Share This Article
Son dönemde kültür-sanat yalnızca sahnede üretilen işlerle değil, aynı zamanda siyasal ve hukuki tartışmalarla da gündemde. İktidarın kıskacındaki isimlerden biriyle konuştuk: Cem Yiğit Üzümoğlu. Onu sahnede izleyenlerin belleğinde bıraktığı güçlü etki kadar, toplumsal konularda sesini yükseltmesiyle de tanıyoruz.
Kendisini ilk kez Erdal Beşikçioğlu’nun başrolünü üstlendiği ‘Adı Efsane’ dizisinde görmüştüm. 2017’de 21. Afife Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı” seçildi, 2022’de 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü aldı. Dijital platformlarda çeşitli projelerde yer aldıktan sonra, son olarak Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar dizisinde Halikarnas Balıkçısı’nı canlandırmasıyla dikkat çekti.
Ancak Türkiye onu asıl olarak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından başlatılan boykot çağrısını desteklediği gerekçesiyle gözaltına alındığında tanıdı. O günden sonra Üzümoğlu’na “cesur sanatçı”, “korkusuz sanatçı” sıfatları eklendi. Artık yeni neslin Tarık Akan’ı olarak isimlendiriliyordu. Sosyal medyada paylaştığı “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” mesajıyla cesaretini bulaşıcı kıldı. Takipçi sayısı kısa sürede yüz binden 600 binlere ulaştı, internette hakkında başlıklar açıldı. Toplum uzun zamandır görmediği, alışık olmadığı bir tavırla karşılaştı: Halktan bir sanatçı.

Elbette susmayanların cezalandırıldığı bu dönemde o da nasibini aldı. Yurt dışı yasağı nedeniyle Yunanistan’da sahneleyeceği oyuna katılamadı. Ancak sanat bir yolunu buldu; sınırları aştı. Yunan ekibi geçtiğimiz günlerde İstanbul’a geldi ve Üzümoğlu, Köpekler (The Dogs) oyunuyla seyircisiyle yeniden buluştu. O anı şöyle anlattı:
Hayatımda bir oyun sonrası alkışında hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Alkışlanan kişi biz oyuncular değildik de, seyirciyle buluştuğumuz çığlığın tezahürüydü sanki.
Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı mezunu olan Üzümoğlu ile hem yaşadığı son süreci hem de gündemdeki tartışmaları konuştuk.
Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda 12 akademisyenin görevine, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı’nın “muhalif” şikâyeti üzerine son verildiği iddia edildi. Eğitim, 90 yıl sonra ilk kez sahne sanatçıları olmadan başladı. Siz de bir Hacettepe mezunu olarak bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin döneminizde nasıldı?
Burada sorulması gereken soru Devlet Tiyatroları Genel Müdürü’nün hangi gerekçeye dayanarak devlet sanatçılarına okulda derse girme iznini vermediği olmalı. Açıklığa kavuşması gereken konu bu. Ankara Devlet Konservatuvarı internet sitesinden eğitim hayatı her zaman olduğu gibi devam edecektir diye bir açıklama yaptı. Okulda bulunan dostlarımdan da eğitim hayatının sekteye uğramadığına dair bilgi aldım. Konservatuvarlardaki asıl sorun şu; okullar akademik sistemi devam ettirecek akademisyenler yetiştirmekten uzak yapılar. Bu uzun süredir böyleydi. Hem kendi okulum Ankara Devlet Konservatuvarı için hem de diğer konservatuvarlar için bunu söyleyebilirim.
Okullardan mezun olan öğrencilerin akademisyen olmalarına yönelik çalışmalar yapılmıyor ve bu da pedagojik bilgisi yetersiz, formasyon bakımından kısıtlı, devlet tiyatrosunda çalışan sanatçıların “eğitimci olarak” insafına kalıyor. Konservatuvarlar bilimsel ve akademik araştırmalarla çalışan merkezler olmalı, “ben oyuncuyum” diyenin eğitimci olacağı yerler olmalı. Hele özel okulu olan kişilerin yetenek sınavıyla alınan okullarda bulunmaları kabul edilemez bir durumdur.

“Konservatuvarlar bilimsel ve akademik araştırmalarla çalışan merkezler olmalı, “ben oyuncuyum” diyenin eğitimci olacağı yerler olmalı.”
Hakkınızdaki soruşturma süreci şu anda ne durumda? Kişisel olarak sizi nasıl etkiledi — yaratıcı süreciniz, güven duygunuz, iş teklifleri ve kariyer planlarınız üzerinde somut sonuçları oldu mu?
Aynı durumda, bir değişiklik yok. Elbette benim üzerimde etkileri oldu ancak bunlar genel ahvalle kıyaslandığında oldukça önemsiz şeyler.
Bu süreçte size “Konforlu alanından çıkma, dur artık” diyenler oldu mu?
Evet, bunları dile getirenler oldu fakat bu konuda çok uslu biri olduğumu söyleyemem.
‘Hiç bu kadar iyi hissetmemiştim’
Yunanistan’da sahnelenen ‘Köpekler’ isimli oyununuz yurt dışı çıkış yasağınız nedeniyle İstanbul’a taşındı. Bu süreç nasıl gelişti, neler hissettiniz?
Benim adıma da ekibim adına da müthiş bir deneyim oldu. Tiyatro benim için görevini gerçekleştirdi ve hepimiz buna tanık olduk. Köpekler’de seyirci ve oyuncular arasındaki ilişki öyle bir noktaya geldi ki tiyatronun iyileştirici, politik, düşündürücü ve güldürücü her bir unsuru görünür oldu ve biz oyuncuları bile seyirci haline getirdi. Oyun bittiğinde karşılaştığımız manzara karşısında ağzımız açık kaldı. Olağanüstü bir deneyimdi. Olağanüstü üç gün geçirdik. Hayatımda bir oyun sonrası alkışında hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Alkışlanan kişi biz oyuncular değildik de, seyirciyle buluştuğumuz çığlığın tezahürüydü sanki.
Sanatçıların toplumsal meselelerde ses çıkarması gerektiğini düşünüyor musunuz? Sizce bu konuda nasıl bir psikoloji var, siz ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki ses çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Sanırım bu konuda yeterince konuştum da. Tekrar söylemek isterim ki, toplumsal meselelere ses çıkarmak sadece sanatçının işi değil. Bir vatandaş olarak herkesin görevi.
Manifest Grubu, Mabel Matiz ve Kızılcık Şerbeti dizisi hakkında da soruşturmalar başlatıldı. Kültür-sanat alanında son dönemde art arda gelen gözaltı, tutuklama, erişim engeli ve adli kontrol kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortak gerekçeler genellikle “aile, genel ahlak ve manevi değerler” üzerinden kuruluyor.
Bir baskı ortamı hâkim zaten. Şaşırmıyorum yaşananlara. Bir avuç erkek tarafından belirlenen aile, genel ahlak ve manevi değerleri kabul edecek değilim. Bu tür gerekçelerle yaratmaya çalıştıkları baskının daima karşısındayım.
Sanatçılar arasında dayanışma ve kolektif sorumluluk bağlamında sizin gözlemleriniz neler?
Oyuncuların birlikte hareket edebilecekleri bir Oyuncular Sendikası var. Burada sektörümüz için, hepimiz için çalışmalar yapıyoruz. Birlikte mücadele edebileceğimiz bu ortak masada hep birlikte olmalıyız. Sorunlarımızı konuşmazsak, bunları dile getirmez ve iyileştirme talep etmezsek kimse bizim için bir şey yapmayacak.

Önümüzdeki günlerde sizi hangi projelerde göreceğiz?
Hikmet Hükümenoğlu’nun “Sonra Gözler Görür” adlı eserinden aynı isimle Ece Yörenç’in uyarladığı, Ay Yapım’ın yapımcılığını yaptığı Netflix’te yayınlanacak olan dizide görev alıyorum. Çekimlerimiz devam ediyor ve her şey gayet güzel gidiyor. Bunun dışında Öteki oyunumuzu oynamaya devam ediyoruz. Umarım kısa sürede hem ülkemde hem de yurt dışında oyunlarımı sahneleyebilir hale gelirim. Bunlar dışında Oyuncular Sendikası olarak epey çalışmalarımız var.
‘Örgütlenin, dayanışın’
Bu süreç boyunca ve sonrasında izleyicilerinize, meslektaşlarınıza ve genç oyunculara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Sendikalılaşın, örgütlenin, danışın, dayanışın, sabırlı ve birlikte olun.
Son olarak: Tiyatro ve sanatın gidişatı üzerine neler söylersiniz?
Çok kapsamlı bir konu ancak telaffuz etmek gerekirse, devletin sanat politikası geliştirmemesi, yeterli desteklerde bulunmaması ve hatta neredeyse köstek olması sebebiyle genel anlamıyla sanat, imkânı olanın yapabildiği; sanata gönül vermiş genci yaşlısı herkesin umudunu kaybettiği, farklı mesleklerde geçimini sağlamaya çalıştığı bir alan haline geldi. Dilerim doğru politikalar ve desteklerle insanlar sanat üretimlerini devam ettirebilirler. Aksi halde geleceğin çok iyi olacağını düşünmüyorum.
