Share This Article
Barış Atay, 2018 yılından 2023 Mayıs’ına kadar sürdürdüğü Meclis mesaisini 14 Mayıs 2023’te kapanan sandıklarla beraber bitirdi; 5 yıl aradan sonra Türkiye’de sahnelere geri döndü. Türkiye’de diyorum çünkü milletvekilliği döneminde Suç ve Keza oyunuyla Avrupa’da sahneye çıkıyordu. Ancak bu oyun Türkiye’de oynanmadı. Atay, Türkiye seyircisinin karşısına en son 2015 yılında prömiyer yapan Sadece Diktatör oyunuyla çıkmıştı.
Türkiye’nin hem en hareketli hem de en bunalımlı dönemlerinden birinde vekillik yapan Atay, Meclis kürsüsünden inip tiyatro sahnelerine döndüğünde artık 40 yaşını geçmişti. Ekonomik kriz, kontrolünü ve rasyonelliğini yitiren siyasi irade, bütün ülkenin yüreğinin ortasında yangınlar yaratan 6 Şubat depremleri elbette herkesi olduğu gibi onu da etkiledi. Atay’ın yeni oyunu İntihar Şov duyurulduğunda pek çok kişi gibi ben de bu oyunun güncel politikanın yönlendirdiği bir oyun olduğunu düşündüm. Ancak öyle olmadı.
İntihar Şov prömiyer yaptığından beri bir şekilde adından söz ettiriyor. Önceleri bu fısıltının oyunun etkisiyle büyüdüğünü düşünüp oyuna karşı meraklanmıştım ancak izleyince fark ettim ki bu dilden dile sayıklanan İntihar Şov popülerliğinin tiyatroyla pek ilgisi yok.
Barış Atay’ın yazdığı ve oynadığı, Edip Tepeli‘nin yönettiği, Işık ve Dekor tasarımını Cem Yılmazer ile Yasin Gültepe‘nin yaptığı İntihar Şov‘dan tiyatro oyunu diye bahsetmem gerekiyor, böyle olduğunu düşünmesem de. Bana kalırsa bu “oyun” Atay’ın 40 yaşına gelince yüzleşme ya da kabullenme cesareti bulduğu bazı duyguların itiraf edilme töreni.
İntihar Şov‘un tanıtım metninde “Bir yazarın; hayatıyla ve seçimleriyle kendi zihninde hesaplaştığı son ana şahit olmaya hazır olun!” diye bir cümle var. Sözü edilen yazar, Abuzittin Teyyare adında; biraz Barış Atay’ın kişiliğinden, biraz oyuncu olan Barış Atay’dan, biraz da başka birinden izler taşıyan biriymiş. Atay, T24’ten Muammer Brav‘a verdiği röportajda İntihar Şov‘dan bahsederken “Bana dair hikayelerin de olduğu bir metin” diyor. Oyunda da geçen bir repliği tekrarlıyor: Ben herkesim ve hiç kimseyim.
Tiyatromuzun tek kişilik oyun problemi (!)
İntihar Şov, toplumun ve topluma ait hissedenlerin, yüzyıllardır üzerine hiç düşünmeden tekrarladıkları pratiklere dikkat çekerek başlıyor. Bir bebeğin doğduğu anda başlayan iki yüzlülüğün yetişip yaşlanmaya ve hatta ölmeye kadar uğradığı duraklara bakıyoruz. Bir çocuk olarak, sevgili olarak, eş olarak, anne ve baba olarak hayata bakınca aynı şeyleri görmediğimizi ama niyeyse her yaşın kendine özgü “iki yüzlülüklerini” çabucak içselleştirdiğimizi…
Herbert Marcuse, 1964 yılında yayımladığı ve Avrupa’da 68 kuşağı gençlerinin elinde bir bayrak gibi taşınan Tek Boyutlu İnsan kitabında şöyle der:
Bütünün çılgınlığı, bireylerin çılgınlığını affettirir ve böylelikle insanlığa karşı işlenmiş suçları ussal hamlelere döndürür
Bir süredir oldukça popüler olan tek kişilik oyunlar tiyatroda bir “oyun” ve “metin” kısırlığı yaşanmasına neden oluyor. “Anlatı tiyatrosu” olarak herkesin bir şeyler denemeye çalıştığı bu alan, bir zamanlar sadece “bireylerin çılgınlığı”ydı. Sanırım pandemi döneminde konulan seyirci kısıtlamalarının, yükselen oyun maliyetlerinin ve sahne giderlerinin gizli tahakkümü tiyatro dünyasında bu “bireylerin çılgınlığı”nı “bütünün çılgınlığı”na çevirdi. Bu da tüm başarısız “birey çılgınlıkları”nı affettirdi…
İntihar Şov‘u izlerken Abuzittin Teyyare (Ya da Barış Atay) yaşarken fark ettiği ve sindirmekte epey güçlük çektiği (insanların çoğunluğunun yaşarken fark ettiği ve sindirmekte güçlük çektiği) duyguları alt alta yazmış da bahsettiklerinin yanına tik atıyormuş gibi hissediyorsunuz.
Oyunun kahramanı olduğu iddia edilen Abuzittin Teyyare insanların hiçbir şeye kendilerine ait bir cevap verememesine öfkeleniyor. Yeni doğan bir bebeğe çirkin diyemeyişimize, ölen birinin ardından kötü konuşamayaşımıza, politik bir kavganın orta yerinde uğruna mücadele verdiğin insanların aslında kim olduğuyla yüzleşmekten kaçınmaya öfkeleniyor.
Bugünün dünyasında her şeyin bir şova dönüşmesine, insanların elde ettikleri şeyleri gerçekten arzulayıp arzulamadığını bilmemesine ama arzulaması gerektiğini düşünmesine öfkeleniyor. Yaşadığımız şeyler karşısında hissettiğimizle değil de bunun nasıl göründüğüyle ilgilenmemize, günlük yaşam pratiklerimizin bile gösteri dünyasına eşlik etmeye çalışmasına öfkeleniyor.
Sonra, öfkelendiği tüm bu şeylerin yaşamla bir bağ kurabilmenin sırrı olduğunu düşünüyor. Yaşamaya devam edebilmenin püf noktası… Toplumdan biri olamamanın yok edici sancısı… Bu öfkesi, etkili bir metine dönüşebilse, Abuzittin Teyyare bir karakter olabilse çok güzel bir oyun olabilir halbuki, ama bir tülü olamıyor.
Abuzittin Teyyare’nin TEDx Talks şovu
Abuzittin Teyyare nerede başlıyor, Barış Atay nerede bitiyor (oyuncu olarak Barış Atay hiç başlamıyor ve hiç bitmiyor) bir türlü anlayamıyorsunuz izlerken. Bunu anlamamız gerekir diye düşünüyorum. Bir tiyatro oyununda bir karaktere ve sahneler arasındaki bağlantının kendini korumasına ihtiyaç duyarız. Aksi takdirde bu oyunda olduğu gibi bir “yaşamdan öğrendiklerim” konuşması izlerken buluruz kendimizi.
Atay, oyunu yazarken büyük bir duygu akışı yaşamıştır muhakkak. Hayatın anlamı ve mutluluk kavramının üzerine çok düşünüldüğü belli oluyor izlerken. Ancak oyunun bu kavramlarla oynayışı, insanlık tarihi boyunca felsefenin, sanatın ve edebiyatın kat ettiği yolu yok sayarcasına basit bir yerden. Atay’ın ya da Abuzittin Teyyare’nin hayatın sırrına dair fark ettiği bu duyguları insanların çoğu fark ediyor ancak kimse bunu fark ettiğini söylemek için bilet satmıyor.
Şunu düşündüm: Bu oyunu Barış Atay yazmasaydı ve oynamasaydı. Bu oyunu, konservatuvardan yeni mezun bir oyuncu yazıp oynasaydı salonlar böyle dolar mıydı? Sosyal medya hesaplarında övgü dolu cümleler, oyun tavsiyeleri yine böyle yayılır mıydı? Olmazdı. Bence bugün oyuna dair övgü dolu cümleler kuranların çoğu bu yazıya alt eden eleştiriler yapardı.
Yıldız isimlerin büyük prodüksiyonlarla kapalı gişe oynadığı oyunları izlerken kafamda hep bu oyunu oynarım. Hele ortada bir oyunculuk şöleni de yoksa… Bu gazetelerin manşetlerinden inmeyen isimleri oyundan çıkarır, yerlerine sokakta yürürken yanımdan geçen herhangi bir yüzü koyarım. Bu oyun hala bu kadar bilet satabilir mi diye düşünürüm.
Bu oyunu tersten de oynarım. Sezon boyunca alternatif sahnelerde sınırlı sayıda seyirciyle buluşan harika oyunları izlerken “Bu oyunun manşetlere damga vuramamasının tek sebebi bir yıldız ismi kadroya yazmamış olmaları” diye düşünürüm. Burada yıldız isimlerin derdimiz gerçekten tiyatro olduğunda ne kadar önemsizleştiği sonucuna varırım. Bazı oyunları yıldızlar da kurtaramaz, bazı oyunlar yıldızlara ihtiyaç duymadan efsaneye dönüşür. Bazı oyunlar ise kendi yıldızlarını yaratır ve tiyatromuz bu yıldızlarla nefes alır. (Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit/Nezaket Erden) Tiyatronun büyüsü de bu aralıkta bir yerdedir bana kalırsa.
İntihar Şov‘da kötü olana kötü dememiz gerekitiğinden bahsediyordu Abuzittin Teyyare. Kendi intiharını bir şova dönüştürmeye karar veren Abuzittin Teyyare’ye sesleniyorum: Bu oyun olmamış.