaki boşluklara dikkat!) dolacağını söyler.
Oğlan eve döner, büyükbaba öfkelenir, tohumları yemeye kalkışır ve puf! olur. Johnny cebinde kalan son tohumu eker, kalbini temiz tutar, şikâyetten kaçınır ve tomurcuk çiçek açar. Johnny ise çiçeği kökünden koparıp yer! Ama içindeki boşluğu eskisinden daha da fazla hisseder ve ıssız araziye ölmeye gider. Ama o da nesi! Bir kokarca Johnny’le konuşur! Üstelik Johnny de onunla konuşur! İşte tohumun alametifarikasını anlıyoruz ve macera böylece başlıyor. (Ya da öykü bizimle oynamaya devam ediyor, diyebiliriz.)
Philip ve Erin Stead
Konusundan ziyade yaratılış süreci ve üslubuyla ilgi çeken Prens Oleomargarin’in Aşırılması’nı okurken aklıma Don Quijote ve Tristram Shandy geldi. Anlatının parçalandığı, durmadan yeniden kurgulandığı, okurun metne dâhil edildiği, romantik ironinin sonuna dek kullanıldığı, kendi yazılışını sergileyen bu kitapları okuduysanız Prens Oleomargarin sizi de benim gibi bir kat daha heyecanlandırabilir. Tabii işin en başında yaratıcıları Mark Twain, Erin ve Philip Stead geliyor. Bu üç ismi bir arada görmek “acaba içeride neler neler var” dedirtiyor zira.
Büyük boy, sert kapaklı, kalın kâğıda basılı kitabın resimleri ve tasarımı muazzam. Doğru kullanıldığında hikâyenin, resimlerin gücünü artıran boşluklardan bu kitapta da bolca faydalanılmış. Kurgunun okura boşluklar yarattığı bir anlatının tasarımında da aynı şeyin yapılması isabet olmuş.
Kurgu bize ne anlatıyor?
Tıpkı Don Quijote’deki gibi, birden fazla yazarın sesini duyduğumuz bir metin Prens Oleomargarin’in Aşırılması. Zaten kitap da “Yazarlardan Birinin Notu”yla başlıyor. Kapakta iki isim olması bir yana, bu not bize kurgunun başımıza ne işler açacağı, yazarların sesinin nasıl da iç içe geçeceği konusunda bir uyarı gibi. Aylak okur; elinde tuttuğun kitap öyküyü defalarca kurgulamakla kalmıyor, geveze yazarlar seni kâh metnin içinde kâh dışında bir yerlere savuruyor, hikâyenin inanırlığını zedeleyerek okuduğunun gerçek olmadığını sana durmadan hatırlatıyor.
Erin Stead, Mark Twain’le oturuyor ve Twain ona öyküyü anlatırken işin içine birden öyküyü dinlemekten sıkılmış Stead’in ayak parmakları girebiliyor mesela. Twain anlatmaya devam ediyor; Stead “daha kalın çorap giymeliydim” diye düşünüyor; ben “hoşgeldin Tristram Shandy Beyefendi” diyorum. Bu arada Twain bize hikâyenin inanırlığı konusunda teminat veriyor: “Ancak sana bir kez bile yalan söylersem, bir daha bana asla güvenmezsin. Ve tarih bize şunu gösteriyor ki, bu durumda yaptığımız iş tamamen boşa gider.”
Bastığınız zeminin o kadar da sağlam olduğunu düşünmeyin ama. Zira okurla yazarın özdeşleştiği bir tür “kayıp metin”le karşı karşıyayız ve bu metinlerde yazarla okur arasındaki kontratın her an değişebileceğini unutmamak gerek. Yazarla okur arasındaki kontrat bir yana, yazarlar arasında bir kontrattan bile söz edemiyoruz! Stead, öteki Stead’e (pardon, Twain’e) “Bence senin öykü inandırıcılıktan uzak” diyor. Twain de “Öyle olsa bile durum budur” demekle kalıyor.
Mark Twain ve Dorothy Quick; Fotoğraf: ABD Kongre Kütüphanesi
Benzer çekişmeyi Sonsöz’de, bu defa bir gelincikle Stead arasında görüyoruz. (Mark Twain hikâyenin dörtte üçünü anlattıktan sonra bir fincan çay almak için kalktığı sırada puf! diye ortadan kayboluveriyor ve ardından işin içine bir gelincik giriyor. Bu defa anlatıcı Stead, hikâyeyi dinleyen / sorgulayansa gelinciktir.)Yazarlar arasındaki bu çekişme okuru pek çok yolun başında bir başına bırakırken ona kendi yolunu açma fırsatını da sunuyor bana kalırsa.
Kurgusu bu kadar oyunlu bir metnin dilinin de bir o kadar güzel olması Prens OleoMargarin’in Aşırılması’nı ayrıcalıklı bir kitap kılıyor. Çevirmen Kutlukhan Kutlu’nun harika iş çıkardığını söylemeliyim. Bu iyi kalpli, oyunbaz ve naif kitabı ne zaman elime alsam uykum geliyor. Zira incelikli şeyler uykumu getirir ve içimi balıklarla doldurur. Ama ben söz konusu Prens Oleomargarin olunca her defasında şunu da düşünmeden edemiyorum: Sanırım kurgu beni, kendisini biraz da rüyamda yeniden kurgulamam için zorluyor.