Share This Article
Berlin’e Uluslararası Gazetecilik Programı’nın bursuyla, 2,5 aylık bir süre için geldim. Buraya gelmeden önce, kentte bulunan arkadaşlarım kiraların yüksekliği ve ev bulunamaması konusunda beni uyardı. Gerçekten de haftalarca bir oda bulamadım. En sonunda yıllar önce bıraktığım Facebook’ta, kiralık bir oda buldum. Berlin’e gelmeden oda kiralamayı başardığım için burada yaşayan arkadaşlarım tarafından kahraman ilan edildim.
Odam Kreuzberg’de. Buranın meşhur yerlerinden olan Görlitzer Park’ın çok yakınında oturuyorum. Berlin’deki ilk günümde elimde bavulla parkın içinden geçerken beni şok eden bir görüntüyle karşılaştım. Parkın tüm giriş çıkışları bana uyuşturucu satmak isteyen bir grup insan tarafından tutulmuştu. Bir perşembe günü, öğlen saatlerinde bu sahneyi görmek beni oldukça şaşırttı. Şaşkınlığım apartmanımı bulana kadar devam etti. Tüm sokak boyunca esrar solumak zorunda kaldım. O kadar yoğun kullanılıyordu ki, duman kokusunun havada asılı kaldığını düşünmeye başlamıştım.
Görlitzer Park’ın giriş ve çıkışlarında polis, uyuşturucu satıcılarına karşı güvenlik önlemlerini sıkılaştırıyor. Fotoğraf: Emin Arslan | 2yaka.org
Burada olduğum son iki ay içinde parka polis operasyonu yapılsa da hiçbir şey değişmedi. Çözüm olarak parkın kapatılması konuşuluyor. İlginç bir yaklaşım! Parkın suçu ne? Sonuçta problemin kökenine inmedikten sonra, satıcılar başka yere gidip aynı şeyi yapmaya devam edecek.
Bu arada, Sovyet Parkı’na bayıldım; müthiş bir yer. Berlin’de uyuşturucu satıcısı görmediğim tek park olabilir.
Alman bir arkadaşımın akşam 11 gibi bana, “Emin, Görlitzer Park’tan geçeceksin evine giderken. Lütfen dikkatli ol!” demesini ben İstanbul’dan gelen biri olarak anlayabilirim. Ancak Almanya’nın başkentinde böyle bir realiteyle karşı karşıya kalmayı anlayamadım.
Şeytanın avukatlığını yaparak bu konuyu bitireyim: Acaba Alman devleti esrar satışını devletleştirerek yasallaştırmalı mı? Devletin kontrolündeki esrar satıcılığı illegal eylemleri azaltır mı?
Şiirsel bir soygunla karşı karşıya
Birçok Alman arkadaşım Berlin’in suç oranının diğer metropollere göre oldukça düşük olduğunu söyledi. Size şahit olduğum iki olayı anlatmak istiyorum.
Berlin’deki ikinci haftamda ofise gitmek üzere saat sabah 8’de apartmandan dışarı adım attım. Dışarı adım atar atmaz tam karşı kaldırımda bir arabanın camını kıran hırsızla göz göze geldim. Kapıyı açmamla cam kırılması sesi aynı anda gerçekleşti. İki saniye birbirimize baktık. Daha sonra aynı anda, çok sakince, paralel kaldırımlarda yürüyerek alandan uzaklaştık. Şiirseldi! Camı kırılan BMW’nin akıbetini maalesef bilmiyorum. Otomobilin sahibi için şiirsel olmadığına eminim.
Bir diğeri ise benim sokağımda yaşanan bir bıçaklanma vakası.
“Birçok Alman arkadaşım Berlin’in suç oranının diğer metropollere göre oldukça düşük olduğunu söyledi.”
Bağırışlar, çığlıklar, kavga, bıçaklanma, ambulans, polis ve kapanış. Buradaki tüm marketlerin önünde evsiz, alkolik ve uyuşturucu satıcıları var. Evet, bu insanları görmezden gelince genelde sizle ilgilenmiyorlar. Ancak bu şekilde giderek insani duygularımızı kaybediyoruz. Çevremize karşı hissizleşiyoruz.
Alman toplumunu bölen konuların içinde entegrasyon sürecinin başarısızlığı hep konuşulan bir etken. Ancak bu gibi sebeplerden dolayı yaşanan hissizleşme ve bireyselleşme bence buzdağının görünmeyen yüzü.
Türkiye’nin 82. ili Kreuzberg
Türkiye’de doğan, büyüyen biri olarak Almanya’daki Türk nüfusunun alışkanlıklarına uzağım. Onlarla ilgili sadece hikayeler dinledim. Biri, 40 yıldır Almanya’da yaşayan ve tek kelime Almanca öğrenmeyen bir Türkün gurur dolu konuşmasıydı. Bunu onaylamadığım gibi, tabii ki ihtimal de vermemiştim. Bir insan nasıl yaşadığı ülkenin dilini öğrenmeden 40 yıl hayatta kalabilir? Buraya gelince bunun mümkün olduğunu gördüm.
Erdoğan’ın mülteci politikası sebebiyle ben bu kadar Türkü, Türkiye’nin bazı şehirlerinde bile görmedim. Kreuzberg gerçekten de anlatıldığı gibi bir Türk kalesiymiş. Fırın, terzi, baharatçı, eczane, postane ve kafeler… Günlük hayatta bir insanın ihtiyacı olabileceği her şey bir caddeye sığmış. Kesinlikle abartmıyorum, İstanbul’da yaşadığım semtte aradığım hizmetleri bulmam daha çok zamanımı alıyor.
Ayrıca şunu da söylemeliyim, Kreuzberg şehrin neredeyse üçte birini oluşturuyor. Küçük bir semtten bahsetmiyorum.
Burada yaşayan Türkiye kökenli Alman vatandaşlarda gördüğüm, Türkiye ile bağları çok kuvvetli. Kültürlerini korumuşlar, ama bir sorun var: Korudukları kültür 40 yıl önce anavatanlarında bıraktıkları kültür. Bu Türkiye’de çoktan değişti.
İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde bağımlı bir semt
İlk günümde Görlitzer Park’tan geçerken yaşadığım şok, bulunduğum kenti tanımak için semtte keşif yürüyüşleri yapmamla daha da arttı. İlk beş günümde uyuşturucu satıcılarının aralarında konuşmaları hariç, sokakta sadece Türkçe duydum. “Acaba Almanlar nerede?” diye merak etmeye başlamışken şehrin öbür ucuna gittiğimde, “Ah, işte buradalar” dedim. Almanya’nın başkentinde Alman bulmak beş günümü aldı. Neukölln’ü söylemiyorum bile. Şöyle söyleyeyim, Kilis gibi. Yerli halktan daha çok Arap var. İddia ediyorum, böyle bir gettoyu Türkiye’de zor görürsünüz. Hiçbir şekilde buraya ait değil. Sanırım orası özerk bölge. İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Almanya’ya bağlı. Dış işlerinden emin değilim. (!)
Berlin yakın tarihinde ikiye bölünmüş bir kent. Şu an ise resmi olarak bir bütün. Fakat bana pek öyle gelmedi. Şehrin bazı kısımları sosyo-ekonomik olarak birbirlerinden çok farklı. Kotbusser Durağı ve Müze Durağı’nın aynı kentte bulunmasına ben hala inanamıyorum. Biri o kadar bakımsız, diğeri o kadar kaliteli ki, hangisi gerçek Berlin?
Sokaklar da öyle. Kentin bazı semtleri gerçekten kirli. Lütfen itiraf edelim: Binalara yapılan grafitilerin çoğu çirkin. Ve bu grafitileri FriedrichstraBe’de göremedim. Sanıyorum grafitiler de sınıfsal. Tabii ki her semtin bir dokusu olur, farklı bir kültürü olur. Ancak bu bir kültür değil, bakımsızlık. Belki de bütçesizlik.
Alexanderplatz yakınlarındaki Rosa Luxemburg-Platz binası. Fotoğraf: Emin Arslan | 2yaka.org
Kira sorunu dayanılmaz boyutta!
Kira sorununun sadece Berlin’e özel olmadığını, küresel çapta büyüyen bir metropol sorunu olduğunu biliyorum. Ancak yine de Almanya gibi modern ve gelişmiş bir ülkenin bu sorunu da çözerek dünyanın geri kalanına örnek bir model yaratmasını bekliyorum.
Mesela, burada yaşayan arkadaşlarım kira oranlarının maaşların üçte ikisine vardığını, miktar olarak bakıldığında Münih seviyesinde olduğunu; ama maaş ortalamasının hâlâ Münih’ten çok uzak olduğunu söyledi. Odamın kirasını insanlara söylediğimde kulaklarına inanamıyorlar. İnsanlar yıllarca üniversite öğrenimi alıyor, üstüne master yapıyor, iyi bir işe giriyor ve kiralar sebebiyle 30 yaşındayken ev arkadaşıyla yaşaması gerekiyor.
Özellikle övmek istediğim bir konu var, o da restoranların çeşitliliği. Benim gibi yemeğe düşkün biri için bulunmaz bir nimet bu. Her türlü dünya mutfağını rahatlıkla bulabileceğin bir yer Berlin. İsim vererek reklam yapmak istemiyorum ama çok iyi Yunan, İtalyan, İspanyol, Vietnam, Arap, Gürcü ve bunun gibi birçok çeşitli restoran bulabilirsiniz.
Türk restoranlarına gelince, ben şahsi olarak Berlin dönerini hiç sevemedim. Buraya gelirken belki Türkiye’deki dönerlerden daha da iyisini yerim, kendimi cennette bulurum heyecanını yaşıyordum ama bu heyecan hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Birçok kötü döner yedim ama adını vermek istemediğim bir yer dönere tarçın koymuştu! En kibar halimle yorumluyorum: Rica ediyorum bunu dönere yapmayın!
Kalabalık yalnızlıkların başkenti
Berlin’in içinde yaşayan insanları arka planı ne olursa olsun dönüştüren bir gücü var. Berlin benim gördüğüm kadarıyla tüketim alışkanlığının daha yüksek olduğu bir kent. Burada kastettiğim tüketim, insan ilişkileri. Kurulan bağlar daha yüzeysel. İnsanlar biraz daha bireysel. Ve bu durum Berlin’de hayat kuran herkesi içine alıyor. Berlinli olmayanı, hatta Alman olmayanı bile etkileyen bir damar. Bence Berlin’de hayat kurmak isteyen bir yabancı, bir süre yalnızlığı göze alarak buraya gelmeli. Dediğim gibi buradaki yalnızlık sosyal aktivitesizlik değil, güçlü bir insani bağ.
Berlin gibi bir kentte hobilerinle ilgili bir aktivite bulamamak mümkün değil. Hiçbir hobin yoksa bir bara gidersin, birileriyle tanışırsın. Ancak burada insan bulamamak değil; o insanla kuvvetli bir bağ kuramamak sorun. Çoğunluk günlük yaşıyor. Çünkü muhtemelen kısa bir süre sonra o da Berlin’de olmayacak.
Ben İstanbul’daki hayatımda telefonumu açtığımda o gün evine rahatça misafir olacağım en az yedi arkadaş bulabilirim. Anlık sevincimi, anlık üzüntümü o an paylaşacağım birçok dostum var. Şimdiye kadar kaç tane farklı arkadaş grubumu birbiriyle tanıştırdığımı hatırlamıyorum. Biri beni arar, buluşmak ister, başka bir arkadaşımla zaman geçiriyorumdur. Sorun değil. O da gelsin, tanışırsınız. Bu mantalite Berlin’de mümkün değil.
Ben kendi adıma bu süreci daha çok yazarak, rastgele insanlarla tanışarak ve yürüyüşler yaparak geçirdim.
Şimdiye kadarki eleştirilerim İstanbul’da her şeyin harika olduğu anlamına gelmiyor. Güzel İstanbul’a devasa bir kaos hakim. Bu eleştirilerimin nedeni Berlin gibi bir kentten beklentimin çok yüksek oluşu. Bu sorunlar bazı ülkelerin bazı kentleri için çok normal olabilir. Haber değeri taşımayabilir. Ancak bu güzel ülkenin güzel başkenti Berlin, çok daha iyi şartlara layık.