Share This Article
Fransa’da düzenlenen 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın birçok sürprizi ve yıldızı vardı kuşkusuz. Fakat İzlanda, bir bütün hâlinde; takımı ve taraftarıyla turnuvada iz bıraktı.
Ülkenin yaklaşık üçte biri, şampiyonayı izlemek üzere Fransa’ya gelmişti; sokaklarda gezinen ve tribünleri dolduran taraftarların önceliği keyif alıp keyif vermekti belli ki.
1986 Dünya Kupası’nda, ev sahibi ülke taraftarlarının icat ettiği ve bugün tribünlerin vazgeçilmezlerinden olan Meksika Dalgası’na benzer biçimde, 2016 Avrupa Şampiyonası’na İzlanda taraftarlarının yarattığı senkronize tezahürat damga vurdu.
Verdiği büyük destekle takımının çeyrek finale çıkmasında önemli pay sahibi olan taraftarlar, bu turda Fransa’ya 5–2 yenilmesine karşın, oyuncularla beraber maç sonunda sanki şampiyon olmuş gibi o meşhur tezahüratı tekrarladı.
Millî takım ülkeye döndüğünde, binlerce insan bu seremoniyi yineledi, kutlama alanındaki tek eksik ise kupaydı.
En zor yıllar
Turnuvadan elenen takımı karşılayanları izleyenlerden bazıları, bu manzara karşısında şaşırmış olabilir. Fakat sekiz yıl öncesini hatırlayanlar, İzlanda’nın bu noktaya nasıl ulaştığını anımsıyordu.
2008’de, bir maç sonrası para çekmek üzere Reykjavík’teki bir ATM’ye giden İzlanda millî takımının teknik direktörü Eyjólfur Sverrisson, ekonomik kriz nedeniyle alınan tedbirler yüzünden eli boş dönmüştü.
Tüm dünyayı kasıp kavuran 2008 ekonomik krizinin Avrupa’da en çok hasar bıraktığı ülke İzlanda’ydı. Pek çok İzlandalı, Sverrisson gibi ATM’lerden ve bankalardan hüsranla ayrılmıştı o dönem. Kriz, ülkeyi altüst ederken bankalar batmış, birikimler buharlaşmıştı.
2008 kriziyle birlikte, finans sektörünün yüzde 80’inden fazlasını oluşturan Glitnir, Kaupthing ve Landsbanki isimli bankalar batınca Kıta Avrupası, İzlanda’ya “satılık ülke” demişti. Bu dönemde işsizlik patladı, konut kredisi çekenler hayatının en zor yıllarını yaşadı ve 2006’da Arjantin’de olanın bir benzeri İzlanda’da da meydana geldi; düşük faizli krediye hücum edenler evsiz kaldı.
İngiltere ve Hollanda’nın başı çektiği yatırımcıların çoğu, İzlanda’yı ekonomik bir deney sahası olarak görüyordu: 1990-2003 arası süratle liberalleşen, konut yapım ve satımının hızla arttığı ülke, 2008’e girilirken düşük faizlerin etkisiyle Avrupalı sermaye sahipleri için bir cazibe merkeziydi. Krizle birlikte her şey tersine döndü; bankaların borçları, dövizin düşüşü ve borsanın çakılması, İzlanda ve Kıta Avrupası’nın kâbusu oldu.
İzlanda’nın eski Başbakanı Geir Haarde, görevini ihmal ederek ülkenin 2008’de mali krize sürüklenmesine yol açtığı suçlamasıyla yargılandı.
Öncelik kendi ekonomik kurtarma programını oluşturma
Bu arada ülkede başlayan siyasi çalkantı, iktidarı sallayıp kısa sürede çökertti. Ekonomik krizden çıkış yolu arayan ve ilk olarak vatandaşlarının birikimlerini korumaya alan yeni hükümet, yabancı yatırımcıların öfkesini üzerine çekti. İzlanda’nın borçlarını ödemeyi reddetmesiyle Britanya’da ve Kıta Avrupası’nda tepki büyüdü.
2008’de, on binlerce insan, krizden sorumlu tuttuğu ve 2011’de kendisine soruşturma açılan Geir Haarde hükümetini, başkent Reykjavík’te tencerelerle ve tavalarla protesto etmişti. Sokağın baskısı, hem erken seçimi zorluyor hem de düzenlenen referandumda “IMF’ye hayır” diyenlerin oranı yüzde 93’e ulaşıyordu. Ülkeden kaçan bankacıların yakalanıp yargılanmasını isteyen halk, herhangi bir lidere ihtiyaç duymaksızın hakkını aramak için bileşiyor ve yüzde 1’in elinde toplanan zenginliğin hesabını soruyordu.
2016 yılında yapılan parlamento seçimlerin sonrasında Bağımsızlık Partisi ve Sol Parti’nin hükümet kuramaması sonrasında seçimden üçüncü büyük parti olarak çıkan Korsan Parti lideri Birgitta Jónsdóttir’a hükümeti kurma görevi verilmişti.
2008–2009 arası gerçekleşen protestolardan sonra yapılan erken seçimde meclise giren Birgitta Jónsdóttir’in deyişiyle kısa süre öncesine kadar yabancı yatırımcıların fink attığı İzlanda, “güler yüzlü tefecilerin çöplüğü hâline gelmişti.” Referandumdan ve seçimden sonra yeni hükümet, borcu halka ödetmek yerine sorumluları bulup yargılamaya girişti.
Krizin ardından, internet üzerinden herkesin izleyebileceği şekilde yazılan yeni anayasayla, başta politika ve ekonomi olmak üzere, tüm alanlarda tam bir şeffaflık şartı getirildi.
2009’da işbaşına gelen yeni hükümet, uluslararası kuruluşlardan tavsiye almakla birlikte, önceliği kendi ekonomik kurtarma programını oluşturup işsizliği azaltmaya verdi.
Bankalar yerine insanları kurtarmak…
Halkın baskısı sonucu, yurtdışına kaçan Kaupthing Bank Başkanı Sigurður Einarsson’la ilgili girişimlerde bulunuldu ve Interpol’ün kırmızı bülteniyle aranan Einarsson hakkında uluslararası tutuklama kararı çıkarıldı.
2008–2009 kriz sürecinde dillendirilen talepler, harfiyen uyulan ekonomik program ve getirilen şeffaflık şartı, İzlanda’da belli başlı birkaç ilke doğurdu: Daha fazla demokrasi, herkesin hesap verebilirliği ve bankalar yerine insanları kurtarmak…
Referandum hesap sormanın en büyük adımını oluşturdu. Üst düzey bankacılar ve yöneticiler tutuklandı. Bankacılar ülkeden kaçarken Interpol, Kaupthing Bank’ın eski başkanı Sigurður Einarsson’a karşı uluslararası bir tutuklama emri çıkardı.
İzlanda, hayata geçirip hiç aksatmadan uyguladığı ve bahsi geçen ilkelerin omurgasını oluşturduğu program sayesinde, Avrupa’da ve dünyada örnek gösterilen bir ülke hâline geldi.
Bu başarıdaki en büyük pay ise millî takımı 2016 Avrupa Şampiyonası sırasında özgün gösterileriyle destekleyen ve sonrasında kupayı kazanmış gibi karşılayan, 2008–2009’da Reykjavík’te hakkını aramak için sokağa çıkıp sorumluların yargılanmasını isteyen İzlanda halkına aitti.