Share This Article
Annemin Otobiyografisi / Jamaica Kincaid / Çev. Umay Öze / Jaguar Kitap / S. 160 / Roman
“Bir insanı bebekliğinden itibaren gözlemlemek; tıpkı yeni tomurcuklanan bir çiçeği gözlemler gibi, taçyapraklarının başta birbirlerine sımsıkı sarılışlarını, sonra her birinin doğallıkla gevşeyip yayılışını ve çiçek oluşunu, yani bir çiçeğin ömrünü anbean gözlemler gibi gözlemlemek muhteşem bir şey olmalı; gözlerde, dudakların iki kenarında durmaksızın biriken deneyimleri, kaşlardaki sarkmayı, kalpteki, ruhtaki ağırlaşmayı, bel ve göğüs çevresindeki kalınlaşmayı, yaşlılıktan değil, sırf hayatı ihtiyatla yaşamaktan yavaşlayan adımları; tüm bunları gözlemlemek, tüm bunları fark etmek muhteşem bir şey olmalı; gözlemleyenin, tanık olanın duyduğu haz, gözlemlenen ile gözlemleyen, fark edilen ile fark eden arasında görünmez bir ırmaktır ve ben pek çok yönden sevginin tanımı olan bu görünmez ırmaktan yoksun bir hayatın daima eksik kalacağına, asla tamamlanamayacağına inanıyorum. Beni kimse gözlemlemedi, beni kimse fark etmedi, ben kendi kendimi gözlemledim ve fark ettim; o görünmez ırmak benden bana aktı. Çaresizliğime isyan ederek, çaresizliğimden sevdim kendimi, çünkü elimde bundan başka bir şey yoktu. Böyle bir sevgi iş görür, ama sadece iş görür, sevgilerin en iyisi değildir; rafta çok uzun süre bekleyip ekşimiş bir yiyeceğin, yendiğinde insanın midesini yakan bir yiyeceğin tadı vardır bu sevgide. Ama iş görür, iş görür çünkü yerini alacak başka bir şey yoktur; iş görür, ama kesinlikle önerilmez.”
İskoç-Afrikalı karışımı baba ile Karayipli bir anneden doğma Xuela Claudette Richardson, Karayipler’de geçen ömrünün yetmiş yıllık bir dökümünü çıkıyor karşımıza.
Xuela, doğumu esnasında annesini kaybetmiştir. Önce bir sütanneye verilir. Yedi yaşındayken yeniden evlenen babası tarafından tekrar eve getirilip sonrasında yine başka bir ailenin yanına gönderilir. Bir çocuk, bir genç kız ve bir kadın olarak sömürge altındaki ülkesinde geçen yaşamı doğal olarak sıradan bir yaşam olmayacaktır.
Mülksüzleştirilmişlerin kulak tırmalayıcı dili diyebileceğimiz bir dil kullanıyor Jamaica Kincaid, taklit edilmesi neredeyse imkânsız bir dil: Çünkü Xuela’nın yaşamı da taklit edilemez. Bu yaşam sadece hep yeniden doğar; sömürgeyle, yok sayılmayla, annenin ölümüyle yeniden doğar…
Gölgeli Muhabbetler / Cemil Kavukçu / Can Yayınları / S.96 / Öykü
Bak ne anlatacağım, diyorum karşımdaymışsın gibi ve sen gülmeye –yok lıkırdamaya– hazır bir yüzle bakıyormuşsun gibi. Belki de kuşkuyla bakacaksın çünkü son günlerde pek keyfin yoktu, beni dinliyormuş gibi yapıyordun ama aklın başka yerdeydi. Senin eski halini, her şeye boş veren, dünya umurunda değilmiş gibi lıkır lıkır gülüşünü, saçma sapan sorularını ve gölgeli muhabbetlerimizi çok özledim. Bu zorlama olacak, biliyorum, yine de denemek istiyorum.
1983’te yayımlanan ilk kitabı Pazar Güneşi’nden beri bize en olmayacak yerlerden, hiç beklemediğimiz zamanlardan, asla ummadığımız kişilerden bulup çıkarıverdiği öyküleri anlatan Cemil Kavukçu, Gölgeli Muhabbetler’de de hikâyesine kaldığı yerden devam ediyor.
Tek başına da ayakta duran ama birbirine sataşmadan da edemeyen, sonuna gelindiğinde okuyanı bir dostla vedalaşmış gibi hüzünlendiren öyküler bunlar.
Cemil Kavukçu, on yıllardır yazdıklarıyla genç yazarlara önemli bir ders veriyor: Öykü çok da uzakta değil.
Nisyan / Hector Abad Faciolince / Çev. Banu Karakaş / Livera Yayınevi / S. 320 / Roman
Nisyan’ı ona ihanet etmeden özetlemek çok zor, çünkü tüm büyük eserler gibi aynı anda birçok şey. Yazarın ailesine ve kiralık bir katil tarafından öldürülen babasına dair yürek parçalayıcı bir anı kitabı olduğu söylenebilir, ancak bu ifade yetersiz kalır, çünkü Kolombiya’daki siyasi şiddet cehenneminin ve Medellin’deki yaşamın dokunaklı bir anlatısı olmanın yanı sıra aynı zamanda bir ailenin özel hayatına ve kamusal alanda gösterdikleri cesarete dair gerçek bir hikâye. Üslup ve kurgu açısından kusursuz bir kitap ve bir siyasi eylem aracı olarak teröre karşı zamanımızda ya da herhangi bir zamanda yazılmış en etkili metinlerden biri.
Hector Abad Faciolince, Nisyan’da, baskıcı bir rejimin ortasında yoksulların davasını savunan bir doktor, profesör ve insan hakları aktivisti olan babasının hikâyesini mercek altına alıyor. Kişisel anılarını 1970’ler ve 80’lerde Kolombiya’nın geniş sosyopolitik bağlamıyla iç içe geçirerek, çatışma döneminde barış ve insan haklarını savunmanın zorluklarına dair içgörüler sunuyor. Babası sadece ahlaki bütünlüğün bir figürü olarak değil, aynı zamanda umutsuzluk karşısında bizi ayakta tutan direnç ve umudun bir sembolü olarak ortaya çıkıyor.
Nisyan hafızanın kalıcı gücüyle bir baba ile oğul arasındaki bağa dair sarsıcı bir tanıklık. Hector Abad Faciolince bu romanıyla tüm okurlara tutku, inanç ve insan onuruna sarsılmaz bir bağlılıkla dolu bir hayata uzanan bir pencere açıyor. Ezici güçlükler karşısında adalet için savaşanlara bir saygı duruşu olarak da nitelendirilebilecek Nisyan, tarihin çalkantılı dönemlerinin ardındaki kişisel hikâyelere odaklanıyor.
AKP-101 / H. Bahadır Türk / İletişim Yayınları / S. 183 / Araştırma-İnceleme
“AKP, Türkiye esnaflığının parti formunda vücut bulmuş halidir. Kelimenin geniş anlamıyla zanaatkârlığı da kapsayan bir haldir bu. Seçmenin oyunu, dükkânı ayakta tutacak asli velinimet ve kâr olarak gören bir hal. AKP’nin karmaşık kâr mekanizmasından sağa sola saçılmış kablo kalabalığını sabırla takip ederseniz, aslında tüm kabloların ucunun iktidarda kalmaya çıktığını görürsünüz.”
101, üniversitelerde başlangıç derslerinin kod numarasıdır. AKP-101, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni anlamak için bir “giriş” kitabı, bir bakıma. Hiç bilmeyen birisine anlatır kadar yalın, en baştan başlayarak… Ama bu yalınlığın arkasında, siyasal ve toplumsal hayatın kılcal damarlarına inen, ayrıntılı bir analitik gözlem var. Aslında, tam manasıyla bir “zamanın ruhu” kitabı, bu. 1990’lı yılların kurucu önemdeki mirasından ve hatırasından başlayarak, zamanın ruhuna eğilen bir kitap. AKP’yi var eden ve yaşatan endişelerin, öfkelerin, alışkanlıkların, tatminlerin rengârenk bir dökümü. AKP döneminin parti manzaraları, muhalefetin hazin tablosu, AKP-101’in olmazsa olmaz bir kısmını oluşturuyor. Muhalefetin öğrenme kabiliyetinin eksikliğinin, AKP’nin güç kaynağına dönüşmesi ve popun fantezi/arabeske yenilmesi.
H. Bahadır Türk, AKP hakkında hep bildiğimizi zannettiklerimiz ve AKP iktidarının onunla alakasız gibi görünen şeylerle bağlantısı üzerine konuşuyor. Ciddiyetle ama neşeyle.
Doğu’nun Batı ile Karşılaşması/ Fatma Müge Göçek / FOL Kitap / S. 232 / İnceleme
Osmanlı İmparatorluğu, kritik değişim anlarına kendi sistemi içinde çeşitli yanıtlar üreterek 600 yıl hayatta kaldı. Fakat 18. yüzyılda Batı’nın bilimsel devrimi, aydınlanması ve farklı coğrafyaları keşfi, Osmanlı İmparatorluğu için yeni yanıtlar gerektiren bir dönemin kapısını araladı. Doğu ve Batı yeni bir dünya düzeninin arifesinde, gelenek ile modern arasında birbirlerini yeniden tanıdı, tanımladı.
Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin seyahatnamesi Osmanlıların Batı’ya, Batı’nın Osmanlılara bu yeni bakışının örneğini sunuyor. Yeme içme kültüründen eğlenceye, diplomatik protokollerden devletlerarası ilişkilere farklılıklar ve benzerlikler onun elçiliğinde su yüzüne çıkıyor. Fransa’daki Turqueire modası ile Osmanlı’da matbaanın kurulması bu dönemde nüveleniyor. Mehmed Çelebi’den sonra giden elçiler, kültürel aktarım ve yayılım için bir momentum etkisi yaratarak Osmanlı dünya görüşünü şekillendiren aktörler hâline geliyor.
Osmanlı-Türkiye modernleşme tarihinin siyasi ve kültürel sacayaklarını incelikle ören bu kitap, Batı’nın teknolojide ilerlemesi, ticari yayılması karşısında Osmanlı İmpratorluğu’nun bundan nasıl etkilendiğini özlü bir biçimde anlatıyor.
İstanbul’un Yabancı ve Levanten Mimarları / Cengiz Can / Arketon Yayınları / S.248 / Araştırma
Cengiz Can’ın, son dönem Osmanlı mimarlığının önemli bir yönünü ele aldığı çalışması yeni basımıyla Arketon kitapları arasındaki yerini aldı. Can’ın, 1993’te bir tez çalışması olarak kaleme aldığı araştırma, titiz bir editoryal süreç sonunda kitap formatına aktarılmış ve 2020 yılında ilk basımı gerçekleşmişti. Kısa sürede tükenin kitabın yeni basımı, yeni kapağıyla okura ulaşıyor.
Aykut Köksal’ın bu kitap için çektiği fotoğraflarla bütünlenen çalışma, Melling’den Fossati kardeşlere, Barborini’den Montani’ye, Vallaury’den D’Aronco’ya, Mongeri’ye uzanıyor. Haklarında çok az bilgi sahibi olunan mimarları da ele alan Can, bir dönemi tüm boyutlarıyla gözler önüne seriyor.
Cengiz Can’ın kitabı, daha önce yüzeysel bilgilerle tanınan, yaşamları üzerine çok az şey bilinen yabancı ve Levanten mimarların, Osmanlı mimarlığının modernleşme sürecinin nihai noktasında belirleyici ve tayin edici bir rol yüklendiklerini ortaya koyuyor. Can, bu mimarların yaşamını, hiç bakılmamış kaynaklara giderek araştırıyor ve yerleşmiş belirli önyargıları çürütüyor. Örneğin, ‘yabancı’ olarak bilinen kimi mimarların ‘Osmanlı Levanten mimarları’ olduğunu saptıyor. Cengiz Can’ın ele aldığı mimarların önemli bir bölümünün İtalyan ya da İtalyan asıllı Levanten oldukları ise hemen göze çarpıyor. Can, bu olgunun da altını çiziyor, gerekçelerini irdeliyor.
Yabancı ve Levanten mimarların üretimleri, 18. yüzyılın Osmanlı mimarlığıyla keskin bir kopuş gösterir. Bu kopuş özellikle Osmanlı modernleşmesinin sonucu olan yeni yapı programlarının geleneksel programlara göre daha baskın olmasında görülüyor. Ayrıca, 19. yüzyıl Osmanlı modernleşmesinin aynı yüzyılın Avrupa mimarlığıyla koşutluklar taşıdığını söylemek yanlış olmaz. 19. yüzyılın seçmeci yaklaşımları İstanbul’da üretim yapan bu mimarlarda da yankılarını bulur.
İstanbul’da çalışan Fossati, D’Aronco gibi yabancı mimarlar, Avrupa’nın her kentinde üretimleri saygıyla karşılanabilecek yaratıcı ve yetkin tasarımcılardır. Özellikle D’Aronco’nun Art Nouveau yapıları, Avrupa’da boy gösteren ‘erken Modernist’ çizginin, eşzamanlı olarak Osmanlı başkentinde görülen seçkin ve unique örneklerini oluşturur. Cengiz Can, bu mimarları ele alırken, Osmanlı modernleşmesinin gölgede kalmış bir yönüne ilişkin geniş bir çerçeve sunuyor.