Share This Article
Kristin Surak | Çeviren: Hediye Yaman
Ekim 2017’de, küçük ülke Karadağ büyük bir hareketlilik içindeydi. Adriyatik kıyısı boyunca uzanan dağların arasına kurulmuş ve yalnızca 620 bin nüfusa sahip olan bu ülke, birçok kişi tarafından uzun süre göz ardı edildi. Eski Yugoslavya’nın bir parçası olan Karadağ, 2006’da tam bağımsızlığını kazanana kadar Sırbistan’ın bir uzantısı olarak kaldı.
Ülkenin küçüklüğü düşünüldüğünde, Global Citizen Forum etrafında oluşan yoğun heyecanı yaratmak pek de zor olmasa gerek. Başkent Podgorica’da, düzenlenen bu etkinlikte konuşma yapacakların devasa fotoğraflarını taşıyan billboardlar göğe yükseliyordu. Bu yıldızlar geçidinde oyuncu Robert De Niro, müzisyen Wyclef Jean ve General Wesley Clark öne çıkıyordu.
Sahil boyunca uzanan otoyol, siyah-altın renkli bayraklarla donatılmış, “değişime ilham verin” ve “yeniliği destekleyin” mesajlarıyla yoldan geçenlere sesleniliyordu. Havalimanında ise yeni gelenleri, “Gelecek şimdi başlıyor: diyaloğu sürdürün” sloganını taşıyan afişler karşılıyordu. Yaklaşık 400 katılımcı, iki gün boyunca bu küçük Balkan ülkesinde bir araya gelerek çağımızın en kritik küresel meselelerini tartışacaktı. Milyonerler semaverlerin etrafından dolaşarak DJ’lerle ve süpermodellerle sohbet ediyor; başbakanlar ve siyasetçiler helikopterlerle kısa ziyaretlerde bulunuyorlardı. Aralarda ise hayırseverler, STK temsilcileri, bankacılar, yaratıcı endüstrilerden isimler ve birkaç kraliyet üyesinin yer aldığı karmaşık bir topluluk dikkat çekiyordu.
Tüm bu görkemli organizasyonun gerçekte neyle finanse edildiğine dair ise neredeyse hiçbir işaret yoktu ama biz söyleyelim: Altın Pasaport satışlarından gelen milyarlarca dolarla…
CBI uygulaması giderek artıyor
Bazı konuklar Altın Pasaportları daha önce hiç duymamıştı. Konu açıldığında bile çoğu zaman yalnızca bir kenardan değiniliyordu. Yine de, mesele hep arka planda varlığını hissettiriyordu. Bir oturumda Karadağ hükümetinden bir temsilci, planladıkları Yatırım Yoluyla Vatandaşlık (CBI) programını şöyle anlattı:
Bu, bilgi ve deneyime sahip kişileri buraya çekerek uzmanlıklarını başkalarına aktarmalarını sağlamak ve ülkeyi ileri taşımak için bir yöntem. Eğer doğru şekilde uygulanır ve denetlenirse, Karadağ gibi ülkeler için büyük bir fırsat… Biz pasaport satmak istemiyoruz; biz mükemmelliği satın almak istiyoruz.
Bu temsilciyle ve kendi CBI programlarını geliştirmeyi düşünen başka ülkelerin birkaç yetkilisiyle konuştum — Gürcistan, Makedonya ve Moldova’nın hepsi bu projeye ilgi gösteriyordu.
Ermenistan’dan bir devlet memuru, ülkelerinin petrol ya da gazı olmadığı için yabancı sermaye çekecek bir iş ortamı oluşturmanın yollarını araştırdıklarını ve CBI’ı rekabet güçlerini artırmanın bir aracı olarak gördüklerini anlattı. “Amacımız ülkeyi doğru ilişki ağlarının içine yerleştirerek yeni araçlar geliştirmek,” diye de ekledi. Eğer amaç elit ağlara girmekse, Global Citizen Forum bunun için en uygun yerdi.
2025 itibarıyla en az on dokuz ülke, ülkeye yatırım yapan ya da belirli bir miktarda bağışta bulunan kişilerin vatandaşlığa kabul edilmesine yönelik yasal bir çerçeveye geliştirdi ve bunların bir bölümü hâlen aktif CBI programları yürütüyordu.
Karayipler bu programların beşine ev sahipliği yapıyor: Antigua, Dominika, Grenada, Saint Kitts ve Saint Lucia. Geniş Akdeniz havzası da yoğun merkezlerden: Türkiye, Mısır, Kuzey Makedonya ve Ürdün program sunmaya devam ederken, Malta, Kıbrıs ve Karadağ artık sahneden çekildi. Asya’da Kamboçya bir CBI programı işletiyor; Güney Pasifik’te ise Vanuatu çeşitli seçenekler sunuyor.
Yakın zamana dek CBI planları, nüfusu bir milyonun altında olan küçük ada devletlerinin ayrıcalığı olarak görülüyordu. Bu tür mikro devletler için CBI yoluyla gelen yüksek miktardaki yabancı sermaye, ekonomide belirgin etkiler yaratabiliyordu. Ancak son yıllarda tablo değişti ve Türkiye ile Mısır gibi daha büyük ülkeler de bu alanda varlık göstermeye başladı.
Ermenistan, Hırvatistan, Gürcistan ve Panama gibi diğer ülkeler de benzer adımları tartıştıkça, CBI uygulamalarının yakın gelecekte ortadan kalkmayacağı açıkça görülüyor.
2018’den itibaren Türkiye zirvede
Görünüşte bu programlar oldukça küçük ölçekli duruyor. Her yıl yalnızca yaklaşık 50 bin kişi bu yolla vatandaşlığa kabul ediliyor — 8 milyar insanın yaşadığı bir dünyada bu son derece küçük bir rakam. Ancak sayı bağlamına oturtulduğunda daha anlamlı hale geliyor; çünkü bu programın potansiyel alıcı kitlesi oldukça dar. Başlıca talep, çoğunlukla Küresel Kuzey’in dışında kalan ülkelerde ortaya çıkan yeni zengin sınıftan geliyor. Malta, Antigua, Kıbrıs, Saint Lucia ve Dominika’dan elde edilen veriler, başvuranların büyük bölümünün üç bölgeden geldiğini gösteriyor: Çin ve Güneydoğu Asya; Rusya ve eski Sovyet coğrafyası; ve Orta Doğu.
Varlıklı demokrasilerden de — giderek artan sayıda ABD vatandaşı dâhil — başvuru yapanlar bulunuyor. Ancak talebi esas yönlendiren, “zayıf” pasaportlara ve otoriter rejimlere sahip ülkelerden gelen, sayıca küçük fakat aşırı derecede varlıklı bir kesim. Bu pasaportları talep edenler, Branko Milanović’in meşhur “fil eğrisi”nde kazanan tarafta yer alan, küreselleşmenin batılı olmayan müreffeh sınıfları. Yükselmeyi hedefleyen devletler için vatandaşlık satışının doğal hedef kitlesi de bu küresel elitler oluyor.
Yine de artan talebe rağmen tüm ülkeler yatırımcı vatandaşları çekme konusunda aynı başarıyı gösteremiyor. 2010’ların başında yatırımcıların çoğu Karayip programlarını tercih ediyordu ve bu ülkeler küresel vatandaşlığa kabulün yaklaşık yüzde 90’ını oluşturuyordu. Ancak on yılın ortasına gelindiğinde ilgi Pasifik ve Akdeniz’deki yeni seçeneklere kaymaya başladı ve 2018’den itibaren Türkiye zirveye yerleşti. Günümüzde yatırım yoluyla vatandaşlık almak isteyenlerin çoğunun öncelikli tercihi Türkiye; küresel ölçekte verilen tüm vatandaşlıkların yaklaşık yarısını Türkiye sağlıyor. 2020’de, COVID-19 pandemisinin en yoğun döneminde bile Ankara her ay yaklaşık bin başvuruyu onaylıyordu.
Bir ticari mal olarak vatandaşlık
Vatandaşlık yalnızca sıradışı bir mal değil; öyle bile gösterilmek istense bir mal olarak da alışılmış kalıplara uymuyor. Bu durum, etrafında bir piyasa kurulmasını oldukça zorlaştırıyor. Devletler, piyasalar çöktüğünde vatandaşlarını en kötü etkilerden koruyabilir, hatta gerekirse tazminat sağlayabilir. Ancak vatandaşlık söz konusu olduğunda devlet hem piyasanın temel düzenleyicisi hem de bu “malın” tek üreticisidir; çünkü çağdaş dünyada “vatandaşlığı yaratma yetkisi” yalnızca devletlere aittir. Bir hükümet belirli bir vatandaşlık verme işlemini tanımıyorsa, o statü geçersiz sayılır.
Karadağ ve Makedonya Prensi olduğunu iddia eden Stefano Černetić bile bu gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Hollywood oyuncusu Pamela Anderson’a şövalyelik beratı vermeyi de içeren, yüksek sosyete içinde geçen hayatı, polisin dolap dolusu sahte üniforma ve kraliyet cüppesi bulmasıyla bir anda çöktü. Sonunda, kendi kendini ilan ettiği hayali krallığına dahi başvuramayacak bir durumda olduğu ortaya çıktı.
Devletsiz bırakılmış topluluklar — örneğin Myanmar’daki Rohingyalar ya da Letonya’daki etnik Ruslar — bir hükümetin onları dışlanmış kabul etmesinin doğurabileceği ağır sonuçları çok iyi biliyor. Bir zamanlar aidiyet haklarına sahip olsalar bile, devlet desteği ortadan kalktığında vatandaşlık artık geçerlilik taşımıyor.
Sonuç olarak vatandaşlığın tek meşru satıcısı devlet. Bürokratik adımlar süreci uzatabilir ve alıcı-satıcı arasında aracılar yer alabilir, ancak devlet her vatandaşlık işlemini nihai olarak onaylamak zorundadır. Bu nedenle vatandaşlık için yasal bir ikincil piyasa oluşması mümkün değildir.
Egemen yetkiler
Vatandaşlık bir devlet tekelidir; bu nedenle nüfusu bir milyondan az olan mikro devletler gibi küçük aktörler bile — ekonomik ve askeri gücü genellikle devlet kavramıyla ilişkilendirdiğimiz boyutta olmasa da — bu aracı gelir elde etmek için kullanabilir. Önemli olan devletin büyüklük değil, egemenliğidir.
Devlet, vatandaşlık satarken aslında iki şapka takar: hem ürünün tek üreticisi hem de piyasanın nihai kural koyucusu olarak görev yapar. Bu çift rol, zaman zaman etik açıdan sorgulanabilir ama tamamen yasal örneklerin ortaya çıkmasına yol açmıştır; suç şüphelilerine vatandaşlık satılması bunlardan biridir. Örneğin, büyük bir bağış karşılığında Kamboçya vatandaşı olan Japon mafya lideri Tadamasa Goto buna örnektir (Türkiye’de ise bu örnekler saymakla bitmez!).
Ancak devlet hem oyun alanını yapılandırırken hem de oyunun vazgeçilmez bir oyuncusu olarak hareket ettiğinde, geleneksel piyasa işleyişi varsayımlarını sorgulatır. Örneğin borçlarda, tazminat olmadan temerrüt olasılığı hâlâ bir risk olarak vardır; çünkü egemen dokunulmazlık, ödemelerin zorla tahsil edilmesini veya varlıkların haczedilmesini sınırlayan bir engel oluşturur. Hükümetler makroekonomik göstergeleri de etkileyebilir, bu da alacaklıların ekonomik geleceğini zora sokar. Böyle tehditlere karşı korunmak ve likidite sağlamak için, ayrı itibara sahip aracılar sürece dahil olur.
Vatandaşlığın egemen borç temerrüdüne benzeyen kendi versiyonu vardır: tanımama! Örneğin, 2001’de ABD’nin baskısı sonucunda Grenada ekonomik vatandaşlık kanalını kapattığında, yatırımcı vatandaşlarını tanımayı reddederek etkili bir şekilde vatandaşlıklarını silmiş oldu. Benzer olaylar 1990’lar boyunca Pasifik’te de yaşandı.
Ancak bu strateji, bu kanallar tam teşekküllü CBI programlarına dönüştürüldüğünde daha zor uygulanır. Vatandaşlık, iş bölümü ve dış denetim içeren uzun bir bürokratik prosedürle verildiğinde, bu tür kasıtlı göz ardı eylemleri daha kolay sorgulanabilir ve üyelik yalnızca yasal bir vatandaşlıktan çıkarma yoluyla sonlandırılabilir.
Dünyamız hareketlilik üzerine kurulu
2020 sonrası degloballeşme süreci (küresel bağlantıların ve küresel kurumların zayıfladığı, bunun yerine daha güçlü ulus devletlerin, sınır kontrollerinin ve yerel çözümlerin ön plana çıktığı bir süreç), ülkeler bağlantılarını koparır veya kendilerini bölgesel bloklar hâlinde izole ederse, kişilerin erişim ve fırsatlarını garanti altına almak için CBI programlarına talebi daha da artırabilir. Devletler içe döndükçe, ekonomik çöküntü yaşayan ülkeler arasında arz da artabilir.
“Küreselleşme” sürecinde farklı bir sonuç olası görünmüyor. CBI, riskin, belirsizliğin ve eşitsizliğin hâkim olduğu bir dünyada — çağdaş küreselleşmeyi biçimlendiren kapitalist genişlemenin temel özellikleri — büyümeyi sürdürecek gibi gözüküyor. Ülkeler fırsatlarını genişletmek isteyen zenginler üretmeye devam ettikçe, bu programlara bir tür sigorta gözüyle bakılmaya devam edilecektir. Gelir kaynakları kısıtlı devletler bu hızlı ve kolay para akışına yöneldikçe de arzın azalması pek olası değildir; özellikle diğer ekonomik kanallar tıkandığında.
Gitgide, dünyamız göçten ziyade hareketlilik üzerine kurulu bir yapıya dönüşüyor; insanlar daha esnek, daha kısa vadeli bir perspektifle hareket ediyor ya da hareket imkânı arıyor. Fakat bu durum vatandaşlığı geçersiz kılmıyor. Aksine, vatandaşlık kavramı daha da güçleniyor; çünkü taşınabilir nitelikte ve verildiği devletin sınırları dışında da geçerliliğini sürdürüyor. Farklı bir ülkeye taşınan bir doktor mesleki yetkilerini kaybetmesi olasıdır, ancak vatandaşlık için durum böyle olmuyor: nereye giderseniz gidin, onu sizinle birlikte taşımaya devam ediyorsunuz.
Bu nedenle “hareketlilik çağında” bile vatandaşlık temel önemini yitirmiyor. Vatandaşlık yalnızca egemen güç ile birey arasındaki kıymetli bir bağ değil; vatandaşlıklar arasındaki farklar, aynı zamanda bu bağın değerini de belirliyor.
Dalgalar altında kalan zengin ülke!
CBI’ın geleceğine dair ipuçları, altın pasaport programlarına en son katılan ülkede görülebilir: Nauru. 2023 yılına dek bu mikro devlet, gelirinin yaklaşık üçte ikisini Avustralya için yürüttüğü bir gözetim merkezinden sağlıyordu. Avustralya’ya sığınma başvurusu yapan kişiler, Canberra tarafından Nauru’daki devasa gözetim merkezine gönderiliyordu. Zamanla bu düzenleme, uzak adanın ekonomik can damarı hâline geldi; yerel halkın yüzde 15’ini doğrudan, geri kalan 12 bin kişinin büyük bölümünü de dolaylı olarak istihdam sağlıyordu.
2023’te merkezin kapanmasıyla hükümet, bütçeyi ayakta tutmak için yeni bir gelir kapısı aramak zorunda kaldı. Bu kez spektrumun diğer ucuna yöneldi: “elit vatandaşlık.” Kasım 2024’te yatırımcıların 105 bin dolar ve 25 bin dolarlık ek ücret ödeyerek vatandaşlık elde edebileceği yeni bir altın pasaport programı başlattı. Peki, Nauru vatandaşlıkla ne sunuyordu? Sadece yeni bir kimlik belgesi değil; aynı zamanda İngiltere’ye vizesiz giriş hakkı da sağlıyor — ilginç, ancak kıritik bir avantaj.
Nauru, yükselen deniz seviyelerinin ülkenin varlığını tehdit etmesiyle çok daha büyük sınamalarla karşı karşıya. İklim değişikliği etkilerini derinleştirdikçe, bu krize en az katkı sağlayan küçük ada devletleri — özellikle yoksul ve hassas mikro devletler — en ağır bedeli ödeyenler olacak. Zira iklim krizi, siyasi sınırların önünde durmuyor.
Bir su altı ülkesi hâlâ vatandaşlık satabilir mi? Bu soru ilk bakışta tuhaf gelebilir; fakat mikro devletlerin karşı karşıya olduğu zorunlulukları ve hayatta kalmak için geliştirdikleri stratejileri anlamak açısından önemli. Bugün içinden geçtikleri kırılgan konum, küresel eşitsizliklerin karmaşıklığını ve dünyamızı şekillendiren jeopolitik manevraları açıkça ortaya koyuyor.
Bu yazı, Jacobin’de yayımlanan “Passports for Sale” başlıklı makaleden çevrilmiştir.

