Share This Article
Basın İlan Kurumu (BİK) kararları, son yıllarda eleştirel yayın yapan gazetelerin büyük sorunlarından biri. 1961’de “besleme basın olmasın” diyerek resmî ilan ve reklamların dağıtımı ile basın mecralarını ve çalışanlarını desteklemeye dönük faaliyetler gözetilerek kurulan BİK, zamanın ekonomik ve politik koşullarıyla dönüşüme uğramıştır.
Evrensel gazetesinden Fatih Polat’ın dediği gibi; BİK, AKP iktidarı döneminde iktidarın icraatlerini eleştiren ya da yolsuzlukları, haksızlıkları ortaya çıkaran gazeteler için Demokles’in Kılıcı’na dönüşmüş, gazetelerin başında bekliyordu. En çok ceza alan gazetelerin başında Cumhuriyet, Sözcü, BirGün ve Evrensel gazeteleri yer alıyor. Cezaların ortak gerekçeleri ise aynı: Yolsuzlukları haber yapmak ve hükümeti eleştirmek.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
BİK, 2019’da okurlarının bayilerden birden fazla gazete satın alması, kurum abonelikleri ve kayıt defterlerinin düzenli tutulmadığı iddiasıyla Evrensel gazetesinin resmî ilan ve reklam yayımlama hakkının durdurdu, 2022’de ise bu hakkı tamamen iptal etti.
Anayasa Mahkemesi son olarak aralarında Evrensel’in de bulunduğu gazetelerle ilgili verdiği bir kararda BİK’in ilan ve reklam kesme cezalarının ifade ve basın özgürlüğü ihlali olduğunu belirtti. Ancak durum ne Evrensel ne de muhtelif cezaya maruz kalan diğer gazeteler aleyhinde bir değişikliğe sebep olmadı.
Akademisyen Vahdet Mesut Ayan, Kültür ve İletişim dergisinin eylül sayısında “Bir Baskı Aygıtı Olarak Basın İlan Kurumu: Evrensel Gazetesi Örneği” başlıklı makalesinde bu durumu ele alıyor. Sol- Sosyalist bir perspektife sahip Evrensel gazetesine verilen cezalardan hareketle BİK’in kuruluşundan bugüne olan dönüşümünü inceliyor.
Çalışmasında Türkiye’de basın özgürlüğünün sadece son yıllarda değil Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana baskı altında olduğu belirten Ayan; basın özgürlüğünü, toplumun bilgi edinme ve haber alma hakkını kısıtlayan/engelleyen bu cezaları okur ve çalışanlarca da ilişkilendirmiştir. Bu vesileyle Ayan ile Türkiye’deki gazetelere ve gazeteciliğe dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Cezalar sadece gazetecileri değil, okurlara da…
“Bir Baskı Aygıtı Olarak Basın İlan Kurumu: Evrensel Gazetesi Örneği” başlıklı makaleniz Kültür ve İletişim dergisinde yayımlandı. Öncelikle şu soruyla başlamak istiyorum; Basın İlan Kurumu’nu (BİK) niçin bir baskı aygıtı olarak ele alıyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmem gerekir; makalenin başlığı her ne kadar Louis Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları adlı çalışmasını çağrıştırıyor olsa da makale Althusser’in bu kavramsallaştırması üzerine inşa edilmedi. Althusser’in medyaya yaklaşımı yapısalcı perspektifin katkılarıyla bir dönem Türkiye medyası analizlerinde çokça kullanılmıştı, ancak bu yaklaşım medya, siyaset ve ekonominin mevcut durumundaki karmaşık ilişkilerini değerlendirmekte ve anlamada yetersiz kalıyor.
Nitekim Althusser’in kavramsallaştırmasında medya, hâkim sınıfların hegemonya üretme ve yeniden üretme sürecinde ideolojik bir aparat olarak anlamlandırılmıştır. Oysa medya, egemen sınıflar için sadece bir ideolojik aygıt değil, o hem sermaye birikimine hizmet eden hem de merkezi iktidarların baskısını topluma yayan bileşik bir araçtır.
Bununla birlikte Basın İlan Kurumu’nun (BİK) Evrensel gazetesine yönelik müeyyidelerini konu edinen makalem ise basın alanında yer alan ve temel amacı, hiçbir fikir ve içtihat gözetmeksizin resmî ilan ve reklamların dağıtımı yoluyla basına finansal destek sağlamak olan bir kurumun müeyyidelerini açığa çıkarmaktadır. Ayrıca bu makale, gazetenin okur ve çalışanlarının görüşeleri üzerine şekillenmiştir. Dolayısıyla özdüşünümsel bir yaklaşım geliştirme amacı da taşımaktadır.
Başlıktaki “baskı aygıtı” kavramı ise basın alanındaki bürokratik bir kuruluşun yine basın alanında yer alan bir mecraya, belirli saik ve yöntemlerle müeyyide uyguladığını işaret etmektedir. Makale kapsamında dinlediğim gazete çalışanları ve okurları, gazeteye verilen cezaların gazetenin politik çizgisiyle ilişkili olduğunu, müeyyidelerin sadece gazeteyi değil, gazetecileri ve okurları da kapsadığını belirtmektedir.
Dolayısıyla BİK’in Evrensel’e cezalar yoluyla kurduğu baskı, gazeteyi de aşarak toplumun bir kesimini hedef almakta ve dahası basın ve ifade hürriyetini baskı altına almaktadır. Burada “baskı aygıtı” kavramı tam olarak buraya işaret etmektedir. BİK üzerinden Türkiye’de neredeyse 30 yıldır yayın hayatına devam eden bir kuruluş, çalışanları ve okurlarıyla birlikte cezalandırılmakta, bununla da basın/iletişim özgürlüğü kısıtlanmaktadır.
Yaptırımlar reklam kesmekten, kovuşturmalara dek uzanıyor
Bugün pek çok “muhalif” basın kuruluşu BİK ve RTÜK’ün, üst sınıra da varan, cezalarına maruz kalıyor. Fakat cezalar bir bakıma verilen kurum ya da kişiyle dayanışmayı da artırıyor. Peki, ceza niçin hâlâ “caydırıcı” olarak görülüyor?
Dayanışmayı artırıyor çünkü iktidara mesafeli birçok yayın kuruluşunun temel gelir kaynağı izleyici ya da okuyucudan geliyor. Bu özellikle gazetelerde böyle. İktidara yakın medya kuruluşlarının hem reklam gelirleri hem de kamu sübvansiyonlarından yararlandığını görüyoruz. Örneğin, birçok kamu kurumu ve kamu bankaları reklamlarını özellikle iktidar yanlısı gazete ve televizyonlara vermekte, haliyle iktidara mesafeli yayın kuruluşları bir anlamda sadece okuyucu veya izleyicisine güveniyor.
Ancak dayanışma pratikleri, Evrensel örneğinde gördüğümüz gibi, medya mecralarının organik bir okur kitlesini yarattığını da göstermektedir ki, asıl umutlu olmamamız gereken yer burası sanırım.
Yine de okur/izleyici kitlesinin pratiklerine bakılmaksızın cezalar, iktidarın medya kuruluşları karşısında tuttuğu bir sopa, elbette her zaman bu sopayı vurmuyor ancak elinde tutmaya da devam ediyor.
Yayın ve haberler, iktidarın çizdiği belirli sınırlar içinde değilse, müeyyideler reklam kesmekten, kurumsal cezaya, gazetecilere açılan soruşturma ve kovuşturmalara dek uzanıyor.
Haliyle cezalar, bir anlamda gazeteleri veya televizyon kanallarını iş yapamaz duruma getiriyor. Cezaların caydırıcı özelliği de burada ortaya çıkıyor. Tabii bunun doğrudan iktidar eliyle değil de RTÜK ve BİK gibi özerk kuruluşlar eliyle yapılması da başka bir sorun, her iki kuruluş da farklı sesleri kısmak adına basın/iletişim alanına cezalar vasıtasıyla bir nevi şiddet uyguluyor.
Ekonomik kriz, kâğıt ve dağıtım maliyetleri gazeteleri zor duruma sokuyor
Evrensel’in bu süreci en çok okur desteğiyle aşmaya çalıştığını görüyoruz. Benzer cezalara maruz kalan diğer basın/medya kuruluşları da okur ya da seyirci desteğine başvurabiliyor. Türkiyeli okurların ekonomik durumları göz önüne alındığında bu durum sürdürebilir mi? Evrensel ve dolayısıyla muhalif medyanın melali için endişelenmeli miyiz?
Burada şunu vurgulamak gerekiyor: Evrensel’e odaklanacaksak, gazete kendini işçi sınıfı basını olarak tanımlamakta, zaten hem gazetenin kurumsal tarihine ve yayınlarına baktığımızda hem de makalede yer alan okur ve çalışan görüşlerini değerlendirdiğimizde Evrensel’in işçi sınıfı basını olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bu bir gerçeklik.
İkincisi ve sorunuzla ilişkili olarak Türkiye’nin 2018’den bu yana süren ekonomik krizi ve buna çare olarak uygulanan Orta Vadeli Program, işçi sınıfını yoksullaştıran, yoksunlaştıran bir mecrada ilerlemektedir. Burada Evrensel gibi gazetelerin yayın hayatını etkileyen iki önemli nokta bulunmaktadır: Bunlardan ilki yaşanan ekonomik kriz, kâğıt ve dağıtım maliyetlerini artırarak gazetelerin mali gücünü zorlaştırmaktadır. Buna ek olarak siyasetteki otoriterleşme de merkezi iktidarı farklı sesleri kısmaya yöneltmektedir.
İktidar, basın alanında ses kısma yöntem ve araçlarının en belirgin örneğini ise BİK aracılıyla gazetelerin finansal kaynaklarını kurutarak uygulamaktadır. BİK’in Evrensel’e yönelttiği cezaların anlamı da burada ortaya çıkmaktadır.
İkincisi işçi sınıfı saflarında yaşanan yoksulluk ve işsizlik bu sınıfın bilgiye erişiminde ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. İşçi sınıfı krizin etkisiyle matbu yayınlara erişememekte; gazete, dergi ve kitap ihtiyacı, barınma ve beslenme gibi diğer yaşamsal ihtiyaçların gerisinde kalıyor. Dolayısıyla buradaki okur desteğinin böylece uzun süreceğini söylemek çok zor.
Basın/iletişim özgürlüğünün kısıtlanması, bilgiye erişimde yaşanan sorunların hem iktidara mesafeli yayınların geleceği hem de demokrasi için endişelenmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.
Cezalar gazetecilerin çalışma koşullarını ve özlük haklarını nasıl etkiliyor?
Cezalar, gazetecilerin mesleğe bakışlarını, mesleğe olan tutkularını etkilediği gibi maalesef çalışma koşullarını da olumsuz anlamda etkiliyor. Evrensel’in maddi anlamda kıskaca alınmasının da bu haliyle iki boyutlu olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’de gazetecilik müeyyideler yoluyla hem yapılamaz hale geliyor hem de gazetecilerin çalışma koşullarını bozuyor. Yine de çalışanların makale kapsamında verdiği cevaplara bakarsak, gazetenin okurları gibi çalışanlarının da mecraya organik bir bağlılığının olduğunu söyleyebiliriz.
Ceza kanunu hükümleri bir baskı aracına dönüştü
Türkiye’deki basın/medyanın sorunları temel olarak nelerdir ve bunları olumlu anlamda aşmak mümkün mü?
Türkiye’de ve dünyada genel olarak en temel sorun, medyanın sermaye ve çıkar odaklarıyla kurduğu doğrudan ilişkidir. Bu hem medya kuruluşlarını hem medya çalışanlarını hem de bir bütün olarak gazetecilik mesleğini zedeleyen bir ilişki biçimidir. Buna Türkiye gibi otoriter yönetimlerdeki uygulamaları da eklediğimizde sorun daha da derinleşmektedir.
Genel olarak denetleyici, düzenleyici ve destekleyici resmî kurumlar Türkiye örneğinde gördüğümüz gibi otoriter yönetimlerin baskı aparatlarına dönüşmektedir. Üzülerek söylemek gerekir ki kamu kaynakları, iktidar yanlısı medya kuruluşlarına aktarılırken, bağımsız yayıncılık müeyyide yoluyla finansal olarak savunmasız kalmaktadır.
Bir diğer önemli husus gazetecilerin çalışma koşullarıyla ilgilidir. Türkiye’de gazetecilere gelinen noktada esnek ve güvencesiz çalışma biçimleri dayatılmakta ve gazetecilerin örgütlü mücadelesi önüne önemli engeller konulmaktadır.
Sendikalaşma ve meslek örgütlerinin zayıflamasıyla birlikte gazeteciler, medya patronları karşısında güvencesiz bir duruma gelmiştir. Bu, gazeteciliğin geçirdiği krizin en temel sebeplerinden biridir. Önemli bir diğer başlık da Türkiye’de yargı bağımsızlığının ortadan kalkmasıdır.
Ceza kanunu hükümlerinin bir baskı aracına dönüşmesi hem düşünce ve ifade hürriyetini hem de basın/iletişim özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Bunun sonucu olarak özellikle 2016 yılından itibaren yüzlerce gazetecinin soruşturma ve kovuşturmalara maruz kaldığını, tutuklandığını söyleyebiliriz.
Ayrıca medya kuruluşları gibi bu alanı denetleyecek, düzenleyecek ve basına kaynak aktaracak kurumların hem siyasi etkilere açık hali hem de çıkar odaklarıyla kurdukları ilişkiler, sorunları derinleştirmektedir.
Bu sorunları olumlu anlamda aşma elbette mümkündür. İlk olarak medya kuruluşlarının sermaye ve siyasetle olan ilişkisini kesebilecek bir toplumsal formasyon, yaşanan bölüşüm şokunu ve gelir adaletsizliğini giderecek bir yaklaşım hem toplumun hem de basın/medyanın belirli sorunlarına çözüm olacaktır.